A3 Haber

Olağanüstü hal ‘normal’ kabul edilmeye başlanıyor: Egemenler krizleri nasıl sömürür, panikten nasıl yararlanır?

Olağanüstü hal ‘normal’ kabul edilmeye başlanıyor: Egemenler krizleri nasıl sömürür, panikten nasıl yararlanır?

Olağanüstü hal ‘normal’ kabul edilmeye başlanıyor: Egemenler krizleri nasıl sömürür, panikten nasıl yararlanır?
Nisan 02
11:50 2020

Şehir-İnsan-Toplum konusunda dünya çapında saygın bir isim olan Richard Sennett, Şubat ayında İstanbul Planlama Ajansı lansman toplantısına katılmış ve “Hükümet ‘planım var’ dediğinde şehir ölmeye başlar” açıklamasıyla ülkemizde de geniş kesimlerin dikkatini çekmişti. Sennett, koronavirüs salgınının dünyayı kuşatmasıyla birlikte hükümetlerin aldıkları önlemleri ve yaratılan “fiili olağanüstü hal”e dair bir analiz yayımladı. Kanada merkezli newcities.org’ta yayımlanan bu değerlendirmeyi Ayşen Tekşen’in çevirisiyle paylaşıyoruz.

Richard Sennett | İtalyan felsefeci Giorgio Agamben, “Kutsal İnsan” adlı eserinde olağanüstü hal durumunda ortaya çıkan bastırmayı anlatır; Nazi toplama kamplarında olduğu gibi, insanların yaşamı bir biyolojik minimuma indirgenir. Ama bu indirgeme, olağanüstü durum koşulları ortadan kalktığında da devam edebilir. Uzun zaman önce, sosyolog Alain Tourain İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden çok sonra bile savaş dönemi koşullarının insanların yaşamlarının devlet tarafından düzenlenmesini meşrulaştırdığını gösterdi.

Egemenler krizleri nasıl sömürür, panikten nasıl yararlanır?

Güç yapıları krizleri sömürür, daha geniş kapsamlı kontrolü meşrulaştırmak için krizleri kullanır. Panik, krizlerin sömürülmesine olanak sağlar. Bugün, zengin ülkelerdeki az sayıda genç insan, askerlerin başını siperden çıkarmamasını ilke edinmiş bir askeri disiplin deneyimine sahiptir, oysa ki savaş alanında panik, öldürülmenin garantisi sayılır. Ama panik sarhoşluğu içindeki günümüz medyası, ölüm ve hastalık uç örneklerini kaçınılmaz yazgı olarak gösteriyor.

Çin’de hastalığın gerilemesi gibi iyi haberler olduğunda, bunların medyada yer bulma oranı Corona-19 salgınını 14’üncü yüzyıldaki “Kara Ölüm”le kıyaslama heyecanınınkine eşit olamıyor –saçma ama kıyaslama heyecan veriyor. Böylece medya gücü, normalleştirme projesinde devlete hizmet ediyor.

Mevcut salgını asla küçümsemiyor ama paniklemeden dile getirilmesi gerektiğini ve sömürü için, deyim yerindeyse, bir “fırsat” sunduğunu söylüyorum.

Salgın geçtikten sonra şehirleri bekleyen ne?

Şehirleri bekleyen gelecek, tam olarak şudur: Şehirlerin kontrolüne ilişkin kurallar salgından sonra da devam edecek; özellikle de kamusal alanı düzenleyen, sosyal mesafeyi belirleyen, kalabalığı dağıtan kurallar, biz hastalığı baskılamak için gereken tıbbi araçları bulduktan sonra bile yürürlükte kalacak.

Yakın tarihten bir örneğimiz de var. 11 Eylül saldırılarından sonra halkın bir araya gelmesini düzenleyen, binalara erişimi denetleyen yönetmelik ve bombaya dayanıklı binaların inşasıyla ilgili şartnameler kanun kitaplarında kalıcı oldu.

Sosyal mesafenin sevimsiz kuzeni sosyal tecrit

İçinde bulunduğumuz krizde gerekli olan “sosyal mesafe”, etkin bir aşı sayesinde insanların başkalarına yakın olmaktan korkması için zorunlu bir neden kalmadığında bile hükümet tarafından dayatılan bir norm haline gelme tehdidi içeriyor. Ancak, salgın bizi, salgından daha kalıcı olan, şehirle ilgili konularda düşünmeye zorluyor. Bunlardan ilki, sosyal mesafenin sevimsiz kuzeni olan sosyal tecrit. Salgın –özellikle Londra’dan yazdığım Avrupa’da- yalnız yaşayan çok sayıda yaşlı insanla ilgili sorunları gündeme getirdi. Londra’da yaşlıların yüzde 40’ı, Paris’te yüzde 68’i yalnız yaşıyor. Onlar zaten sosyal mesafe deneyimine sahipler; yalnızlık ne fiziksel ne de zihinsel sağlıklarına olumlu bir katkıda bulunuyor.

Pandemi geçtikten sonra insanlar sokaklarda buluşabilecek mi?

Bana göre, hükümetler, sosyal mesafe uygulamasının yarattığı yalnızlığın üstesinden gelecek yasalar kaleme alma konusunda yetersizler. Oysa bu, topluluk hakkında yeni kavramlara ihtiyaç duyacağımız, kent sivil toplumu için bir sorundur. Salgın, kent uzmanlarını yoğunluk mimarisini yeniden düşünmeye de zorlar. Yoğunluk, şehirlerin temel mantığıdır; faaliyetlerin bir şehirde yoğunlaşması ekonomik faaliyeti canlandırır [örneğin, “yığışma etkisi”]; insanların yoğunlaşması, altyapı kaynaklarından tasarruf etmek suretiyle iklim değişikliği sorununu aşma anlamında iyi bir ekolojik ilkedir ve yoğun, farklılıklar barındıran bir şehirde insanların kendilerine benzemeyen diğerleriyle karşılaşması sosyal olarak iyi bir şeydir. Ama gelecekteki salgınları engellemek için, geçici olarak ayrılsalar bile, insanların sokak yaşamına katılmasına, iletişim kurmasına, komşularını görmesine izin veren farklı fiziksel yoğunluk biçimleri bulmamız gerekebilir.

Salgının egemen güçlere sunduğu fırsatlardan korkmalı mıyız?

Uzun zaman önce, Çinli kent uzmanları, shikumen avlularıyla, sözünü ettiğimize benzer bir esnek biçim oluşturdular; mimarlar ve şehir plancılarının bunun çağdaş muadilini bulmaları gerekir. Sonunda, bu salgın şehirlerdeki ileri teknoloji kullanımını insancıllaştırabilir. Bir kuşak öncesinin “akıllı şehir” modelleri tamamen kontrol ve düzenlemeyle ilgiliydi –çevrimiçi devlet. Bu salgında ortaya çıkan şey ise topluluklar yaratan iyi protokoller ve programlar. Londra’da farklılıklarla dolu ama daha önce bu tarz oluşumlara sahip olmayan -New York’taki Batı Harlem benzeri- benimki gibi mahalle topluluklarında yeşermekte olan karşılıklı yardım ağlarının sayısından çok etkilendim. Çevrimiçi iletişim son haftada her şeyi değiştirdi. Özetle, salgının egemen güçlere sunduğu fırsattan korkmanın, medyada sahnelenen panik oyununu reddetmenin ve şehirdeki sivil toplum gücünü doğrulamanın tam zamanıdır.

(Çeviri: Ayşen Tekşen) 

***

Richard Sennett kimdir?

Sosyoloji profesörü. 1943’te Chicago’da doğdu. 1964’te Chicago Üniversitesi’nden mezun oldu. 1969’da Harvard Üniversitesi’nde doktorasını verdi. New York Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü, İnsan Araştırmaları Merkezi’nde yönetici ve Politika Araştırmaları Merkezi’nde baş araştırma görevlisi olarak çalıştı.

Çocukluğunda viyolonsel çalmayı öğrendi; halen New York’ta bazı oda müziği topluluklarında çalıyor.

Son 50 yılda şehirlerdeki sosyal yaşam, emek ve sosyal kuramda değişiklikler üzerine çalışmalar yaptı.

The New York Times Book Review veThe New York Review of Books’a sık sık katkıda bulunmaktadır. Kentli ailelerin hayatı ve toplumsal psikoloji üzerine birçok kitap yazdı.

Türkçeye çevrilen yapıtları: 

  • (Editör ve katkıda bulunan olarak) The Hidden Injuries of Class [1972; Jonathan Cobb’la birlikte; Sınıfın Gizli Yaraları, Çev. Mustafa Kemal Coşkun, Heretik Yay., 2017]
  • The Fall of Public Man [1978; Kamusal İnsanın Çöküşü, Çev. Serpil Durak-Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yay., 2002]
  • Authority[1980; Otorite, Çev. Kamil Durand, Ayrıntı Yay., 1992]
  • The Conscience of The Eye. The Design and Social Life of Cities (1990) [Gözün Vicdanı: Kentin Tasarımı ve Toplumsal Yaşam, Çev. Süha Sertabiboğlu-Can Kurultay, Ayrıntı Yay., 1999]
  • Flesh and Stone. The Body and the City in Western Civilization [1994; Ten ve Taş: Batı Uygarlığında Beden ve Şehir, Çev. Tuncay Birkan, Metis Yay., 2002]
  • The Corrosion of Caracter: The Personal Consequences of Work in the New Capitalism [1998; Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri, Çev. Barış Yıldırım, Ayrıntı Yay., 2002]
  • Respect in a World of Inequality [2002;Saygı: Eşit Olmayan Bir Dünyada, Çev. Ümmühan Bardak, Ayrıntı Yay., 2005]
  • The Craftsman [2006; Zanaatkâr, Çev. Melih Pekdemir, Ayrıntı Yay., 2009]
  • The Culture of the New Capitalism [2005; Yeni Kapitalizmin Kültürü, Çev. Aylin Onocak, Ayrıntı Yay., 2009]
  • The Foreigner: Two Essays on Exile [2011; Yabancı: Sürgün Üzerine İki Deneme, Çev. Tuncay Birkan, Metis Yay., 2014]
  • Together [2012; Beraber, Çev. İlkay Özküralpli, Ayrıntı Yay., 2012]

 

 

 

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER