A3 Haber

Aziz Nesin olmanın önemi, değeri bugün daha çok anlaşılıyor: Ölmeyen bir aydın üzerine notlar…

Aziz Nesin olmanın önemi, değeri bugün daha çok anlaşılıyor: Ölmeyen bir aydın üzerine notlar…

Aziz Nesin olmanın önemi, değeri bugün daha çok anlaşılıyor: Ölmeyen bir aydın üzerine notlar…
Temmuz 06
15:11 2020

Bugün 6 Temmuz… Tam 25 yıl önce bugün ayrıldı aramızdan Aziz Nesin.
Gerçekten ayrıldı mı peki?
Aziz Nesin öldü mü sizce?
Yazıp çizdikleriyle, yapıp ettikleriyle, konuşup anlattıklarıyla hâlâ aramızda, dipdiri, capcanlı değil mi?
Aziz Nesin yaşıyor da, biz ölmüş olabilir miyiz acaba? Ölmüş, bitkiselleşmiş, otsulaşmış, taşlaşmış olabilir miyiz?
Yaşamaktan ne anladığımıza bağlı bu biraz da…

Her gün, her saat, her dakika olup bitenler… Gazeteler, televizyonlar, sokaklar, kentler, köyler, siyaset sahnesi, devlet yönetimi… Niçin her birimizin Aziz Nesin olması gerektiğini müthiş bir berraklık ve netlikle açıklıyor mu?
Niçin Aziz Nesin olmamız, neden Aziz Nesin’in o kararlı, inatçı, ısrarlı aydın tavrına sahip çıkmamız gerektiğini anlamak için, memlekete şöyle bir bakmak yeterli aslında.

Neler oldu bu ülkede son 10 yılda, 20 yılda?
Çok değil, henüz 10-15 yıl önce “O kadar da olmaz, bu ülkede onu beceremezler” dediğiniz her şey ama her şey hayata geçirilmedi mi? Miting meydanlarında, televizyon konuşmalarında “Bu dava, davamız” dedikleri her türlü gerici uygulamayı alıştıra alıştıra, kanıksata kanıksata, bazen liberal hile ve yöntemlerle, bazen de zorbaca dayatarak hayata geçirmediler mi?
Eğitimi, sağlığı, adliyeyi, kamusal tüm alanları bir dinsel kuşatma içerisine almadılar mı?
Birkaç hafta önce Türkiye’nin ilk türbanlı başsavcısı atandı. “Türbanlı başsavcı olmaz” diyen tek bir baro, tek bir “muhalefet” partisi gördünüz mü, işittiniz mi?

Ne diyordu Aziz Nesin 1993’te?
Kelimesi kelimesine şunları söylüyordu: “Yarın, öbür gün bu dinciler iktidara gelip imam hatipten yetiştirdiği talebeleri yargıç, avukat, hekim, mühendis, belediye reisi gibi devletin her koluna atayıp en son bu talebeleri Harbiye’ye sokarak orduyu ele geçirip devleti her koldan kuşatacaklar. Ama şu an kimse farkında değil!”
İşte Aziz Nesin, bu yüzden öngörülü ve gerçek bir aydındı.
Ve işte Aziz Nesin’i bu nedenle yakmak istediler!

Bir anne-baba, çocuklarının “seçmeli” Kuran dersini seçmesini istemiyor. Gayet makul bir istek… Fakat “seçmeli” olan Kuran dersini almanın “mecburi” olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
“O da ne demek” demeyin.
AKP adlı islâmofaşist sermaye diktatörlüğü, tehditle, baskıyla, zorla Kuran dersi dayatabiliyor. Çünkü ülkede fiili olarak radikal ve köktenci bir sünni-islâmi rejim hüküm sürüyor.
Hatırlıyorum: Aziz Nesin, eğer din dersi zorunlu olacaksa, bu dersin bilimsel eğitimden geçmiş, laikliği benimsemiş, materyalist felsefeyi özümsemiş öğretmenler tarafından anlatılması ve derslerde sadece dinlerin kökeni, doğuşu, kaynakları, sınıfsal işlevleri gibi konuların işlenmesi gerektiğini yazmıştı. Türkiye’deki “seçmeli ama zorunlu” din derslerinde yapılan ise kaba bir sünnilik propagandası.
Aziz Nesin her türlü tehdide, baskıya, yıldırıya karşı bu görüşlerini tek bir geri adım atmadan, tek bir eleştirisini geri çekmeden savunagelmişti.
“Halkımızın değerleri” adı altında gericiliğe, ilkelliğe, bayağılığa fit olmamıştı.
Aydın olmanın ne demek olduğunu yaşamıyla göstermişti.

Şırnak’ta görev yapan TEM polislerinin TRT ekranlarında söylediklerini anımsarsınız
Polis diyor ki: “İnanan insanlarız, şehadete inanıyoruz. Bunun için ilk sırada yer almak istiyoruz. Gücümüzü inancımızdan yani İslâm’dan alıyoruz.”
Türkiye’de AKP diktatörlüğünün vurucu ve militan gücü haline gelen polisin, ideolojik ve siyasi yapısını çok net gösteren bir haber.
Laik bir cumhuriyet rejiminde polis gücünü dinden, kutsal kitaptan, mezhebinden, cemaatinden almaz, alamaz, almamalı. Kamusal güvenlik hizmeti verecekse eğer polis, gücünü laik ve cumhuriyetçi hukuktan, kamucu anlayıştan, cumhuriyet değerlerinden alır.
Eğer gücünü dinden, cemaatten, mezhepten alırsa, işte o zaman Saray’dan talimat gelir, gider Ali İsmail’i, Ethem’i, Berkin’i vurur, emekçi ve yoksul halkları katleder!
O haberde konuşanlar polis falan değil, fiili olarak hüküm süren İslâmcı diktatoryanın silahlı militanlarıdır.
Şunu da anımsayacaksınız: Adana’da bir din dersi öğretmeni, öğrencilerini mezarlığa götürüp “Ahirete iman, kıyamet ve yeniden dirilme” konulu dersleri anlatmıştı. Parmak kadar çocuklar, mezar taşlarının arasında endişe dolu gözlerle öğretmeni dinliyor. O çocukların yaşadığı psikolojik travmayı düşünemiyorum bile.
Bu “öğretmenin” öğretmen olarak kabul edildiği bir ülkede, ne eğitim var olabilir, ne bilim… Ne yazık ki çocuklarımızın her sabah gittiği o binalar artık okul olmaktan çıkmış, 4+4+4 marifetiyle “sürü” ve “yobaz” imal edilen fabrikalar haline gelmişlerdir.
Felsefe derslerine imamların girdiği, fen bilimleri öğretmenlerinin de giderek imamlaştığı yerlere okul demek, bilim ve eğitim kavramlarına ihanettir.
Mezar taşları arasında beyinleri, ruhları, kişilikleri kökten biçilen çocuklarımız, “Yeni Türkiye” dedikleri insansız-vicdansız-bilimsiz-sanatsız düzenin kulları ve köleleri haline getirilmektedir.

Çocuklara bu düzende iki şey öğretilmektedir: Korku ve cehalet.
İşte tam da bu nedenle Aziz Nesin’in “Korkudan Korkmak” adlı o müthiş kitabı tez elden okunmalıdır.
“Korkudan Korkmak” başlıklı yazı, aslında Aziz Nesin’in yazdığı bir önsöz. Dieter Duhm’un “Kapitalizmde Korku” adlı kitabına yazdığı önsöz.
Aziz Nesin bu yazısında, sınıflı toplumlarda, kapitalist düzenin imal ettiği korkudan bahseder.
“Korkudan korkan insan” modelini şöyle anlatır Aziz Nesin: “Kendini özgür sanan köledir. Karşıtıyla uyum sağlamayı, uzlaşmayı insancıllık (hümanizm) sanan bir enayi insan modeli ortaya çıkar. Yüreksizliğini yüreklilik sanır. Kişiliksizliğini (tek boyutluluğunu) kişilik sanır.”

İmam hatipler, Kuran kursları, tarikat okulları kapatılmadan, “korkudan korkan insancıklar” yetişmeye devam edecektir.

Bir haber başlığı daha: “2011’den beri IŞİD’e katılan Avrupalı cihatçıların çoğu Fransa ve Almanya’dan.”
Çünkü dinsel gerici barbarlığın kökü sınıfsal ve tekelci sermaye düzenidir. Yani bugün Avrupa’yı ve dünyayı sarıp sarmalamış olan kapitalist düzen.
Emperyalizm, her türlü gericiliğin en üst seviyede eklemlenmesi ve yoğunlaşması anlamına geliyor. Aydınlanmanın ve laikliğin beşiği olan Avrupa, şu anda IŞİD’in, cihatçı çetelerin, dinsel karanlığın, sömürü ve insansızlığın kaynağı haline dönüşmüştür. Çünkü sık sık yinelediğimiz gibi, emperyalizm özsel olarak dinseldir.
Ve şunu biliyoruz ki: Ilımlı İslâm ekenler, IŞİD biçmeye mahkûmdurlar!
Sermayenin, tekellerin, kapitalizmin laiklik ilkesiyle yan yana gelme imkân ve ihtimali yok.
IŞİD’i, Fethullah Gülen’i, AKP’yi ve tüm siyasal islamcılığın yaratıcısı emperyalist tekeller düzenini her düzeyde yenmenin tek yolu laik, kamucu, cumhuriyetçi, eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzen.
İşte bu mücadele dışında, bu barbarlığı yenmenin başka bir yolu, yordamı, yönü ve yöntemi kalmamıştır.
Ve yine işte tam da bu nedenle Aziz Nesin olmak gerekiyor.

Aziz Nesin’in de yaşadığı bu toprakları her daim taze tutan, yeşerten, yaşatan damar, bu ülkenin ilerici, laik, eşitlik ve özgürlük sevdalısı insanlarında her zamankinden daha gür, daha hızlı, daha coşkulu akmaya mecbur.
Aziz Nesin olmak da yetmez. Aziz Nesin’i, o kararlı ve ısrarlı aydın duruşunu da kapsayarak ileriye doğru hızla aşmak zorundayız: Bu zorunluluk, en büyük özgürlüğümüz olacaktır.

Bu da yetmez…
Aziz Nesin olma bilincini iktidara taşımaya mahkûmuz: Bu mahkûmiyet ise kurtuluşumuz.
Gericiler bunu fark ettikleri için yakmak istediler Aziz Nesin’i.

About Author

Ahmet Çınar

Ahmet Çınar

Related Articles

TÜM HABERLER