A3 Haber

‘Akıllı’ şehirler yerine, düşük teknoloji ‘aptal’ şehirler yapmak

‘Akıllı’ şehirler yerine, düşük teknoloji ‘aptal’ şehirler yapmak

‘Akıllı’ şehirler yerine, düşük teknoloji ‘aptal’ şehirler yapmak
Ocak 19
09:10 2020

Geçen hafta düzenlenen Akıllı Şehirler ve Belediyeler Kongresi nedeniyle, “akıllı şehirler” kavramı gündemimize bir kez daha girdi. “Akıllı Şehirler” denildiğinde en genel anlamıyla “insanlara ve doğaya zarar veren bozuk kentleşme, gürültü, çevre kirliliği gibi faktörlerden kurtulmak amacıyla yapılan teknolojik ve çevre dostu projeler” akla geliyor. Peki gerçekten öyle mi? The Guardian’da Amy Fleming imzasıyla yayımlanan makale, akıllı şehirler kavramına yeni boyutlar katıyor. Bu yazıyı Ayşen Tekşen çevirisiyle sunuyoruz…

İleri teknoloji akıllı şehirler, çöp tenekelerinden köprülere kadar her şeyi gözetleyerek verimlilik vaat eder. Ama veriyi bir yana bırakır ve eski teknolojiyi bağrımıza basarsak ne olur?

Akıllı telefonlar sınırsız imkanları ve dopamin vuruşlarıyla bizi oltaya düşürdüğünden beri belediye başkanları ve bürokratlar akıllı-aklama kavramına doymak bilmiyorlar. Bu, onların iş yapma konusunda dinamik ve cazip görünmelerini sağlıyor. Hizmet verme, verimliliği optimize etme ve şehirlileri güvende tutma sorumlulukları bir sürü eğlenceli uygulamayla düzene koyan parlak çocuklarda sevilmeyecek ne var ki?

Akıllı şehre dair somut bir tanımlama yoktur ama ileri-teknoloji temelli tanımlama, çöp tenekelerinden köprülere kadar her şeyi ve herkesi izlemek için kamera ve sensörlerden yararlanmayı ve ortaya çıkan veriyi de şehrin saat gibi çalışmasına yardımcı olmada kullanmayı önerir.

Google’ın kardeş şirketi Sidewalk Labs’in Toronto’nun 5 hektarlık bölümüne akıllı bir dış görünüm kazandırma şeklindeki sarsıcı önerisi güçlü bir itirazla karşılandı. Eylül ayında yayınlanan bağımsız bir rapor bu planları “sinir bozucu biçimde soyut” olarak nitelendirdi; sonrasında da AB teknoloji yatırımcısı Roger McNamee projeyi “gözetleme kapitalizmi” diye adlandırarak böyle bir veriyle Google’a güvenilemeyeceği uyarısında bulundu.

Toronto Üniversitesinden Shoshanna Saxe’ın vurguladığı türden pratik kaygılar da vardır. Temmuz ayında New York Times’da akıllı şehirlerin “her türden öngörülemez zafiyetleri nedeniyle yönetilemeyecek kadar karmaşık olacağını” yazdı. Teknoloji ürünleri hızla eskir: Sensör çalışmadığında ne olacak? Şehirler, hala ihtiyaç duydukları saha çalışanlarına ilaveten yüksek ücretli yeni teknik ekiplerin giderlerini karşılayabilecek mi? “Akıllı veri, döşenmesi gereken bir yolu tarif ediyorsa asfalt ve silindirle ortaya çıkıverecek insanlara ihtiyacımız da sürüyor demektir.”

Saxe, son derece etkileyici bir dille, enerjimizin bir bölümünü “fazlasıyla aptal şehirler” inşa etmeye yöneltmemizi öneriyor. Kendisi teknoloji karşıtı biri değil. Sadece akıllı şehirlerin gereksiz olabileceğini düşünüyor. “Karşılaştığımız zorlukların pek çoğunun çözümünde yeni teknolojiler ya da yeni fikirlere değil en iyi eski düşünceleri kullanmak için irade, sağduyu ve cesarete ihtiyacımız var.”

Sidewalk Labs tarafından Toronto’da önerilen akıllı şehir gelişiminin ürettiği mimari bir render.

Saxe haklı. Aslında, daha da ileri gidebilir. Eskinin de eskisi var –ve su baskınları, olumsuz hava koşulları, karbon yükü, boğucu kirlilik, insan ile doğa arasındaki sağlıksız kopukluk gibi sorunlar karşısında giderek daha da savunmasız kalan kent peyzajları için eski teknolojilerin de gerisine, kadim teknolojilere bakmakta fayda var.

Bu bilgelik sonsuza dek kaybolmadan önce, doğayla simbiyotik olarak nasıl yaşanacağına ilişkin kadim bilgiyi geleceğin şehirlerini biçimlendirme anlayışımızın içine katmak pekâlâ mümkündür. Kent peyzajlarımızda yabana geri dönüş yapabilir ve -elektrik sensorları, bilgisayar sunucuları ya da ilave IT desteğine gerek olmadan- drenaj, atık su işleme, su baskınlarını atlatma, yerel tarım ve kirlilik sorunlarının çözümünde yerli halklara binlerce yıl faydalı olmuş düşük teknoloji ekolojik çözümleri uygulayabiliriz.

Harvard ve Columbia Üniversitelerinde kentsel tasarım dersi veren Julia Watson’ın yeni kitabı bu ay Taschen yayınevinden piyasaya çıktı: Düşük-Teknoloji; Radikal İndigenismo’ya Dayalı Tasarım. Bu kitap, özgün akıllı-yerleşimleri bir mimar gözüyle araştırma amacıyla 20 yıldan uzun bir sürede gerçekleştirilen yolculukların ürünüdür.

Çamur olarak bilinen bütün bir Ma’dan evi tamamen kamışdan inşa edilmiştir ve bir gün içinde sökülüp yeniden kurulabilir.

Irak’ta sazlardan yüzen adalar ve binalar dokuyan Ma’dan halkını; çölde tahıl tarımı için suyu tutmak, depolamak ve yönetmek amacıyla “gofret bahçeleri” oluşturan New Mexico’nun Zuni halkını ve Bali’nin subak pirinç teraslarını ziyaret etti. Watson, olumsuz hava koşullarına insan ürünü herhangi bir yapıdan daha iyi dayanabilen ve muson selleri döneminde Kuzey Hindistan’daki Khasi kabilesinin köyler arasında dolaşmasını sağlayan canlı ağaç-kökünden oluşturulan köprülerden yürüdü.

Watson, “Şehirlerde yabana geri dönüşün pek çok farklı yolu” olduğunu söylüyor –sadece kadim bir sistemi bir şehre pat diye yerleştirmekten ziyade karmaşık ekosistemleri kendine özgü gereksinimleriyle farklı türden yerlere uyarlama meselesi. Hong Kong, Pearl Nehri ağzında yer alan çok katlı Shenzhen şehri için üzerinde çalıştığı güncel bir öneriyi ele alalım. Burası bir zamanlar bir balıkçı köyü, sonrasında bir tekstil kasabasıydı ve sonunda “birden bire hızla yükseldi”. Watson’a göre, “Delta peyzajında yer alan ve suyu tutma işlevi gören tüm dalyanlar, deniz seviyesinin altındaki araziler, bentler ve sulak alanlar ortadan siliniyor ve dolayısıyla şehir, peyzajdaki özgün dirençliliği yok eden şekilde gelişiyor.”

Watson devam ediyor: “Ama ilerlemek için ille de silmek zorunda değilsiniz. İklime dirençli, ekolojik olarak dirençli ve kültürel olarak dirençli, doğaya-dayalı geleneksel bir Çin teknolojisini kullanarak yerel zekayı işe katabilir ve bir sıçrama yapabilirsiniz. Onlarla çok güzel kentsel mekanlar da yapabiliriz.”

2015’te Crest Hill, Hong Kong’dan Lowu sınır kapısının ve Shenzhen’in görünümü.

Peking Üniversitesinde tasarım profesörü Kongjian Yu da bu felsefeyi benimsiyor. “Sünger şehirler” mimarı olarak bilinen Yu, geçirimli döşemeler, yeşil çatılar ve muson sezonunda dolan teraslı sulak alan parkları kullanarak Çin’de yağmur suyunu pasif olarak emen şehir peyzajları yaratıyor. Sulak alanlar binalardan nehrin kaynağına doğru olan bir noktada yer alırsa, su şehre ulaşmadan önce bunlar dolacaktır.

Yu, “Bu parklar, balıklar ve kuşları şehirlere geri getirdi ve insanlar buna bayılıyor. Projelerin çoğu 10 yıldan uzun bir süredir deneniyor ve gayet iyi işliyor. Hiç kuşku yok ki bunlar dünyanın başka yerlerinde de yinelenebilir projeler” diyor. Gerçekten de, ironik bir biçimde, “‘akıllı şehir’ projelerine yardımcı olmak için” bu ay Bangladeş’i ziyaret etti ve “ilgili bakanı akıllı olanın doğa olduğuna ve kadim bilgimizin doğayla akıllı bir biçimde nasıl yaşayacağımızı” anlattığına ikna etti.

Kopenhag da giderek artan su baskını risklerine karşı aptal –ya da yerel planlamacıların ifadesiyle “yeşil ve mavi”- bir çözümü tercih etti: yani, fırtınalarda göl haline gelebilen bir dizi park. Şehir, bu projenin maliyetinin su setleri ve yeni kanalizasyonlar inşa etme maliyetinin üçte biri kadar olacağını ve yabana geri dönüşün diğer ekolojik faydalarını da beraberinde getireceğini hesapladı. Terk edilmiş bir askeri bölge 2010 yılında temizlenmiş ve yabana geri döndürülerek bir doğa koruma alanı ve hayvanları otlatmak için bir arazi haline getirilmişti: Amager Nature Centre, yalnızca etrafta dolaşan ve bisiklete binen mutlu insanlarla değil böcekler, korunan amfibiler, nadir kuşlar ve geyiklerle dolu muazzam bir park.

Wuhan, Çin, resmedilen Xinyuexie Park gibi muson sırasında sel baskını için tasarlanmış bir ‘sünger şehir’. 

Ama aptal şehirler bu söylenenlerden daha da akıllı olabilir. İşler durumdaki sulak alanlar yalnızca şehirleri su baskınlarından korumak ve doğayı eski haline getirmekle kalmaz atık suyu da temizleyebilirler. Süreç boyunca büyük miktarda karbon, nitrojen, sülfür ve metan soğurmaya ek olarak bir balıkçılık endüstrisi ve ekilebilir arazi oluşturmak suretiyle bunu pis su arıtma işlemlerinden daha verimli bir şekilde yapabilirler. Suya, enerjiye, arıtma kimyasallarına ya da balık yemine gerek yoktur. Bu sistemlerin dünyadaki en büyük örneği Hindistan’daki, doğu Kolkata’da yer alır ve şehrin atık suyuyla balıkları beslemeyi içerir. Şehri, bir atık su işleme tesisinin yıllık ortalama 22 milyon dolar (£17m) olan işletme masrafından kurtarır. Bu suyun sulamada da kullanılabilmesi su ve gübre giderlerinde 500,000£ daha tasarruf sağlar. Ayrıca, şehrin yiyeceğinin önemli bölümünün yerel olarak yetiştirilmesini mümkün kılar.

Ya da suların küresel olarak yükseldiği bir dönemde, Lagos’da kazıkların üstünde kurulu ve 80,000 kişinin yaşadığı olağanüstü şehir Makoko’dan bir şeyler öğrenebiliriz. Makoko’nun -sürdürülebilir ve güneş enerjili- “yüzen okulu” bütün dünyanın ilgisini çekmiştir. Rotterdam şimdiden bir yüzen orman ve çiftlik projesi tanıtmış ve sürdürülebilir bir yüzen şehir için projeler geliştirmektedir.

Harare’deki Eastgate binasında klima veya ısıtma yoktur, ancak yerli Zimbabwe duvar ve termit höyüklerinden esinlenen bir tasarım kullanılarak tüm yıl boyunca düzenlenmiştir.

Aptal ulaşıma gelince, kısa kent mesafelerinde yürüyüş ya da bisikletin araba yolculuğundan çok daha üstün olduğu kesindir: sıfır kirlilik, sıfır karbon salımı, bedava egzersiz.

Kent enerjisini en fazla hortumlayan canavarlardan biri olan iklimlendirmenin yayılmasını önleyecek bir aptal çözüm de vardır: daha fazla bitki. Madison, Wisconsin’de bir araştırma yüzde 40 ağaç örtüsüyle kent sıcaklıklarının yüzde 5 düşebildiğini gösterdi. Bitki örtüsü yoğunluğu yüksek olan yeşil çatılar, binaları yüzde 60’a kadar soğutabilir.

Ya da sadece bir böcek gibi düşünmeniz yeterli olabilir: mimarlar termit tünellerinin doğal soğutma sağlayan hava akımlarını taklit ediyor. Mick Pearce’ın, Zimbabwe’nin başkenti Harare’de yer alan ve yapımı 1990’larda tamamlanan 32 bin metrekare alana sahip Eastgate Merkezi aptal iklimlendirmenin en iyi örneği olma özelliğini hala korur: Sadece vantilatörlerden yararlanır ve komşu binaların enerjisinin onda birini kullanır.

Khasi tepe kabilesi tarafından kullanılanlara benzer yaşayan kök köprüler kentsel ortamlarda yetiştirilebilir mi?

Birkaç göstermelik yeşil duvar ve ağaç bir işe yaramayacaktır. Watson bizi permakültüre yani, kendini idame ettiren ekosistemlere odaklanmaya çağırır. “Bu bir kent ormanıysa belki şehrin merkezinde, belki çeperinde olur ya da bir iç mekanda bile olabilir –bütüncül bir eko sisteme sahip olmak üzere tasarlanmış ama aynı zamanda tarımsal olarak verimli bir atrium.”
Daha önce hiç incelenmemiş yüzlerce doğaya dayalı teknoloji vardır. Örneğin Watson, Khasi kabilesinin canlı ağaç kökünden yapılma köprülerinin çarpıcı kentsel kullanımlarını hayal eder: “Caddenin mimarisiyle entegre durumdaki kafes sistemlerine sardırılmış kökleriyle, sokaklardaki gölgelik alan oranını arttırarak kentsel ısı adası etkisini azaltmak üzere yetiştirilebilirler –özünde, bina ile ağaç arasındaki ayrımı kaldırmak.” Mevsimsel su baskınlarında da özgün işlevlerini yerine getirebilirler – suyun üzerinde canlı, fiziksel köprüler.

Nisan ayında Greta Thunberg ve Guardian yazarı George Monbiot iklim kriziyle mücadele etmek için daha fazla ağaç, bitki örtüsü ve sulak alan çağrısı yapan bir video hazırladılar. Şehirler bu kampanyanın bir parçası olabilir.

Akıllı şehirler fikri Watson’ın “doğanın kontrol edilmesi gerektiğini düşünen, insana özgü o bilindik üstünlük karmaşası” olarak adlandırdığı şeyden doğmuştur. Eksik olan şey simbiyozdur. Watson “Dünya üzerindeki yaşam simbiyoza dayalıdır” der ve “güçlü olanın hayatta kalması” deyişinin “en simbiyotik olanın hayatta kalması” olarak değiştirilmesini önerir. Onun kadar akılda kalıcı olmayabilir ama daha akıllıca.

(Çeviri: Ayşen Tekşen) 

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER