A3 Haber

Prof. Melek Göregenli: Her şeyin ‘eskisi’ gibi olmasını, hiç istemediğimiz kadar isteyebiliriz diye ‘kaygılıyım’

Prof. Melek Göregenli: Her şeyin ‘eskisi’ gibi olmasını, hiç istemediğimiz kadar isteyebiliriz diye ‘kaygılıyım’

Prof. Melek Göregenli: Her şeyin ‘eskisi’ gibi olmasını, hiç istemediğimiz kadar isteyebiliriz diye ‘kaygılıyım’
Nisan 26
10:33 2020

Prof. Melek Göregenli, sosyal psikoloji alanının önemli ve değerli isimlerinden. Genellikle politik psikoloji, şiddet ve işkence, ayrımcılık, militarizm konularında çalışan bir akademisyen. Barış İçin Akademisyenler bildirisinin imzacılarından olan Göregenli, Ege Üniversitesi Sosyal Psikoloji Ana Bilim Dalı’ndaki görevinden 2017’de ihraç edildi.

Bu söyleşiyi bitirdiğimde başladığım noktada değildim. İtiraf ediyorum özellikle söyleşiyi yayıma hazırlarken Melek Hoca’dan bir iki sarsıcı yumruk aldım. Kafamda bazı şimşekler çaktı. Bakalım siz bu okumadan nasıl çıkacaksınız…

Melek hocam öncelikle böyle Whatsapp üzerinden yürüyecek bir söyleşiye zaman ayırdığınız için teşekkürler… Sosyal psikoloji alanında çalışan bir bilim insanı olarak analiz ve yorumlarına ihtiyaç duyduğumuz uzmanlardansınız. Şu aralar köyde olduğunuzu biliyorum. Oradan başlayalım isterseniz… Melek Göregenli bu süreci nasıl yönetiyor?

Eğer kastettiğin evden çıkmamaksa -yani sürecin bir zorluğu olarak- benim için bu hiç zor değil, zaten son üç yıldır işsizim ve evde oturuyorum, ayrıca evi severim, çok da işim var hiç zamanım kalmıyor.
Tek derdim, insanları özlemek, sevdiklerimi görememek, sarılamamak…
Bir de bir aydır köydeyim, dağlarda, bu büyük şans, bahçeyle uğraşıyorum, dağlarda yürüyorum, bu ülkenin mutlu azınlıklarından biriyim bence… Sence?
Ama eğer kişisel durumumun dışında ruh halimi soruyorsan, her zamanki gibi kaygılıyım; kendim için değil..

“Hepimiz aynı kötülükle karşıyayız” cümlesi hakikati gizleme işlevine hizmet ediyor

Kesinlikle beş binde birlik grupta falansınız… Bu kadar şanslı olmayanlar, hatta sizin ilgi alanınız olan dezavantajlı gruplar nasıl başa çıkacak bu salgınla? Zira virüs herkese bulaşabiliyor, bu eşitleyici sayılıyor, ancak herkesin tedaviye ulaşma imkânı aynı değil ya!

Öyle mi diyorsun? Beş binlik grupta olmayabilirim ama şanslı orta sınıflara ait olduğumu biliyorum ve hiç böyle değilmiş gibi düşünerek, davranarak teselli olamıyorum.
Sadece genetik bir olasılık sonucunda, kimin rahmine düştüğünüze bağlı olarak eğitim alma imkânlarına sahip olabiliyorsunuz, düzenli bir işiniz olabiliyor sonra benim gibi emekli olabiliyorsunuz yani hayatınız görece bir maddi “istikrar” içinde geçebiliyor.
Hayatım boyunca başıma gelen, ben öyle görmesem de bazıları için “bedel ödemek” olarak değerlendirilen sıkıntılı dönemler oldu ama bunların nedeni sınıf yazısı değildi, alın yazısı da değildi, politik tercihlerdi. Şimdi de dünyaya bakarken, memlekete bakarken, bu sorumlulukla baktığım için -elimden başkası gelmiyor- kişisel rahatlığımla huzur bulamıyorum.
Bunları kendimden bahsetmek için yazmıyorum, herkes sınıfını yerini bilsin diye yazıyorum, çünkü başka türlü “hepimiz aynı kötülükle karşı karşıyayız” cümlesinin sadece hakikati gizleme işlevine hizmet etmiş oluyoruz.
Ne virüsün bulaşma olasılığı bakımından, ne sağlığa ulaşım imkânlarımız bakımından ne de şu anda yaşadığımız yoksunluklarla başa çıkabilme imkânlarımız, araçlarımız bakımından eşit koşullarda değiliz.

“Devlet, olanaklarını sermaye sınıfını kollamak için kullanıyor”

20-65 yaş arası insanların sokağa çıkmasının “hoş görüldüğü” bir düzen içindeyiz ki 20 yaş altı çalışanlara da sokağa çıkmak serbest… Çünkü birileri çarkları döndürmek zorunda, dolayısıyla sadece bizler için üretmekle kalmıyorlar, aynı zamanda hastalığın yeterince yayılıp ortalama bulaş oranına varılmasını sağlamak da onların görevi… Yani “sürü bağışıklığı” denen şeyi sağlayacak olan emekçiler… Evde kalamayanlar…
Devlet, olanaklarını sermaye sınıflarını kollamak için kullanıyor, işçileri izne çıkarabilirler ve ayda sadece bin 166 TL ödemek zorundalar -11 TL kesinti var.- Kısa çalışma ödeneğinden de herkes yararlanamıyor. Kayıt dışı, marjinal sektörlerde çalışanların, göçmenlerin, engellilerin ve büyük çoğunluğun vay haline…
Nasıl mı başa çıkıyorlar, şimdi daha zor olsa da.. “Her zamanki gibi” diye cevap vereceğim. Bu koşullar yeni değil, sadece ağırlaştı, hiçbir zaman eşit ve adil bir dünyada yaşamıyorduk. Daha da az beslenecekler, daha kötü koşullarda yaşayacaklar ve hastalığa yakalanma olasılıkları daha yüksek olacak birçok nedenle… Bunları bilmeyen mi var?

Bu salgından çıkış zaman alacak gibi duruyor. Ben pek çok şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünenlerdenim. Hadi biraz daha iddialı konuşayım “ekonomik yıkım” değişimi dayatacak diyorum. Siz salgın sonrasını nasıl okuyorsunuz?

Kendime, ömrü hayatımda kaç kez “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dediğimi ya da bunu diyenlerin sesinin çok duyulduğu zamanları hatırlatıyorum; yaklaşık olarak hepsinde toplumsal çok da büyük bir değişiklik olmadı hayatımızda.
Sen rasyonel bir yaklaşımla düşünüyorsun, hatta belki insanların “rasyonel” olduğu varsayımıyla… İnsanların rasyonel olmadığını ya da bu rasyonelliğin yaygın olarak düşünüldüğü gibi neden-sonuç ilişkileri biçiminde kabaca gerçekleşmediğini biliyoruz.
Farklı yaklaşımlar var bu konuda ama üzerinde söz birliği olan şey, insanların belirsizliğe karşı toleransının düşük olduğu ve bu tolerans düşüklüğünün otoriterliğe ve muhafazakârlığa desteği yükselttiği… Bak, yargı paketi hızlıca geçiverdi, 12 Eylül’de olduğu gibi artık hapishanelerden sorgu için insanları alabilecekler, bu yasallaştı, daha neler neler…
Trump’ın popülerliği yükselmiş, AB değil sadece “Avrupa” fikri, uzun zamandır çatırdıyor. Yani “iyilik” beklemek için bir belirti göremiyorum. Sen çok daha iyi bilirsin benden, geçmişteki ekonomik krizler kuşkusuz ciddi sonuçlar yaratıyorlar ama toplumların demokratikleşmesine yol açmaları ancak o toplumlarda bunun arka planı varsa olabiliyor.

“Ev içleri haz mekanlarına dönüştü, sokak bitti; iktidarların gözetim ve kontrol araçları sınırsız hale geldi”

Ben genelde iyimser biriyimdir ama belki yaşlanıyorumdur, bilmiyorum, insanların ve toplumların “uyum becerisinin sınırları” beni ürkütüyor. Ayrıca teknolojik gelişmeler, yenilikler kuşkusuz bizlerin, sıradan insanların hayatlarını büyük ölçüde kolaylaştırdı ve ev içlerini bile müthiş haz mekânlarına dönüştürdü ama aynı zamanda sokak bitti, iktidarların, hakikati istedikleri yönde çarpıtarak, toplumsal mühendislik imkânlarını, gözetim ve kontrol araçlarını sınırsız hale getirdi.

“Özgürlük illüzyonu yaşıyoruz”

Bir tür özgürlük illüzyonu yaşıyoruz. Evet, ciddi bir krizle karşı karşıyayız her bakımdan ama kapitalizm bunu da atlatır, hatta hepimize yıkar bunun yükünü… Baksana “Çinliler o yarasayı yemeyecekti” noktasına varmaya az kaldı… Dünyanın henüz çilesi bitmedi sanırım.

Biraz ısrarcı olacağım. Belki de soruyu şu şekilde sormalıyım: Öncü bir depremle (2008 küresel krizi) 30 yıllık ezberleri bozulmaya başlayan, ardından gelen daha büyük bir depremle (Covid-19 pandemisi) “dünyaları” başlarına yıkılan insanların bu travmalara nasıl tepki vermeleri beklenir? Kendilerinden beklenmedik şeyler yaparlar mı? Bu deneyin ilk ciddi sonucunu 3 Kasım Salı günü ABD’de, tabii yapılırsa, başkanlık seçiminde göreceğiz. 6 Kasım Cuma günü sonuçları yorumlamak için şimdiden sizden bir söyleşi sözü alabilir miyim?

Toplumsal olguları anlamaya çalışırken, toplumu, homojen organik bir yapı gibi düşünmeye ihtiyacımız var çünkü sonuçları ve değişimi öngörmek, dolayısıyla kontrol etmek istiyoruz. Oysa toplum çok farklı koşullarda yaşayan, dolayısıyla bu büyük toplumsal sonuçları da olacak salgından farklı biçimlerde etkilenen gruplardan oluşuyor.
Dünya toplumunu da böyle düşünebiliriz. Sınıfsal, kültürel ve çok önemli etkileri olabilecek bireysel farklılıklar var ve bütün bunlar “travma” dediğin bu olaydan nasıl etkilenildiğini ve nasıl tepki verileceğini belirleyecek.

“Trump’a geçen seçimde kazandıranlar, şu anda salgından en çok etkilenenlerdi”

Henüz, etkilenme biçimleri ve düzeyleri konusunda çok az şey biliyoruz, ama mesela Sanders’in Amerikan seçimlerini kaybetmesinde en büyük etkenlerden birinin sağlık sistemini herkes için erişilebilir hale getirme vaadi sonucu, sigorta şirketlerinin varlığını tehdit etmesi olduğunu gösteren araştırmalar var; bunu biliyoruz.
Trump’ın seçim başarısını, salgın sırasında yaşanan büyük eşitsizlik ve adaletsizlikler, geliri olmayanlara dağıtılan bin 200 dolarlar, eyalet yöneticilerinin farklı politikaları, salgını açıklamada kullandığı “kötü-güvenilmez düşman yabancılar” vs. pek çok faktörün nasıl etkileyeceğini göreceğiz.
Ama yine geçmişe bakarak söyleyebiliriz ki, Trump’ı geçen seçimde kazandıranlar, şu anda salgından en çok etkilenenlerdi. Dünya büyük bir hızla değişiyor; bu değişim salgından sonra da devam edecek çok açık bu; bu değişimin yönü, salgın sonucunda daha da ağırlaşacak olan kapitalizmin krizini çözmek için neler yapacaklarına, bu salgın sürecinden çıkaracakları sonuçlara bağlı.
Ben şu anda yaşamakta olduğumuz, henüz içinde bulunduğumuz dönemin bile, sınıflar, toplumsal özellikleri açısından farklı grupların arasındaki ayrımları, aşağıdakilerin aleyhine daha da keskinleştirdiğini gözlüyorum. Bu gözlem, gelecek hakkında iyimser olmamı engelliyor. 6 Kasım’da görüşürüz söz.

“Başakşehir Hastanesi açılışı, iktidarın salgını nasıl gördüğünün ve süreçten nasıl yararlanacağının fragmanı gibiydi”

Teşekkür ederim. Ölçeği küçültüp bize gelelim o zaman. Sürecin sağlık yönü benim beklediğimden iyi götürülüyor gibi ama ekonomik tarafta durum vahim. Anlaşılan Mayıs sonu Haziran başına dönük işe dönme planı var. “Hadi işe geri dönüyoruz” dendiğinde toplum nasıl bir refleks verir sizce?

Sürecin sağlık yönünün “iyi” götürülüyor gibi görünmesi, umarım bir yanılsama değildir ve daha fazla insan canını kaybetmez. Ama benim düşüncem, eğer görece daha az kayıpla atlatılacaksa bu süreç, bunun nedeni günde 100 hasta bakmaya alışık doktorlarımız ve tüm sağlık emekçileridir ve galiba bu iktidarın bütünüyle beceremediği, tamamlayamadığı, sağlıkta özelleştirme politikalarıyla hâlâ temel yapısı değişmemiş olan sağlığın kamusal bir hizmet olması.
ABD, İngiltere gibi ülkelerden farklı olarak bizde sağlık hala görece ulaşılabilir bir kamu hizmeti ve bu süreçte, ekonomik yıkımın olumsuz sonuçlarını azaltabilmek açısından da sanırım, pek çok hizmetin ücretsiz sağlanması için özel çaba harcandı.
Ayrıca, yaşlı nüfusun büyük ölçüde aileleriyle yaşaması, genç nüfus oranının daha yüksek olması ve virüsün Türkiye’ye girişinin görece geç olması, gerçekten uzman kişilerden oluşan bir bilim kurulu oluşturulması vs. pek çok faktör var.
Bugün, Başakşehir’deki Şehir Hastanesi açılış töreni, iktidarın bu salgın olgusunu nasıl algıladığının ve bu süreçten nasıl yararlanacağının sembolik bir fragmanı gibiydi. Bana nedense Genç Parti’nin salon gösterilerini ve Çin’deki devlet törenlerini hatırlattı. Sorunun esasına gelirsem, ben hiç anlamam ama okuduğum ve senin de söylediğin gibi ciddi ekonomik sonuçları olacak, zaten hiçbir şeyin salgından önce de iyi olmadığı söyleniyor.
Bu ekonomik sonuçlara, yani işsizliğin artmasına, belki bazı sektörlerde ücretlerin ve çalışma şekillerinin yeniden düzenlenmesine, marjinal sokak ekonomilerinin alacağı muhtemel yeni biçimlere, bütün bu konularda oluşacak değişimler ve iktidarın alacağı önlemlere kadar bunlara verilecek tepkilerin ne olacağı da önemli.
Ayrıca kişisel hayatlarımızda neler olduğuna, bu süreçte –hala çalışanlar ve evde kalanlar açısından- ilişkilerimizde, sosyal izolasyon sonucunda ortaya çıkan sonuçların da, nasıl davranacağımıza etkileri olacak.

“Ülkenin yarısı, verilerin doğru yönetilmediği ve açıklanmadığına inanıyor”

Asuman Susam, BirGün’de okuduğum “Bir distopyaya kapatıldık” başlıklı kısacık ama çok güzel yazısını “… İçeri ve dışarı sınırlarının silinip, iç içe geçtiği bir zaman aralığında neleri içeriye aldığımız ve orada tuttuğumuz, neleri dışarıda bıraktığımız, yarınki bizi ve dünyayı belirleyecek” diye bitiriyor. Yani benim kuru cümlelerimle, çok bilinmeyenli ve çok faktörlü bir denklem var karşımızda. Böyle, bilinmeyen ve karşısında çaresiz olduğumuz tehditler karşısında, otoriteyle ilişkimiz, kamusal otoriteye ne kadar güvendiğimiz, bu tehdidin kaynağı hakkındaki düşünce ve inançlarımız, nasıl davranacağımızı doğrudan etkiler.
Şu anda sanırım ülkenin yarısı, verilerin doğru yönetilmediği ve açıklanmadığına inanıyor, dünyada da sanırım pek çok insan bu virüsün insan eliyle yaratılmış özel bir kötülük olduğuna inanıyor; bir başka yaklaşım da bu konunun çok fazla abartıldığı ve iktidarların ekonomik ve siyasal katı uygulamalarına gerekçe aradığı.
Bu olgular bazı insanların Mayıs sonunda, kamusal otorite, tehlikenin azaldığını söylese de temkinli olmaya devam edebileceklerini, başka bir grubun eski hayatlarına aynen döneceğini vs. farklı davranışların ortaya çıkacağını gösteriyor.
İnsan, uyum yeteneği sonsuz bir organizma; her şey eskisi gibi olmayabilir ama karşımıza hayatta kalmak ile özgürlük arasında iki seçenek konduğunda, çoğunluk söz dinlemeyi, teslim olmayı ve hayatta kalmayı seçebilir.
Silvan Tomkins, bundan 50 yıl önce, “Mahremiyet ve Özgürlük” (Privacy and Freedom) kitabında, teknolojik gelişmelerin bir yandan bizi özgürleştirirken öte yandan iktidarların, her düzeyde otoritenin birey üzerindeki kontrol ve manipülasyon imkanlarını arttırdığını anlatır.
Umarım bütün bu yaşananlardan, iktidarların öğrendiği kadar sıradan insanlar olarak bizler de öğrenebilmişizdir. Benim ne öğrendiğimi soracak olursan, tek cümleyle anlatabilirim: Ekmek de yapabiliyormuşum, kariyer de…

Ekmek önemli… Bu sabah çok erken uyandım. Twitter’a göz atarken karşıma Yeni Zelanda başbakanının dün yaptığı konuşma çıktı. Dikkatle dinledim. Ben bile buradan güven duydum, huzur buldum. Kadın süreci yüzde 85 onay oranıyla götürüyormuş. Haftaya kademeli olarak ekonomik hayatı başlatıyorlar. Bir ay kadar önce Merkel’in benzer olgunlukla bir konuşması vardı. Dün de Sayın Cumhurbaşkanının hem o hastane açılışında yaptığı konuşmayı hem de ulusa seslenişini izledim… Muhalefeti yersizce eleştirdi. Neden onlar öyle biz böyleyiz, bu bir? Kadınlar krizlerde daha mı iyiler, daha mı kolay güven sağlıyorlar acaba, bu da iki? 2008 krizinde de batan dev yatırım bankası Lehman Brothers eğer Lehman Sisters olsaydı batmazdı (o kadar deli dolu riskler almazdı çünkü) şakası da yarı ciddi yapılmıştı.

Bu soruyu sorduktan sonra Forbes dergisinde bu konudaki bir yazı çıktı önüme. Kadın başbakanlar başarılıydı.. Yazının kullandığı fotoğraf da buydu:

Whatsapp üzerinden söyleşilerde bazen sessizlik umulandan fazla sürebiliyor. İşte o anlardan birinde Melek Hoca’dan gelen not ve foto şöyleydi:

“Bitmek üzere pişirip cevap yazacağım… Yukarıda usta çalışıyor ona öğle yemeği vereceğim.”

Forbes’daki yazıyı Melek Hoca’ya da gönderdim.

Cevabı şu oldu: “Güzel yazı, katılmadığım şeyler var ama istersen başka soru sor ya da bitirelim? Uzun oldu zaten… (söyleşiyi kastediyor.)
Ben de uzun olmadı ama sorduğum soruyla bitirelim o zaman dedim. İç sesim “sıkılmış bir profesörden kork” diye mırıldandı. Bir süre sonra da Melek Hoca’nın cevabı geldi:

Olan bitenle dalga geçmeye çalışarak hafifletmeye çalışıyorum sadece… Konu biz kadınlara geldiğinde öncelikle söylemek isterim ki bu süreçte kadınlar için “hayat eve sığar” sloganındaki “hayatın” evlere nasıl sığdığı, ev artık kaçılamayacak bir yer haline geldiğinde, o evlerde yaşananların nasıl derinleşerek katlandığı ayrı bir yazı konusu, yazılabilir mi yani yazıya sığar mı onu da bilmiyorum.
Sen, “kadınlar daha mı iyi yönetir” diye soruyorsun, ona geleyim. Kadınlar biyolojik olarak yani doğuştan, genellikle onlara atfedilen empati, şefkat, bakım verme, sabır, idare etme, sakinleştirme, yumuşaklık, hem ona hem buna hem her şeye yetişme gibi hayatları boyunca başlarına bela olan hasletlerle doğmazlar, bütün bunları öğrenirler, öğrenmek zorunda kalırlar; hayatı çevrelerindeki herkes için sırtlanırlar, başka seçenekleri olduğunda bile bu ağır toplumsal cinsiyet sosyalizasyonu içinde hayatta kalırlar.
“İdare etmek”, sorunla da ilişkili olarak anahtar kavram diye düşünüyorum ve annemi hatırlıyorum; erkeklerden, yakınlarındaki erkeklerden, kocalarından vs. şiddet gören kadınların, erkekleri “idare edemedikleri” için şiddet gördüğünü söylerdi. O’na göre bu kadınların suçuydu yani, bu çok genel bir bakış açısı ve bu düzenin kadınlar aleyhine sürüp gitmesine neden olan önemli erkek egemen sistemi meşrulaştırıcı argümanlardan biri…
Çok alakasız gibi görünse de ilk anda, kadın yöneticilerin başarılı olduklarında bunu onların kadınsı hasletleriyle açıklamak da biraz böyle. Kadınlar, her düzeyde yönetim kademelerinde erkeklerle aynı oranlarda yer almalılar, korona günlerinde de öncesinde de sonrasında da… Ama bunun nedeni basitçe bir temsilde adalet hakkı, nüfusun yarısından biraz fazlayız ve erkekler kadar iyi ya da kötü ama yönetebiliriz.
Kadınlardan, “daha iyi yönetme” becerisi beklemek, evde bir yandan dayak yerken bir yandan çocuklar etkilenmesin diye sesini çıkarmadan katlanmasını ve aynı gün sofraya üç çeşit yemek koymasını beklemeye benziyor.
Kadınların iktidarda olduğu ülkelerde salgının daha iyi yönetiliyor olmasının kuşkusuz, yöneticilerin “kadın” olmasıyla ilişkisi vardır. Yukarıda söz ettiğim nedenlerle; kadınlar nerede yaşarlarsa yaşasınlar, bu hasletleri daha iyi edinirler erkeklere göre ama asıl neden bence o ülkelerin koşullarıdır. O kadınları iktidara getiren ve destekleyen sistemik koşullar, toplumun genel yapısı, maddi koşulları, kültürel yapıları, sağlık sistemi, politik iklimi ve daha pek çok faktör.
Hatırlıyor musun müslümanlara yönelik nefret suçu işlendiğinde Yeni Zelanda Başbakanı’nın yaklaşımını… O sahneye Hırant Dink öldürüldüğünde Tansu Çiller’i koy, koyabilir misin? Bizim, Türkiye toplumu olarak kaderimiz mi bu, kadınlar ya da erkekler iktidara geldiklerinde birbirinin kopyası hepsi.

“Kaygılıyım”

Bütün bu olup bitene baktığımda, bu süreçte toplumların ve hepimizin tek tek, nelere razı olduğumuzu, nelerden kolayca vazgeçebildiğimizi, canımızı kurtarmak uğruna neyi nasıl normalleştirdiğimizi, daha içindeyken ve sonrasında anlamaya çalışmalıyız bunu söylemek istiyorum son olarak. Çünkü bundan sonraki hayatımızda her şeyin “eskisi” gibi olmasını hiç istemediğimiz kadar isteyebiliriz diye “kaygılıyım.”

ABD Başkanlık seçimi sonrası 6 Kasım’da yeniden kapısını çalacağım Melek hocanın…

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER