A3 Haber

Hepimiz bu işin içindeyiz: Küresel salgından küresel dayanışmalara…

Hepimiz bu işin içindeyiz: Küresel salgından küresel dayanışmalara…

Hepimiz bu işin içindeyiz: Küresel salgından küresel dayanışmalara…
Haziran 20
11:50 2020

Benzeri görülmemiş bir küresel salgın yaşıyor dünya. Belirsizlik artıyor, insanların psikolojileri bozuluyor. Bunu karşılığında küresel ve kolektif dayanışmalar, karar alma süreçleri, eylemler kendi yolunu ve yordamını bulmaya çalışıyor. İngiltere merkezli politik internet sitesi Open Democracy’de Giuseppe Caruso imzasıyla yayımlanan analizde, tüm bu konulara Slavoj Zizek ve David Tuckett’in bakışı inceleniyor. Bu analizi Ayşen Tekşen’in çevirisiyle paylaşıyoruz…

Etkin olabilmeleri için, toplumsal hareketlerin eylemlerinin etkin örgütsel dinamiklere ve demokratik karar alma sürecine dayalı olması gerekir. Aksi taktirde, bireysel tecrit ve sosyal parçalanma bu krizi daha da kötüleştirebilir.

Yaşadığımız küresel salgının bir benzeri görülmemiştir. Dolayısıyla, gelecekteki sonuçlarını tahmin etmek de çok zor. (Küresel jeopolitikler köklü biçimde değişecek mi? Tüm dünyada egemen olan ekonomik sistemin yerine başkası mı gelecek? Salgın, küresel büyükşehirler için kötü haber anlamına mı geliyor?) Öte yandan, belirsizlik arttıkça paronoid ruh hali de yükseliyor (Örneğin virüsün bir laboratuvarda üretildiği ve sapkın niyetlerle dünyaya salındığı inancı gibi.)

Böyle önemli anlarda, siyaset süresinin hızlandığına, yavaş karar verme sürecinin yerini hızlı icra faaliyetlerinin alması gerektiğine inananlar olabilir. Yaygın olarak, (sanki tek ve evrensel olarak uyumluymuş gibi) bilimin desteğine ve uzmanların rehberliğine başvurulur. Ama bilimin kendisi de hem yurttaşlar hem de hükümetler tarafından önüne koyulan yeni verilere ve kurtarıcı projeksiyonlara yanıt vermeye çalışmaktadır. Nisan başında, ilk şok hafiflemeye başladığında Dünya Ticaret Örgütü bu krizi Büyük Buhran’la karşılaştırdı ve özellikle dünya nüfusunun en savunmasız kesimleri üzerinde 2008’inkine benzer sonuçlarla ilgili uyarıda bulundu.

En zayıf ve en savunmasız olanlar kendilerini koronavirüsün yaratacağı sonuçlara hazırlarken, dünyanın pek çok yerindeki coşkulu ortak eylemler de aktivistlerin önderliğinde –mümkünse küresel dayanışma ağlarına dönüşecek olan- ağlar oluşturmaya başladı. En büyük küresel sivil toplum girişimi olma özelliğini bugüne dek koruyan Dünya Sosyal Forumu (WSF), 2008 krizinden sonra Brezilya’da en başarılı etkinliklerinden birini gerçekleştirdi. Küresel mali krizin sonuçlarına yanıt vermek için birlikte çalışma gereksinimi katılımcıları heyecanlandırdı. Etkinlikte “Sizin kriziniz, bizim çözümlerimiz” gibi sloganlar yankılandı.
Bu slogan tüm dünyadaki aktivistler arasında yankılandı ve birkaç yıl boyunca WSF’deki ruh halini canlı tuttu. Arap Baharı ve Meydanlar hareketleri bu itici güce katkıda bulundu. Bu sloganın ve protestoların parmak bastığı can alıcı nokta, ataerkillik ve sömürgeciliğin daha da şiddetlendirdiği bireyci ve sömürücü kapitalizmin küresel egemenliğinin, yaşanan krize yol açtığı idi. Politik temsil yoluyla politik katılım şeklindeki mevcut sistemlerin bireysel ve toplu özgürlüğe gerçekten de zarar verdiği kabul edildi ve köklü bir biçimde bunlara karşı çıkıldı. Dünyanın her yerindeki aktivistler, bu (politik, ekonomik ve kültürel) zihniyeti yıkmaya en uygun olan yanıtın küresel dayanışma ve işbirliğine dayanması gerektiğine inandılar.

Ancak WSF, 2021 yılı için planladığı küresel etkinliği ertelemek zorunda kalabilirmiş gibi görünüyor. 2001 Ocak ayında Brezilya Porto Alegre’deki ilk buluşmadan sonra örgütün 20. yılı kutlanacağından, 2021 buluşması özellikle önemliydi. Ama benzer ağların küresel koronayı yönetmeye dair konular ve platformlar etrafında yeni kılcal bağlantılar kurmasının bu sürece yeni bir enerji katması da olasıdır. Örgütün kurucu ağlarından bazıları, özellikle gezegenin tüm kıtalarında korona krizine toplumsal hareketlerle yanıt verme yetenekleriyle öne çıkarlar. Şu anda iletişimin önemli bölümünün internet tabanlı teknolojinin etkin kullanımına dayalı olması, belki de gelecekte aktivist örgütlenmeye katkıda bulunabilir. Aktivistler teknoloji kullanmaya uyum sağladıkça, gelecekteki küresel dayanışma hareketi daha kapsayıcı ve seyahat kaynaklarına sahip olma ayrıcalığına daha az bağımlı hale gelebilir ve aksi durumda dikkate alınmayan insanların, konuşmaların ve çıkarların temsil edilmesine imkan sağlayabilir.

Geniş bir küresel politik bağlantı rejimindeki küresel dayanışmalar hem yerel olarak hem de ortak çevrimiçi iletişim platformlarının sağladığı yeni küresel konumlarda geliştirilen, yoğun biçimde şebekelenmiş uygulamalarla güçlendirilebilir. Birkaç hafta önce, bu yeni iletişim biçimlerinin ve kolektif eylemlerin bu kadar hızlı biçimde kabullenileceği hayal bile edilemezdi. Bunların ortak dayanışmaları ve küresel hikayeleri biçimlendirme şekilleri, dünyanın salgının etkileriyle nasıl başa çıkacağını da etkileyecektir. “Kolektif dayanışmalar”, “inanç hikayelerinin” etkileri ve krizin karar alma süreci üzerinde şekillenmesi, Slavoj Zizek ve David Tuckett’ın koronavirüs salgınına küresel yanıtla ilgili son yorumlarının özünü oluşturur. Bunları sırasıyla değerlendireceğim.

Koronavirüs günlerinde travma ve yas

Slavoj Zizek, salgına tepkileri değerlendirirken Elisabeth Kübler-Ross’un çalışmasını alıntılar. Ross, yas döngüsünü beş evrede incelemeyi önerir: İnkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme. Bu evreler yalnızca ölüm kaynaklı yasla sınırlı olmayıp tüm yıkıcı kayıplar (iş, ilişki, bir proje ya da düşüncenin başarısız olması) için de geçerlidir. Evreler arasındaki geçiş doğrusal değildir ve yas işlemi tamamlanmadan önce bazı evreler tekrar tekrar yaşanabilir. Bazen de bu süreç başarısız olur. Sigmund Freud, “yası tamamlanmamış kaybı” melankoli –ağır bir ruhsal olan sorun- olarak adlandırmıştır. Zizek “Bir toplumun travmatik bir olayla karşı karşıya kaldığı her örnekte aynı beş evreyi görebiliriz” der. Anlatmak istediği şeyi ekolojik felaket, dijital denetim, Trump’ın başkanlığı ve ortaçağ salgınları örnekleriyle açıklar.

Koronavirüs salgını hakkında ise şunları yazar:
“Önce inkar vardı (ciddi bir şey yok, bazı sorumsuzlar panik yayıyor); sonra öfke (genellikle ırkçı ya da devlet karşıtı biçimde: Suç pis Çinlilerde, devletimiz beceriksiz…); ardından pazarlık gelir (Tamam, bazı kurbanlar var ama SARS’dan daha hafif ve hasarı sınırlı tutabiliriz); bu da işe yaramazsa depresyon doğar (kendimizi kandırmayalım, hapı yuttuk)

Zizek, travmatik kaybın son aşaması olan kabullenmeyi nasıl edinebileceğimizi merak eder. Bireyler, gruplar, topluluklar ve küresel toplum için bu kabullenme neye benzer? Zizek’e göre, bu salgının gelişiminin “parlamak ve sonra sönmek” şeklinde olmayacağını, “burada kalacak ve yaşamlarımıza kalıcı korku ve kırılganlık katarak” süreceğini kabul etmemiz gerekiyor. “Her zaman burada olan ve -hiç beklemediğimiz anda patlayarak hayatımız için bir tehdit oluşturan kara bir gölge gibi- her zaman bizimle kalacak olan virüslerin aptalcasına yinelenen, zombi bir cinsellik öncesi yaşamı, yaşamın bir alt katmanı olduğunu” kabul etmeliyiz.

Bu kesinlikle doğru ama mecazi anlamında daha da etkileyici. Zizek’in anlattığı şey savunmasızlığı ve ölümlülüğüyle barışmamış bir yaşamın alt-insan özelliğidir. Zombi (pek canlı değil ama ölü de olmayan), cinsellik öncesi (yeni bir şey yaratmak için başkalarıyla bağlantı kuramayan), aptalcasına yinelenen bir hayat (Sokrates’in sorgulanmamış yaşamı ya da Hannah Arendt’in türedi varoluşu gibi bunlar da kendi kaderini belirleme yeteneğinden yoksundur). Freud’un ölüm güdüsü olarak adlandırdığı şey, kara bir gölge olarak bireyler, gruplar ve toplumlarda yaşamları yöneten bu anti-hayattır. Zizek’in anlattığı virüs çok derinlerimize yerleşmiştir ve yadsıma, pazarlık ya da gerçekliğin reddi olarak kendini gösterir.

Ancak, Zizek’in böylesine yıkıcı bir salgın karşısında “yaşamlarımızın anlamsızlığı” olarak tanımladığı şeye ilişkin değerlendirmesi biraz abartılmıştır. Ölüme mahkum kırılgan hayatlar yaşadığımız doğru ama bunların ille de anlamsız olması gerekmez. Aslında Zizek’in daha sonra yazdığı gibi, salgının içkin bir anlamı yok ama gerekli bir anlamın eksikliğini (başlı başına önemli bir kayıp) kabullenmek de ortaklaşa bir anlam yaratma ve katma olasılığını barındırır.

Bir yandan, kabullenmek, karşısında hiçbir özgürleşme imkanı olmayan ezici bir güce teslimiyet belirtisi olarak görünürken diğer yandan, varoluşsal kırılganlık ve ölümlülüğümüzü yaşamın gerçekleri olarak kabullenmek bizi gerçekten de özgürleştirir. Korku ve kırılganlığın ayrıntılı bir biçimde işlenmesiyle, kusurlu ve tutarsız yollardan da olsa, yaratıcı ve anlamlı özerk varoluşlara ulaşılabilir. Siyaset ve özerk eylem zamanlarının geri gelmesini isteyebiliriz ama her-şeyi-bilen bilim insanlarının rehberliğindeki her-şeye gücü-yeten liderlerin icra faaliyetlerini buna dahil etmek gerekmez. Salgına ve otoriter yönelimler tehdidine verilecek doğru bir yanıt olarak “kolektif dayanışmayı” önerdiğinde, Zizek’in vardığı sonucun da bu olduğunu anlarız.

Bu açıdan bakıldığında, yaşadığımız koronavirüs salgını beraberinde getirdiği ölüm ve çaresizliğin yanında bir fırsat da sunar. Ani ve derin şok, insanın kırılganlığını yadsımayı imkansız kılar. O halde, belki de kendimizi yadsıma salgınının uyuşturucu, sağırlaştırıcı etkilerinden koruyabiliriz. Bunlar bizi ekolojik bir felaketin eşiğine getiren ve yapısal sosyal eşitsizlikleri arttıranlarla aynı etkilerdir. Yaşam biçimimizi köklü biçimde değiştirme ihtiyacının ve de olasılığının değerini anlayabilecek miyiz yoksa tek başına teknolojik düzenlemelerin ekolojik felaketi önceleyeceğine inanmamızı sağlayan yadsıma ve her-şeye- gücü-yeterlik doğrultusunda ilerlemeye devam mı edeceğiz? Aynı şeye geri dönecek ve yolumuzdan sapmadan felaketi mi bekleyeceğiz? Yoksa, kırılganlığımızı kabul etmeyi ve küresel anlamda birbirimizle ve çevreyle ilişkimizde köklü değişiklikler yapmayı başarabilecek miyiz?

Zizek salgınlar ve protesto hareketleri arasında önemli bir benzerlik kurar. Bu, insanların birbiriyle bağlantılı ve ölümlü olduğu gerçeğinin anlaşılması ve kabul edilmesi süreçlerinin topluluklar arasında ve aslında toplulukların kendi içlerinde bile nasıl farklılık gösterdiğini net biçimde anlamamızı sağlamalıdır. Bireysel ve kolektif özgürleşme, birbirine bağlı ve birbirine geçmiş şeylerdir. İzninizle, yaşamın gerçeklerinin kabullenilmesi, dayanışma ve anlamlı ortak temsiller ile politik eylem arasındaki ilişkiye dair daha fazla içgörü sağlayan bir kriz yorumuna dönmek istiyorum.

Önemli zamanlarda karar verme

David Tuckett, University College London’da Karar Verme Belirsizliği Araştırma Merkezi’nin başkanıdır. Çığır açan çalışmasında, pek çok insanın yaşamında önemli etkiler bırakan yüksek tempolu ve yoğun strese sahip ortamlarda karar verme modeli geliştirdi. Yakın zamanda, finans piyasalarının Covid-19’a tepkisi üzerine değerlendirmeler yaptı. Değerlendirmeleri, ulusal ve uluslararası yönetim kurumlarının salgın karşısındaki genel tepki biçimine de uygundur.

Kabaca basitleştirildiğinde, Tuckett’ın modeli üç nokta etrafında döner. Bireyler ve gruplar 1) geleceğe ilişkin köklü belirsizlikler bağlamında “fantastik nesneler” (bilinçdışı inançlar) 2) peşinde koşmalarını haklı çıkarmak için “inanç hikayeleri” geliştirirler. Ve (çok bağlanılan “fantastik nesnelerin” kaybının neden olduğu) travmatik olaylara verilen tepki 3) hayale-dayalı davranış ile gerçeğe-dayalı düşünme arasında değişir.

Mevcut kriz şokundan sonra bir “fantastik nesne” yani, dış olayları ve bireysel yaşamları kontrol edebilme inancı paramparça oldu. Zizek’te olduğu gibi, travmatik olayda yitirilen şey, aynı zamanda, bireysel ve kolektif bir her-şeye-gücü-yeten benliğe ve belirsizliğin olmadığı bir yaşama inançtır. Yaşamın gerçek olgularının etkin bir inkarı karşısında, aktörlerin yaşamlarıyla ilgili olarak verdiği (bireysel ve kolektif) kararları destekleyen hikayeler böyle bir inançla yapılandırılmıştır. Koronavirüsün patlamasıyla birlikte, (önemli derecede farklı etkilerle de olsa) gerçeklik son derece şiddetli bir baskınla hemen hemen her insanın yaşamına girdi. İnanç sistemlerinin böylesine şiddetle parçalanmasının (aslında, geçersiz kılınmasının) yarattığı şok, salgının neden olduğu fiili kayıpları (kayıp, işsizlik, tecrit) arttırır.
Travmalar beklenmedik ve tahmin edilemez biçimlerde ortaya çıkar. Bireyler ve grupların benlik ve ait olma duygusunda köklü yarılmalara yol açarlar. Sıklıkla, yanıtlar travmanın geçersiz kıldığı ve başlangıçta krizin yapısını şekillendirmeye katkıda bulunmuş olan inanç sisteminde aranır. Henüz yeni bir inanç sistemi geliştirilmemiştir. Bu başsız dönemde, çaresizlik ağırlık kazanabilir ve eylemler etkisiz olabilir. İşlerin bu durumu travma karşısında erksizlik duygusunu daha da arttırabilir. Fantastik nesnenin kaybının yasını tutmadan sevilen bir insanın, bir işin, yaşam biçiminin kaybı için yas tutmak imkansız olabilir.

Zizek’in yasın ilk evresinin yadsıma olduğu şeklindeki açıklamasını hatırlayalım. Tuckett, kendisiyle yapılan röportajda büyük krizlerin ilk evresinde tepki verme yavaşlığının şaşırtıcı olmamasını değerlendirir. Yaygın bir biçimde tembellik suçlamaları dile getirilmiş ve Çin, İtalya, İngiltere, ABD, Brezilya, Hindistan ve Dünya Sağlık Örgütü karşılaşılan sorunun ciddiyetini küçümsemekle suçlanmıştır. Onlara atfedilen mantık ve nedenler farklılık gösterirken, bu suçlamaların küresel yaygınlığı insanı şaşırtır. Yine, Zizek’in açıklamasını hatırlayalım: “Önemli bir şey yok, bazı sorumsuz insanlar panik yayıyor.” Eskiden olduğu gibi devam etme çağrıları yaygındır (ve bazen bilerek sürü bağışıklıkları izlemenin gerçek sonuçlarına dair yanılgılarla doğrulanır.)

Değişen koşulların farkına varılması bir şok etkisi yaratır. Tuckett, 9 Mart’ta mali piyasalar dramatik bir biçimde düştüğünde yaşanan böyle bir şoku anlatır. Önce, koronavirüsün mevsimsel gripten çok daha ciddi olduğunu reddeden bir başkana rağmen ABD’deki faiz oranlarında bir düşüş vardı. Aynı günün ilerleyen saatlerinde petrol fiyatında 10 dolar düşüş görüldü. Gerçeklerle bu iki yüzleşmenin sonucu, tüm dünyada etkili olan büyük değer kayıplarında kendini gösterdi.

Alıntılanan röportajda Tuckett 10 Mart’taki piyasa kazançlarıyla ilgili olarak şunları söyler: “Salı günkü sıçrama, piyasa oyuncularının bir gün önceki yanılsamalarına tutunma çabasından başka bir şey değildir.” Alternatif olarak, yatırımcılar ve daha genel olarak koronavirüs salgınından etkilenenlerin “yeni sağlık durumunu ve sonuçlarını birleştiren” yeni inanç hikayeleri, yeni temsiller oluşturmaları halinde bu travmanın üstesinden gelinebileceğini belirtir.

Yeni inanç hikayeleri ve yaşam biçimleri oluşturma süreci, Uluslararası Psikiyatri Birliği’nin eski başkanı Stefano Bolognini’nin önerdiği imgeyle anlatılabilir. Mevcut salgını konu alan internet tabanlı bir seminerde, kendimizi güçlü bir deprem evlerimizi yıktıktan ya da hasar verdikten sonra çadırlarda yaşıyormuşuz gibi düşünmemizi önerdi. Kontrol edemediğiniz olaylar hayatınızı önemli ölçüde değiştirdiğinde, aldatıcı bir biçimde tatili ve macerayı çağrıştıran çadırlar, içinde yaşamak için pek de heyecan verici yerler değildir. Çadır imgesi ve çağrışımları bizi aşağıdakileri düşünmeye de çağırır. En çok kimlerin evleri etkilendi? Villalar, daireler, gecekondular? Eski binalar mı yeniler mi Yeni evler şimdi yıkılanlar gibi dayanıksız olur mu? Yoksa herkes için daha güçlü ve sürdürülebilir evler mi yapılacak? Bunlar küresel aktivistlerin salgından önce de sormakta olduğu sorulardır ama şimdi daha yüksek sesle bir kez daha soruyorlar.

İçinde yaşadığımız evler onarılmayacak, yenileri inşa edilecek. Bu evlerin, mahallenin ve hatta dünyanın neye benzeyeceği pek çok etmene dayalı. Tuckett, mali piyasaların bu krize 2008 krizindekine benzeyen aldatıcı bir iyimserlik zihniyetiyle girdiğini gözlemler. Finans operatörleri mali piyasaları gerçekte mümkün olduğundan daha fazla kontrol edebilirmiş gibi davrandılar. Küresel toplum –politik, ekonomik, sosyal olarak- bu krize benzer bir inkar zihniyeti ve kontrol yanılsamasıyla yaklaştı. Nükleer facia, çevresel felaket ve giderek artan sosyal eşitsizlik ise gerçekliği ya da gerçekleşme ihtimali yadsınan üç yıkıcı olasılıktır.

Benzer şekilde, Zizek için de bu krizin kabullenilmesi “İki yönde gelişebilir. Yalnızca hastalığın yeniden normalleştirilmesi anlamına gelebilir: Tamam, insanlar ölecek ama yaşam devam edecek, belki olumlu yan etkileri bile olabilir. Ya da kabullenme bizi paniğe ya da hayallere kapılmadan kolektif dayanışma içinde hareket etmeye yöneltebilir (ve yöneltmelidir).” Bir anlam bulmak ve katmak ve böylelikle krizi aşmak ancak yaygın dayanışmayla mümkündür. Çevre, barış ve insan hakları (insanın çalışma, beslenme, konut, sağlık hakları) hareketlerini içeren küresel aktivist ağları, bu krizin üstesinden gelmek için gereken enerji ve düşünce katkısını sağlayabilir. Buna karşılık, mevcut krizin üstesinden gelme mücadelesi de bu çevresel ve sosyal krizlerin görmezden gelindiğini dillendirmeye katkıda bulunabilir.

Tekrar söylemek isterim ki, bu kriz kolektif bir travmadır. Küresel travma her birimizi diğer herkesten ve önceki benliklerimizden ayırır. Yaramız ölümcül değilse travma bizi iyileşme enerjilerini harekete geçirmeye zorlayabilir. Mevcut travma kolektif olduğuna göre, kolektif iyileşme enerjilerini harekete geçirebilir.

(Çeviri: Ayşen Tekşen) 

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER