Barselona neden turistler yerine mültecileri tercih ediyor?
Türkiye’de turizm övülür, yabancı turistler sevinçle karşılanırken; halkın önemli bir kesimi sığınmacılara, mültecilere, düzensiz göçmenlere karşı büyük bir önyargı içerisinde. Peki bu durum, Avrupa ülkelerinde nasıl? Örneğin İspanya’da halkın tehdit olarak gördüğü şey mülteciler değil, turizm. Örneğin geçen yıl Barselona’da 150 bin kişi, ülkeye daha fazla mülteci girmesi için gösteri yaptı. Avrupa’nın kimi merkezlerinde dev yolcu gemilerine ve turistlere karşı tepki büyüyor. Bunun karşılığında mülteciler, şehrin doğal dokusu içerisinde görülüyor. The Guardian’da Stephen Burgen imzalı bir analiz yayımlandı. Bu analizi Ayşen Tekşen’in çevirisiyle paylaşıyoruz…
Son yıllarda her ikisinin sayısının da hızla yükselmesine rağmen Barselonalıların şehirlerine tehdit olarak gördüğü şey mülteciler değil turizm.
Geçen yılın başında Barselona’da yaklaşık 150 bin kişi İspanyol hükümetinin ülkeye daha fazla mülteci girmesine izin vermesi için yürüyüş yaptı. Sonrasında, şehrin duvarlarında “Turistler evinize, mülteciler hoş geldiniz” yazısı görünmeye başladı; kısa sürede şehir “Barselona satılık değildir” ve “Bizi kovamayacaksınız” sloganlarıyla yürüyen protestocularla dolmuştu.
Venedik, Roma, Amsterdam, Floransa, Berlin, Lizbon, Palma de Mallorca ve Avrupa’nın başka yerlerinde ziyaretçi istilasına karşı düzenlenen protestolar ve alınan önlemlerle dışa vurulan ve İspanyol medyasının “turizmofobi” olarak adlandırdığı şey, geçen yaz pek çok Avrupa şehrini ele geçirdi. Ama pek çok diğer şehrin aksine, Barselona turistlere karşı çıktığı ölçüde daha fazla mülteci ağırlamak için mücadele etti.
629 mülteci taşıyan bir kurtarma gemisinin Akdeniz’de sürüklendiği haberleri duyulduğunda, belediye başkanı Ada Colau gemidekilere sığınacak bir liman sunmakta tereddüt etmeyenler arasında yer alıyordu.
30 milyar avro harcayan turist yerine göçmen istiyorlar
Gerçekten de Barselona geçen yıl şehirde 30 milyar avro harcayan milyonlarca turist yerine, binlerce meteliksiz göçmeni tercih ediyor olabilir miydi?
Öyle görünüyor ki, bu sorunun yanıtı evet. Son 10 yıllarda ikisinin de sayısının katlanarak artmasına rağmen, insanların şehir kimliğine tehdit olarak gördüğü şey, göç değil ama giderek artan turizm faaliyeti.
2000 yılında yabancılar toplam nüfusun yüzde 2’sini oluşturuyordu; yalnızca beş yıl sonra rakam yüzde 15 (266 bin ) oldu. 2018’de resmi olarak yüzde 18 olmasına rağmen şehrin göç ve uyum yetkilisi Lola López’e göre gerçek rakam yüzde 30 civarında.
Yeni sakinlerin akını şehrin çehresini köklü bir biçimde değiştirdi ama Barselona tek bir göçmen karşıtı gösteriye tanık olmadı ve yerel seçimlerde göç konu edilmedi.
“Göç şehri değiştiriyor ama turizm istikrarsızlaştırıyor”
Turin Üniversitesinde sosyal bilimci Paolo Giaccaria’nın araştırmasına göre Barselona olgusu “Birbirine zıt iki tür hareketlilik arasında bir bağ kurar: Kuzey turizm ve güney göç. Hangi tür hareketliliğin istenir ve hangisinin istenmez olduğuna ilişkin ortak duyguyu alt üst eder.”
Göçler şehri değiştirmiştir ama turizm istikrarsızlaştırmaktadır ve sektördeki insanlar bile bu şekilde devam edemeyeceği konusunda hemfikirdir. 1990 yılında şehre 1.7 milyon turist geldi; geçen yıl bu rakam 32 milyondu -yerleşik nüfusun kabaca 20 katı-
Dev oranlarda ziyaretçi kitlesinin varlığı, kiraları yükseltiyor, yerleşik nüfusu dış mahallelere itiyor ve kamusal alanı istila ediyor.
Hem turizm hem de göç açısından ön sıralarda yer alan, Barselona’nın eski yerleşim yeri Ciutat Vella’nın meclis üyesi Natalia Martinez “Göçün etkisinin olumlu olduğunu görüyoruz, insanlar iyi uyum sağladılar. Kimlik açısından baktığımızda, aldıklarından fazlasını eklediler” diyor.
“Turizm, mahallerden bir şeyler alıyor, oraları her yer gibi yapıyor”
Meslektaşı Santi Ibarra, göçün beraberinde getirdiği çeşitliliğin şehri zenginleştirdiğini ama öte yandan, turizmin olumlu hiçbir katkısı olmadığını söylüyor: “Turizm mahallelerden bir şeyler alıyor, onları daha sıradan, -başka her yer gibi- yapıyor.”
Tıpkı Londra’da olduğu gibi, özellikle son göçmen dalgalarının önemli bölümünün yerleştiği işçi sınıfı mahallelerinde yerli Barselonalı sayısı oldukça düşük. Üç büyük göçmen grubu olan Avrupalılar, Latin Amerikalılar ve başta Faslılar olmak üzere, Kuzey Afrikalıların yanı sıra önemli sayıda Çinli ve Pakistanlı nüfus olmasına rağmen López, Barselona’nın Katalonya ya da İspanya’dan farklı, kendi kimliği olduğunu söyler: “Burada göçmenlerden ya da melez çiftlerden doğan çocukların kendilerini başka yerden değil Barselonalı olarak tanımladıklarını gördük.”
Entegrasyonun önündeki en büyük engel dil ve özellikle de eğitimin hiçbir göçmenin konuşmadığı Katalanca olması. Öğrencilerden yarısından fazlasının yabancı olduğu Ciutat Vella’daki bir ilkokulun müdürü olan Magda Martí, dil engelinin yanı sıra yemeğin de sorun olabileceğini söylüyor. Şehir meclisi, tek bir aile istese bile, okulun helal yiyecek seçeneği sağlamasını istiyor ama Marti laik bir okul için bunun yalnızca lojistik olarak değil ideolojik olarak da hileli olduğunu belirtiyor.
Göçün en görünür olduğu yer El Raval (Arapça varoş) ve uzun zamandır uyuşturucu ve fuhuşla birlikte anılıyor. Burada hiçbir Çinli yaşamamasına rağmen çok yakın zamana dek Barri Xinès (Çin mahallesi) olarak biliniyordu –algılanan ötekiliğinin bir yansıması. Bugünlerde oldukça yüksek Pakistanlı nüfus nedeniyle Ravalistan olarak da anılıyor.
Bölgede gönüllü ve resmi çeşitli örgütlenmeleri koordine eden şemsiye grubu Fundació Tot Raval’ın müdürü Oscar Esteban’a göre, “El Raval’ın kendi kimliği ve kendine özgü olayları ele alış biçimi vardır. Her şey burada başlar, pek çok sosyal görüngü ilk olarak burada ortaya çıkar ve sonra yayılır; biz bir sosyal laboratuvarız. Burada çok yüksek oranda göç var ama günlük yaşamda bir çatışma söz konusu değil; geçen yaz gerçekleştirilen terör saldırısından sonra bile.”
Geçen Ağustosta La Rambla’da kamyonetle düzenlenen saldırıda 13 kişi öldü ve 130’dan fazla yaralı vardı. Katalan İslam Konseyinin başkanı Mohammed Halhoul saldırı sonrasında insanların öfkeli olduğunu ama bunu lanetlemek için herkesin bir araya geldiğini söyledi.
1990 yılında Fas’tan Barselona’ya gelen Halhoul, Müslüman topluluğu aleyhine bir tepki doğmamasının nedenini göç konusunda geniş siyasi uzlaşıya ve şehrin güçlü bir topluluk örgütleri ağına sahip olmasına bağlıyor: “Münferit olaylar var elbette ama ırkçılık ya da islamofobi konularında bir sorun görmüyoruz. Uykularımızı kaçıran bir şey değil.”
Hiç kuşku yok ki her şehirde olduğu kadar Barselona’da da ırkçılık vardır ama irinlenmesine izin verilmemiştir. Şehir meclisi 2010’dan beri kültürel ve dini farklılıkları kabul etmeyi ve onlara saygı duymaya yönelik -çok büyük destek gören- kültürlerarası bir politika izledi ve ekonomik kriz yıllarına rağmen göçmenler günah keçisi yapılmadı.
Turiste tepki daha fazla
Göçmenler toplumsal tepkiden kurtuldu ama –Barselona’nın GSYİH’sının yüzde 12’si turizmden gelse ve çok sayıda şehir sakininin işi buna bağlı olsa bile- turistler bunu başaramadı.
Estaban’ göre: “Burada pek çok insanın yaşamını turizmden kazandığı kesindir ama bu bir ‘her şey mubah’ meselesi olamaz –sınırlar olmalıdır. Şehir merkezi ve limanın kimliğini ve ziyaretçileri çeken geleneklerin büyük bölümünü kaybediyoruz.”
Şehir yetkililerinin 20 yıl boyunca Barselona’yı denizaşırı ziyaretçilere pazarlamasından sonra 2015 yılında seçilen meclis, şehirlilerin ihtiyaçlarını ziyaretçilerinkinin üstüne yerleştirmeye başladı. Yeni otellere bir sınırlar koydu, turist apartmanlarının yayılmasını durdurmak için çaba gösterdi ve Ciutat Vella için, turistlere yönelik işler karşısında yerel ticarete öncelik veren bir şehir planı geliştirdi.
Yaklaşık 100 oluşumu temsil eden Barselona Şehir Sakinleri Örgütleri Federasyonu sözcüsü Albert Recio, şehir tatilleri sayısındaki baş döndürücü artışının konut sorununda önemli bir etkisi olduğunu, ev sahiplerinin şehir sakinlerine değil de turistlere kiralama yaparak ve süreç içinde kiraları yükselterek kolay para kazanmayı seçtiklerini söylüyor.
Kamu hizmetleri de zorlanmayı hissediyor. Recio, “Park Güell popüler turizm noktası civarında yaşayanlar, genellikle turistle dolu oldukları için otobüslere binemiyor. 100 yıldan uzun süredir varlığını sürdüren geleneksel işyerlerinin çoğu yerlerinden edildi” diyor.
Airbnb gibi platformlar ve ucuz uçuşların tetiklediği turizm artışının baskısı altındaki diğer Avrupa şehirleri gibi Barselona da kimliğini koruma savaşında yalnız değil. İngiliz Seyahat Acentaları Birliğine göre 2017 yılında İngilizlerin yaptığı tatilin yüzde 53’ü şehir tatili ve yüzde 41’i deniz tatiliydi.
Turizm antipatisi
Turizm antipatisi, kalabalıkları kontrol etmek için engeller koyan Venedik’te doruğa ulaşmış. Nottingham Trent Üniversitesinde mimarlık eğitimi veren ve Amsterdam ve Venedik’te göç ve turizmin etkilerini araştırmış olan Patrizia Riganti, “Venedik’te insanlar turistlerden, özellikle de –en kötü turizm türü olan- yolcu gemilerinden nefret ediyor” diyor: “Şehri kirletiyorlar ve biz İtalyanların ‘mordi e fuggi tourism’ (ye ve kaç) olarak adlandırdığımız şekilde, şehri bir sandviç gibi tüketiyorlar.”
Riganti, “Barselona’da olduğu gibi, Venedik’te de turistlerin varlığı ve hizmet yarışı -kısmen turizm sayesinde- orada yaşamaya gücü zaten yetmeyecek göçmenler sorununu çok geride bırakır” diyor.
Kitle turizmin olumsuz etkileri Lizbon’da da görülüyor. Portekiz Evora Üniversitesi sosyal bilimler profesörü Fátima Bernardo, güçlü bir topluluğa ve kimlik duygusuna sahip bir mahalle olan Lizbon’daki Alfama bölgesinin de Ciutat Vella’yla aynı kaderi paylaşmasından korkuyor.
Bernardo’ya göre, “Turistlerin Alfama’da sevdikleri şey onun otantikliği ama artık çok pahalı ve gençlerin maddi gücü burada yaşamalarına izin vermiyor ve yalnızca garantili kiracılıkla yaşlı insanlar var. Böylece Alfama ölüyor. Bölgenin sosyal dinamiği değişti. Lizbon halkı Barselona’da olanların şehrimiz ve kimliğimizin de başına gelmesi ihtimalinden korkuyor – bir parodi ve eğlence parkı.”
Esas sorun, ziyaretçi kalabalıklarıyla başa çıkacak şekilde tasarlanmamış olan kamusal alanlar üzerindeki baskı. Turistler, bir zamanlar yerel halk arasında popüler olan bar ve restoranları işgal ediyor, toplu ulaşımı tıka basa dolduruyor, kaldırımları tıkıyor ve yerel halktan çok daha fazla kaynak örneğin, su kullanıyor.
Yerli halk, turizmi “işgal” gibi görüyor
Yerleşik halk güçlü bir “işgal altında olma” duygusundan söz ediyor. Barselonalılara yerlerinden edilme, şehirlerinin ve kendilerinin kimliklerinin çalınması duygusunu veren, onları kendi şehirlerinde figürandan biraz iyi durumda bırakan şey bu –büyük ölçekli göçün bile uyandıramadığı bir duygu.
Özellikle Barselona’da göçmenler dokunun bir parçası olarak görülüyor –çalışan, inşa eden ve turistler onu sadece kullanırken genellikle şehre katkıda bulunan topluluklar.
López, yeni göçmenlerin Barselona’ya kolayca uyum sağlaması hakkında “Bizzat insanların yansıttığı imgesi, Barselona’nın bir kucaklayıcı bir şehir olduğu şeklindedir” diyor. Ama –en azından öngörülebilir gelecekte- turistler farklı bir karşılama yaşayabilir.