A3 Haber

David Harvey’den Covid 19 ve küresel kriz analizi: Sorunun adı kapitalizm

David Harvey’den Covid 19 ve küresel kriz analizi: Sorunun adı kapitalizm

David Harvey’den Covid 19 ve küresel kriz analizi: Sorunun adı kapitalizm
Haziran 07
13:29 2020

Koronavirüs ve beraberinde yükselen kriz, dünya genelinde neoliberalizme ve kapitalizme yönelik sert eleştirilere yol açıyor. Dünyanın önde gelen sosyal kuramcılarından olan, küresel kapitalizmin neoliberal biçimine yönelik marksist eleştirileriyle tanınan, coğrafya ve antropoloji profesörü David Harvey, New York’ta yayımlanan sosyalist dergi Jacobin’e yazdığı makalede, kapitalizmin kendisinin bir sorun olduğunu vurguluyor. New York Times yayın kurulunun “kapitalizmin restorasyonu” önerisine köklü eleştiriler getiren Harvey, gettoyu yaldızlamanaın hiçbir işe yaramayacağını, tam tersine temel sorunlarla yüzleşmek gerektiğini ve bu sorunun da kapitalizmin kendisi olduğunu söylüyor. Harvey’in, acil görevlerimizi hatırlatan makalesini Ayşen Tekşen’in çevirisiyle paylaşıyoruz.

COVID-19 krizi, şehirleşmiş Amerika’nın sorunlarıyla ilgili olarak egemen medya kuruluşlarında yeni bir iç değerlendirme dizisini tetikledi. Bu sorunların ekonomik sistemimizin yapısından kaynaklandığını görmediğimiz sürece, onları çözmemiz mümkün olmayacak.

COVID-19’un verdiği acılardan toplu olarak çıkmayı başarmamız halinde, kendimizi kapitalizm reformunun gündemde olduğu bir siyasi manzarada bulma olasılığımız hayli yüksek. Virüs gelip toplumumuzu vurmadan önce bile, böyle bir geçişin minik işaretleri vardı. Örneğin Davos’ta toplanan iş dünyasının önemli liderleri kâr ve piyasa değeri takıntılarının, sosyal ve çevresel etkileri ihmal etmelerinin ters tepmeye başladığını işittiler. Onlara, yükselen kamusal öfkeden kaçarak bir tür “vicdan” ya da “eko-kapitalizme” sığınmaları önerildi.

Dünyanın bir çok yerinde 40 yıldan uzun süredir yürürlükte olan neoliberal siyasetin ardından, virüs saldırısı karşısında son derece yetersiz kalan halk sağlığı savunmaları, toplumun gerginliğini daha da arttırdı. Askeri harcamalar ya da –sıklıkla son derece kalantor olan- sözde muhtaç durumdaki kurumlara sübvansiyonlar dışında, her alanda uygulanan kemer sıkma politikasından geriye ağızlarda acı bir tat kaldı –özellikle de 2008 banka kurtarma paketlerinden sonra. Bunun aksine, salgınla başa çıkma açısından işe yarar görünen ortaklaşa ve devlet kaynaklı önlemler, halkın hükümete daha olumlu yaklaşmasına neden oldu.

New York Valisi Andrew Cuomo, günlük basın açıklamalarında mevcut krizden nihai çıkışın yalnızca ekonomik, sosyal ve politik manzaranın yeniden tasarlanmasını gerektirmekle kalmayacağını ama aynı zamanda hükümet güçleri ile halk iradesinin dışavurumları arasında eşsiz bir uzlaşma olarak gördüğü şeye dayanacağını da ısrarla vurguluyor. Devlet müdahalesinin değerine ilişkin bu güven beyanı, son New York kâbusunu yaşamış olanlar için anlamlıdır.

Ne yazık ki, Cuomo’nun yeniden tasarlamaya ilişkin hazırlık hamleleri, şimdiye dek yalnızca Michael Bloomberg (testi organize etme), Bill Gates (eğitim girişimlerini koordine etme) ve eski Google CEO’su Eric Schmidt’ten (iletişim ve hükümet işlevlerini yeniden ayarlama) oluşan bir milyarderler kulübü oluşturmaktan ibaret kaldı. Sokak seviyesinde daha da belirginleşmesi gereken demokratik dip dalganın politik güce damgasını vurması için henüz erken. Cuomo’un hayalinde, gerek duyulan yeniden yapılandırma ve tasarlama faaliyetleri insanın ve sermayenin -ilerici bir kapitalist seçkinler grubu tarafından tanımlanan- ihtiyaçlarına göre ayarlanacak.

İhtiyacımız olan şehirler

ABD’nin uzun kentsoylu yönetim tarihinde bazı önemli radikal reform evreleri görüyoruz. Örneğin yirminci yüzyıl sonundaki İlerici Dönem, 1930’lardaki Yeni Düzen ve 1960’lardaki Büyük Toplum. Yeni bir değişim için vaktinin geldiğine dair uzlaşma oluşmaya başlamış görünüyor.

Özellikle kent yaşamını yeniden yapılandırmaya ve kentsel süreçleri, yalnızca daha ussal –ve çevre dostu- ekonomik gelişme biçimlerini değil ama günlük yaşamı düzenlemenin daha uygun yollarını da destekleyecek şekilde, yeniden canlandırmaya yönelik enerji işte bu bağlamda birikiyor. Virüs, pek çok New Yorklunun günlük yaşam kalitesine doğrudan tarifsiz zararlar vermenin yanı sıra yüzeyde parıltılar saçan gösterişçi tüketim, hoşgörülü bireycilik ve göz alıcı mimari müdahalelerin altında yatan büyük çürümeyi de ortaya çıkarmıştır.

New York Times yayın kurulunun “İhtiyacımız Olan Şehirler” başlığı altında –uzman serbest kürsü yazarlarının desteğiyle- düşünceleri paylaşmaya davet etmesi bu ruh hali içinde gerçekleşti. Ana teması yeterince basitti. Bir zamanlar “Şehirler işe yaradı. Artık yaramıyor.” Tekrar işe yaramalarını sağlamamız gerek.

Bunun arkasında yatan şey “Amerikan şehirlerinin, ulusun ekonomik gelişmesinin motoru; zenginlik ve kültürünün vitrini; küresel hayranlık, beğeni ve taktir nesnesi” olduğu bir dönemin bir ölçüde nostaljik olarak yeniden hayata geçirilmesidir. Eski güzel günlerde, “ırkçılıkla bozulsa, elitlerin vurgunculuğu yüzünden kan ağlasa, kirlilik ve hastalıkla berbat olsa bile; şehirler insan potansiyelini ortaya çıkarmanın anahtarını, devlet okulları altyapısını, halk kütüphaneleri ve parklarını, toplu taşıma sistemlerini, temiz ve güvenli içme suyunu sunuyordu.” Ama hepsinden önemlisi, bu şehirler “fırsat sunuyordu.”

Şimdiki sorun -ve virüsün yürek burkan biçimde ortaya çıkardığı şey- ise şudur: “Kentsel alanlarımız, aralıklı diş gibi duran yaşlı bina bloklarını ve işsizliğin yüksek, yaşamın zor ve sıklıkla çok kısa olduğu boş arazileri zengin ve ayrıcalıklı bölgelerden ayıran, görünmez ama giderek artan biçimde aşılamaz hale gelen sınırlarla çevrilidir.” Varlıklı banliyölerde 90 yıla karşılık, yoksul mahallelerdeki yaşam beklentisi yalnızca 60 yıldır. Daha ileride, Times bu konuyu vurgulamak için ABD şehirlerinde farklı yaşam beklentilerine ilişkin ayrıntılı bir harita yayınladı.

Şimdi hep birlikte mi?

Coğrafyanın kader olduğu tartışma götürmez. Mevcut hatalar uzun süredir (ve ne yazık ki görünür biçimde) tekrar etmektedir. Times’a göre:

  • Son yarım yüzyılda şehirlerin fırsat altyapısı kötü bir biçimde çürüdü. Devlet okulları artık öğrencileri başarıya hazırlayamıyor. Metroları gerçekten güvenilmez durumda. Suyunda kurşun var.
  • İyi mahallelerde uygun fiyatlı konut eksikliğinin düşük maaşlı çalışanlar için aksayan toplu taşıma sistemlerinde uzun ve bezdirici yolculuklar anlamına geliyor. Binlerce evsizin sokaklarda, otobüslerde ve metrolarda çadırda yaşaması anlamına geliyor. Gelir ve servetteki yerel farklılıklarla uyumlu eğitim fırsatları sadece sınıf ve ırk ayrımlarını pekiştirmeye ve derinleştirmeye hizmet ediyor.

Yayın Kurulunun vardığı sonuç şuydu: “Zenginin emeğe, yoksulun sermayeye ihtiyacı var. Şehrin ise her ikisine birden.” Kendimize daha tatmin edici ve daha eşitlikçi bir şehirleşme biçimi oluşturmak için bir araya gelmemiz gerekir.

Bu şaşırtıcı bir çıkarımdır. Çağdaş kent yaşamının sorunlarından önemli bölümünün altında yatan yapıların önceliğini doğrular.

Elbette, zenginin emeğe ihtiyacı vardır çünkü onları zengin eden şey emektir. Ama son 40 yılda üretilen servetten aslan payını sermaye almıştır. Güvencesizlik, teknoloji kaynaklı işsizlik, sanayisizleşmeye ek olarak şehri bir maaştan bir sonrakine yaşayan, hayır kurumlarının aşevleri ve yiyecek bankalarına başvurmadan ayakta kalamayan bir nüfusla baş başa bırakan diğer sorunlar sayesinde emeği kendisinin bir parçasına indirgeyen de sermayedir. Sermaye, işsizlik ya da kişisel bir trajedi ya da hastalık karşısında bırakın ipotek ödemesini, kirayı bile karşılayamayacak bir nüfus yaratır.

Ronald Reagan ünlü açıklamasında “Sorunumuzun çözümü hükümet değil, sorunun kendisi hükümet” demişti. “Sorunumuzun çözümünün sermaye değil, sorunun kendisinin sermaye” olduğunu anlayana kadar yok olacağız. Sermaye, Hudson Yards’ı inşa ediyor ama yılda 40 bin dolardan düşük gelirle yaşamaya çalışanlara uygun fiyatlı konut inşa etmiyor. Sermaye bunu yapana kadar, ne kadar iyi niyetli olursa olsun tüm reform girişimlerinin az sayıda insanın yararına olacak sermaye birikimi sonsuz döngüsünün bir parçası haline geleceği kesindir. Sermaye, sosyal ve ekolojik sonuçları umursamadan kendi bildiğince işlemeye devam ederken, nüfusun büyük bölümünü –mümkünse- yalnızca geçinebilmek için kemerleri sıkmak zorunda bırakacaktır.

Bildik bir ezgi

Yayın Kurulu, köklü yapısal reform gerektiren bir sorunun çözümü için bizi üstün ahlaki içgüdülerimize, sözde daha iyi meleklerimize dair umutlu övgülerle baş başa bırakıyor. “Ayrımcılığı azaltmak, varlıklı Amerikalıların ille de fedakarlık yapmasını değil ama paylaşmasını gerektirir” diyorlar. Allah korusun, varlıklılar fedakarlık yapar mı hiç! Umutla iddia ettiklerine göre, “Daha çeşitli mahalleler kurmak ve kamu kuruluşlarının özel servetle bağlantısını kesmek, nihayetinde tüm Amerikalıların yaşamlarını zenginleştirecek –ve içinde yaşadıkları, çalıştıkları şehirleri tüm dünya için yine bir model haline getirecektir.”

Ben 84 yaşımdayım ve bunları artık ciddiye almayacak kadar çok işittim. 1969 yılında Martin Luther King Jr’ın öldürülmesinin ardından şehrin önemli bölümünün yakılıp yıkılmasından bir yıl sonra Baltimore’a taşındım. O zamanlar (olasılıkla, kararsız kişiler için özel olarak tasarlanmış empati haplarının da katkısıyla) eğer biz iyi niyetli insanlar kaderimizin birbirine bağlı bulunduğunu, bu şehirde hepimizin birlikte olduğunu kabul etmemiz halinde bunun tümüyle işe yarayacağına içtenlikle (ama ne yazık ki safça) inananların iyi niyetli ruh halinden ve –yayın kurulunun yeniden canlandırdığı türden- samimi ahlaki değerlendirmeden yorgun düşmem uzun sürmedi.

Bu deneyimi konu alan ve kapitalizmin kent sorununun devamlılığını irdeleyen “Sosyal Adalet ve Şehir” adlı bir kitap yazdım. Ve şimdi aradan 50 yıl geçmesine rağmen aynı hataları yaparak, tekrarlanan oyuna bir hazırlanıyor gibiyiz. Rezil bir oyundaki asıl suçlunun -işleyebilmesi için kıtlık üretmesi gereken- piyasa düzeneği olduğu, o zamanlar gayet açıktı. Bu açıdan değerlendirmek, kentsel eşitsizliğin giderilmesi için oluşturulan neredeyse tüm politikaların neden altta yatan bir çelişki üzerinden yargılanmakla sonlandığını açıklamaya yardımcı oldu.

“Gettoyu yaldızlamak” işe yaramaz

“Kentsel yenilemeyle” uğraşmakla yalnızca yoksulluğu bir yerden bir yere taşımış oluruz (Engels, Konut Sorunu üzerine 1872 tarihli makalesinde burjuvazinin kent sorunlarına yönelik tek çözümünün bu olduğunu ileri sürmüştü.) Uğraşmazsak, orada oturur ve sürüp giden çürümeyi izleriz. “Gettoyu yaldızlamanın” –o zamanlar böyle adlandırılırdı- işe yaramadığı anlaşıldığından, etkilenen nüfusun kentsel alana dağıtılması, aranan çözüm olabilirdi. Bu da işe yaramadı. Bu yaklaşım gettoyu bir ölçüde dağıtmış olabilir ama yoksulluk düzeyini düşürmedi ya da ırk ayrımcılığını azaltmadı.

Bu gibi başarısız sonuçların yarattığı hayal kırıklığı, kendilerine özgü “yoksulluk kültürlerinde” kapalı kaldıkları için, içinde bulundukları zor koşulların suçlusunun yine yoksullar olması gerektiği çıkarımına yol açtı. O sırada, Daniel Patrick Moynihan tek doğru tepkinin “iyi niyetli ihmal” olduğunu söyledi. Bu, kurbanları suçlamayı haklı bulan ve karşılığında birbirini izleyen politik başarısızlıkların kaçınılmaz olarak ortaya çıkardığı sıkıcı sorulardan kaçınmaya yardımcı olan, kişisel sorumluluk ve benliğin girişimciliği şeklindeki neoliberal kalıpların habercisiydi. Çok az sayıda yorumcu ekonomik sistemimizin tam kalbini yöneten güçleri irdelemiştir. (Tesadüfe bakın ki Moynihan, Cuomo’nun siyasi akıl hocası ve rol modeli olacaktı.)

Duygusal turizm

Sonuç olarak, kapitalist piyasa ekonomisinin sürekliliğini engelleyebilecek olanlar hariç, o günlerde her türden çözüm geliştirildi ve araştırıldı. Yine de, mevcut salgının tüm çıplaklığıyla gösterdiği gibi, kendi başına bırakıldığında kaçınılmaz olarak fakirleşme yaratan ekonomi de budur.

Şimdi işsiz olan 30 milyon insanın yüzde 40’ı yılda 40 bin dolardan az kazanıyorken, temel insani ihtiyaçların karşılanması açısından çağdaş kapitalizmin iflas ettiğini görmemiz gerekir. 1970’lerde geliştirilmiş olan kişisel sorumluluk ve insan sermayesi oluşumu şeklindeki neoliberal çizginin, -bir yandan durmaksızın ceplerini doldururken- sermaye sınıfı ve kurumlarının 1960 reform dalgasının başarısızlıklarından kaçması için uygun bir yol olduğu anlaşıldı.

Dolayısıyla, toplumumuzun tam da temelinin titiz ve eleştirel bir incelemeye tabi tutulması yaşamsal önem taşır. Acil görevimiz budur. Ama önce bu görevin neyi içermediğini belirtmek isterim. 1970’lerde vardığım sonuca uygun olarak bu, şehirlerimizdeki sosyal koşulların bir diğer deneysel araştırması anlamına gelmez. Aslında hiç de öyle olmadığı halde içimizdeki yufka yürekli liberalin çözüme katkıda bulunuyormuş gibi davranmasına imkan vermesi açısından değerlendirildiğinde, insanın insana karşı çok açık olan zalimliğinin yeni kanıtlarını listelemek gerçekten de geri tepiyor. Bize Nobel Ödülü kazandırsa bile bu türden deneyciliğin konumuzla ilgisi yoktur.

“Moral mastürbasyona” ihtiyacımız yok: Bu bizi temel sorunlarla yüzleştirmez

İhtiyacımız olan tüm kanıtları sağlamaya yetecek bilgiye sahibiz. Görevimiz bu alanla ilgili değil. Şömine karşısındaki huzurumuza geri çekilmeden önce kentin alt tabakasının maruz kaldığı -acımızı paylaşabileceğimiz ve dizimizi dövebileceğimiz- günlük adaletsizlikler üzerine kalın, mazoşist bir dosya oluşturmaya eşlik eden türden ve yalnızca “moral mastürbasyon” olarak adlandırılabilecek faaliyetle de ilgili değildir. Bu da karşıdevrimcidir çünkü, onlarla ilgili bir şeyler yapmak bir yana, bizi temel sorunlarla yüzleşmek zorunda bırakmadan yalnızca suçun kefaletini ödemeye hizmet eder.

Kısa vadede faydalı olsa bile, aşevinde gönüllü olarak ya da bir yiyecek bankasına bağışta bulunarak refahlarını arttırmalarına yardımcı olacağımız umuduyla bizi “bir süreliğine” fakirlerle yaşamaya ve çalışmaya çeken duygusal turizmden keyif almak da bir çözüm değildir. Yalnızca sonbaharda okulun durumunun bozulduğunu görmek için yazın mahallenin bir oyun parkı kazanmasına yardımcı olsak ne olur? Bunlar girmememiz gereken yollardır. Yalnızca bizi gerçek görevimizden uzaklaştırmaya hizmet ederler.

Yeni bir yapı

Bu acil görev, ekonomik ve sosyal sistemimizin derin ve köklü bir eleştirisi yoluyla, eşitsizlik sorununa yaklaşım için yeni bir politik yapının bilinçli bir şekilde inşasından başka bir şey değildir. İnsanlaştırıcı bir sosyal dönüşüm yaratma görevine uyarlayabileceğimiz kavramlar, kategoriler, kuramlar ve savlar formüle etmek için hep birlikte düşünce güçlerimizi harekete geçirmemiz gerekiyor.

Bu kavramlar ve kategoriler sosyal gerçeklikten soyutlanarak formüle edilemez. Etrafımızda ortaya çıkardıkları olaylar ve eylemler açısından gerçekçi bir biçimde işlenmelidirler. Deneysel kanıtlar, zaten derlenmiş olan dosyalar ve toplulukta edinilen deneyler burada kullanılabilir ve kullanılmalıdır. Yaşamlarını çok belirgin tehlikeler karşısında sürdürmüş olan herkese hayranlıkta zirve yapmasıyla öne çıkan politik empati dalgasından yararlanmak gerekir. Uzun vadeli, derinlere kök salmış reformlarla desteklenmediği sürece bu dalga da hiçbir işe yaramayacaktır.

“Virüsün ayrımcı değil” tezi yalan

Virüsün ayrımcı olmadığı söyleniyor. Hayır! Bir yandan işsizlik nedeniyle açlık ve tahliye, diğer yandan da cüzi bir ücret karşılığında şehri ve şehrin hizmet ve konfor ağlarını işler durumda tutmak arasındaki varoluşsal seçimle boğuşmak zorunda olan ayrıştırılmış işgücüne bağımlı olarak, New York Times Yayın Kurulu gibi ben de, konforlu bir biçimde evimde karantinadayım. Ve bu insanlar her gün öldürücü bir virüsle yüz yüze kalıyorlar. Bu insanlar hangi posta kodunda yaşıyor? Onların yüzde kaçının teni renkli, kaçı yeni göçmen, kaçı Latin? Bu çocukların kaç tane dizüstü bilgisayarı var?

Son bir buçuk yüzyılda tüm bunlarda rahatsız edici bir süreklilik söz konusu. Bu uzun ve iyi prova edilmiş tarihten uzaklaşmanın tam zamanıdır. Ondan uzaklaşmalı ve farklı bir politik ekonominin ve farklı sosyal ilişkiler yapısının hayat verdiği daha demokratik ve sosyal olarak daha adil şehirleşme biçimlerinin yaratılmasını planlamalıyız.

1960’ların kent ayaklanmalarını hazırlayan eşitsizlikler hâlâ hayatımızda. Aslında, eskisinden çok daha derinlere kök saldılar. Sokağa çıkma yasağı ve kapitalist yıkım, birkaç ay daha sürerse isyanların başlaması kesindir. Ama unutmayın “sermaye çözüm değil, sorunun kendisidir.”

(Bu makale, protestolar başlamadan önce, Mayıs ayında yazılmıştır.)

(Çeviri: Ayşen Tekşen) 

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER