A3 Haber

Kapitalist sistemde toplumcu belediyecilik mümkün mü?

Kapitalist sistemde toplumcu belediyecilik mümkün mü?

Kapitalist sistemde toplumcu belediyecilik mümkün mü?
Temmuz 11
09:33 2020

Parlamenter sistem artık yok. Onun yerine tek bir kişinin isteklerine göre düzenlenmiş yeni bir sistem var. Hal böyle olunca halkın yönetim modelini seçmesi için tek yer, yerel yönetimler.
Yerel yönetimlerde özellikle CHP’nin uzun yıllardır denediği modeller var. Başarılı olsalar bile siyasi atmosferin içinde kaybolan isimler, CHP’nin bir türlü ortaklaştıramadığı farklı modellerle karşımıza çıkıyorlar. Sanki el yordamı ile çözüm üretiliyor. Halkçı olması gerekirken ranta dayanan, emeğe güç vermesi gerekirken sermayeye derman olan birbirinden farklı uygulamalar doğal olarak halkın da kafasını karıştırıyor.
Bu karışıklığı gidermenin en kolay yolu da bir bilene sormak.
Dr. Engin Bozkurt, doktora çalışmasını toplumcu belediyecilik üzerine yapmış bir isim. Bu nedenle, kafa karışıklığını giderebilecek bilgileri ona sorduk.
Umarız keyifle okursunuz.

Doktora tezinizde ve makalenizde belirttiğiniz 1960’lı yılların ardından 1973 sonrası yükselen toplumcu belediyecilik anlayışının olmazsa olmaz temel kuralları nelerdir?

Toplumcu belediyecilik kavramı, Türkiye’de sağ siyasal iktidarın kendisine muhalif olan belediyeler üstündeki mali ve siyasi baskılarına karşı kimi CHP’li belediyelerin dünyada ve ülkemizde yükselen sınıf mücadelelerinden etkilenerek geliştirdikleri 5 temel ilke ve 7 temel prensip üzerinden yükselmiştir. Toplumcu belediyecilik akımının; Üretici olma (Hizmetleri piyasaya havale etmeden kamu kaynakları ve kendi özgücüne yaslanarak üretim), Kaynak Yaratıcı olma (Sızlanmak yerine kaynak yaratmanın yollarını aramak), Birlikçi-Bütünlükçü olma (yerel-ulusal siyaseti ilişkilendirerek belediye politikasını sınıf mücadelesinin bir parçası olarak görmek), Demokratik Katılımcı olma (Paris Komünü’ndeki geri çağırma hakkı da dahil olmak üzere her kararın ve sürecin halk için ve halkla beraber yürütülmesi), Piyasa Düzenleyici olma (Hizmet sunumunda emekçi sınıfları gözeten kurallar getirerek piyasa güçlerinin sömürü politikalarını engellemeye çalışmak) ilkelerine sahip olması gerektiği savunulmuştur.
Söz konusu ilkelerin yanında toplumcu bir belediyeciliğin emekçi sınıfları önceleyen yedi temel prensibe yaslanması gerektiği (sosyal adaletçi olma, halk katmanlarını karar alma süreçlerine dâhil etme, yerel yönetim değil yerel hükümet olma, rantı engelleme, denetimci değil üretici olma, toplumcu imar planlama süreci yaratma, gayrimenkul spekülasyonunu ortadan kaldırma) savunulmuştur.

1980’li yıllardan sonra ortaya çıkan sosyal belediyecilik ile toplumcu belediyecilik arasındaki en önemli farklar nelerdir?

Sosyal Demokrat Halkçı Parti, dünyada reel sosyalizmin çözüldüğü ve toplumcu yerel uygulamaların arayış içinde olduğu bir dönemde yerel seçimlerde başarı elde etmiştir. 1988 yılında sosyal piyasa ekonomisini benimsediğini belirten SHP, görevde olduğu belediyelerde, 1973-80 dönemi CHP’sinden farklı olarak yeni dünya düzeni ve küreselleşme söylemiyle barışık bir siyasal çizgi sürdürmüştür. Bu dönemde, toplumcu belediyecilik çizgisindeki sol unsurlara mesafeli duran SHP, kamu yararı ile piyasa mekanizmaları arasında, piyasadan yana bir denge tutturmuş ve ortaya koyduğu belediyecilik anlayışını “sosyal belediyecilik” olarak tariflemiştir. Öyle ki Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Karayalçın, 1989-94 arası ortaya konan “sosyal belediyecilik” uygulamalarının 1970’lerin toplumcu belediyecilik pratiklerini aşarak geliştirdiğini dahi iddia edebilmiştir. Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin belediyecilik anlayışı ile 1970’lerdeki toplumcu belediyecilik çizgisi arasında önemli farklar bulunmaktadır. Toplumcu belediyecilik üretici, kaynak yaratıcı, birlikçi-bütünlükçü, demokratik katılımcı ve tüketimi düzenleyici ilkeleriyle sosyal demokrat belediyeciliğin sosyalist ideolojiye yatkın radikal kanadını temsil etmektedir. Bu dönemin belediye başkanları, belediye siyasetini sınıfsal çelişkilerin yaşandığı bir alan olarak tariflemiş ve saflarını açık bir şekilde emekçi sınıflardan yana koymuşlardır. Bununla birlikte toplumcu belediyeciliğin devrimci sosyalist kanadını temsil eden Fatsa deneyiminin uygulayıcıları, Belediyedeki faaliyetlerini sosyalizm mücadelesinin bir aracı olarak görmüşlerdir.
Ayrıca bu dönemde toplumcu belediyeciliğin üretimci ve dolayısıyla kaynak yaratıcı politikalarından uzaklaşılmış, kentsel projeler için ihtiyaç duyulan finansman, tahvil satışları ve uluslararası krediler yoluyla elde edilmiştir. Kaldı ki 1989-94 arasındaki emekçi sınıfları kısmi olarak gözeten uygulamalar, 1991 yılında emek alanındaki mücadelelerin düşüşüne paralel şekilde, aşama aşama gerilemiştir. Diğer taraftan taşeronlaşma, uluslararası borçlanma, özelleştirme uygulamaları; ANAP döneminden başlayarak SHP’li belediyeler döneminde süreklileşerek devam etmiştir.

Dünyada ve Türkiye’de toplumcu belediyecilik nasıl ortaya çıkmış ve gelişimi nasıl olmuştur?

Belediye kurumlarının kökeni antik dönemdeki sitelere ve orta çağ dönemindeki komün kent yönetimlerine kadar uzanabilmektedir. Fakat modern anlamda belediye kavramı merkantalist kapitalizm sonrası olgunlaşan ve ulus-devletlerin oluşmasıyla güçlenen yerel yönetim birimlerine dayanmaktadır.
Toplumcu belediyecilik olgusu ise dünyada iki ana sosyalizm akımından etkilenerek ortaya çıkmıştır. Bu akımlardan ilki olan reformist sosyalizm düşüncesi; belediye sosyalizmi (19. yy ortasından 1950’ye kadar), beledi-emekçilik (Keynesci refah devleti belediyeciliği), yerel sosyalizm (1970-1990) ve yerel Marksizm (1950-1990) uygulamalarının doğup gelişmesine ideolojik altık oluşturmuştur. Bir diğer sosyalizm akımı olan devrimci sosyalizm düşüncesi ise Marx, Engels, Lenin ve Mao’nun bilimsel sosyalizm teorilerini temel alarak gelişmiş ikili iktidarları (HKP-Maoist idaresindeki Hindistan kızıl kuşağı, Zapatistalar yönetimindeki Chiapas eyaleti, Kolombiya-FARC vd.), reel sosyalist ülkelerdeki yerel yönetimleri (Yugoslavya farlılık arz edebilmektedir) ve Batı Avrupa’daki Küçük Moskova örneklerini (1920’ler-1950) yaratmıştır.
Ülkemizde de dünyadaki sürece benzer şekilde toplumcu belediyeciliğin doğması ve gelişmesi iki ana sosyalizm akımının etkisi altında gerçekleşmiştir. Bu akımlardan reformist sosyalizm çizgisi CHP’li kimi belediyelerin pratik birikimlerinden doğan “yeni belediyecilik hareketi”nin doğmasına, devrimci sosyalizm çizgisi ise Fatsa Belediyesi ve 1 Mayıs Mahallesi deneyiminin yaşanmasına vesile olmuştur.

Neoliberal dönemde yerel yönetimlerin kamusal hizmetleri özel sektöre ihale ederek yarattığı kent girişimciliği modelinin emekçi sınıflara ne zararı olmuştur?

Ülkemizde neoliberal belediyecilik dönemi 1980 askeri darbesi sonrası 1984 yılında yapılan yerel seçimlerde ANAP’ın birçok kent belediyesini alması ile başlamıştır. Bu dönemde uygulamaya konan neoliberal-piyasacı belediyecilik çizgisi ana hatları değişmeden SHP’nin neoliberal-sosyal belediyecilik politikaları ile devam etmiş, RP-AKP’nin İslamcı Belediyecilik modeliyle günümüze kadar ulaşmıştır.
1980 sonrası neoliberal belediyecilik döneminin en önemli özelliği, artan yerel yönetim gelirlerinin emeğin yeniden üretimine yönelik faaliyetlerden çekilerek, sermayenim doğrudan ve dolaylı yollarla (hizmetlerin özel sektöre ihalesi, ayrıcalıklı imar planı değişikliklerinden yaratılan rantlar, ihtiyaç duyulan kaynakların kapitalist finans merkezlerinden temini vb.) yeniden üretimine aktarılmasıdır. Böylece, 1970’lerin toplumcu belediyecilik deneyimlerinin dinamik gücünü oluşturan gecekondu halkı ve işçi sınıfı, siyasal iktidarın imar afları ve ayrıcalıklı imar planları yoluyla kentsel ranta dayalı yeni birikim rejimine, kısa yoldan zenginleşmeyi amaçlayan alt ölçekli girişimciler olarak dâhil olmuşlardır. Yine neoliberal belediyecilik döneminde kentlerin çeperlerindeki boş arazilere doğru saçaklanarak gelişen banliyöleşme hareketi başlamıştır. Bu bölgelerde özellikle sendikalı işçilerin ve diğer emekçi sınıfların konut kredileri yoluyla gayrimenkul sahibi olması devlet tarafından teşvik edilmiştir. Böylelikle yaygınlaşan krediler ve gecekondu afları yoluyla hem gecekondularda yaşayan kent yoksulları, hem de beyaz yakalı kesim kentsel rantlardan pay alma mücadelesine dâhil edilerek sermayenin kentleşme siyasalarına eklemlenmiştir.

CHP’de 1973 yerel seçimlerinde toplumcu belediyecilik modelini benimseyerek seçilen Ahmet İsvan, Vedat Dalokay ve Erol Köse gibi isimlerin yeniden aday gösterilmemesinin nedenleri nelerdir?

Toplumcu Belediyecilik politikalarının yaratılmasında önemli etkileri olan bu belediye başkanlarının yeniden aday gösterilmemesi dört temel neden ile açıklanabilir:
1. CHP genel merkezi, il yöneticilikleri ve belediye meclislerinde etkin olan küçük üretici ve esnaf kesiminin mevcut belediyelerin piyasaya müdahalelerinden rahatsız olması
2. Halk tarafından benimsenen başkanların partinin üst kademelerine yükselme ihtimalinin parti içi güç dengelerini bozma ihtimali
3. İlerici-sosyalist kesimlerle birlikte yaratılan toplumcu pratiklerin kapitalist düzen siyasetinin sınırlarını zorlaması ve bu durumdan sağ siyasal iktidar kadar CHP yönetiminin de rahatsız olması
4. Kentsel yaşamın belirleyici bir aktörü olan orta sınıfların özel araç öncelikli ulaşım, yapılaşma ve emsal artışı taleplerine karşı toplu ulaşım ve yoksulların barınma ihtiyacının desteklenmesi
1973’te başlayan toplumcu belediyecilik uygulamaları, anılan belediye başkanlarının 1977 yılındaki yerel seçimlerde tekrar aday gösterilmemesi sonrası CHP’li yeni belediye başkanları aracılığıyla devam ettirilmeye çalışılsa da, söz konusu uygulamalar hem siyasi hem de mali engeller nedeniyle gittikçe etkisizleştirilmiştir.

1980 sonrası ANAP iktidarı ile emekçilerin kaybettiği hak kayıplarının ardından 1989 yerel seçimlerinde SHP’nin yerel yönetimlerde iktidar olması ancak başarısız olmasının nedenleri nelerdir?

Anavatan Partisi’nin hükümette ve birçok belediyede yönetimde bulunduğu yıllar boyunca artan yoksulluk, işsizlik ve iş güvencesiz çalışma koşulları emekçi sınıfların tepkilerinin giderek artmasına sebep olmuş ve bu tepkiler 1989 baharındaki işçi eylemleri ile doruk noktasına ulaşmıştır. Emekçi sınıfların ekonomik taleplerini 1989 yerel seçimlerinde başarılı bir propagandayla fırsata dönüştüren SHP, başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere birçok kentte belediye yönetimine gelmiş fakat 1994 yılında gerçekleştirilen bir sonraki seçimde elindeki çoğu belediyeyi kaybetmiştir.
SHP’nin söz konusu başarısızlığının başlıca ulusal ve uluslararası nedenleri bulunmaktadır.
SHP’nin 1970’lerdeki toplumcu belediyecilik çizgisinden uzaklaşarak Karayalçın’ın ifadesiyle “sosyal belediyecilik” düşüncesine kayması, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB’nin) dağılması, sosyalist iddianın başta Çin olmak üzere bütün dünyada gerilemesi ve neoliberal ideolojik hegemonyanın güçlenmesi anılan başarısızlığın bir yönünü oluşturmaktadır. Bununla birlikte ülkemizde giderek derinleşen ekonomik kriz, SHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki yolsuzluk skandalı ve 1992 yılı itibariyle işçi eylemlerindeki düşüş; SHP’nin 1994 yılındaki yerel seçimlerde elindeki belediyeleri “adil düzen” sloganıyla yerel seçim propaganda süreci yürüten Refah Partisi’ne kaptırmasında etkili olan iç siyasal nedenlerdir.

AKP’nin iktidar olduğu yıllarda sol ve sosyalist kesimlerin belediye ve yerel yönetimlere ilgisinin artmasının temel nedenleri nelerdir?

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hükümet olduğu yıllarda, sosyalist kesimlerin belediyelere ve yerel seçimlere ilgilerinin giderek artmasının altı temel nedeni olduğu söylenebilir:
1. Yerel yönetimlerin doğrudan ve dolaylı yöntemlerle önemli miktarda mali kaynağı yönlendirmesi ve bu kaynağın emekçi sınıflar için kullanılması hedefi
2. AKP döneminde artan yapılı çevre yatırımlarının kırsal ve kentsel kamusal-müşterek alanlar üzerinde yarattığı rant baskısı ve bu baskıya karşı artan toplumsal tepkiler
3. AKP’nin 2010 yılı sonrası döneminde beliren otoriterleşme eğilimi nedeniyle yerel yönetimlerin karar alma süreçlerine katılımda merkezi yönetime göre daha erişilebilir olduğu düşüncesinin sol kesimlerde gelişmesi
4. Kültürel kimlik, ekoloji ve cinsiyet politikalarının toplumsal mücadelelerde etki alanının genişlemesi ve sol hareketler içerisinde otonomcu-yerelci ideolojik fikirlerin güçlenmesi
5. Demokratik merkeziyetçiliği savunan devrimci sosyalizm akımının ulusal ölçekteki devrim stratejisinin sol ideolojideki etkisinin zamanla azalması
6. Sosyalist kesimlerin 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası Avrupa Komünist Partileri’ne benzer şekilde geçmişten bugüne kitle tabanlarının güçlü olduğu birtakım kentleri, sosyalist idareciliğin yeniden inşası yoluyla toparlanarak tekrardan merkezi siyasete yürümenin ideal ölçeği olarak görmesi

2000 yılı sonrası Türkiye genelinde belediye kazanan sol-sosyalist-bağımsız adayların yerel yönetimleri başarılı olmuş mudur? İzmir Dikili’de belediye başkanlığı yapan Osman Özgüven’in yaptıkları toplumsal belediyecilik örneği olabilir mi?

2000 sonrası birtakım ilçe belediyelerinde yönetime gelen sol-sosyalist siyasetler seçim bildirgelerinde farklı kavramlar kullansalar da (radikal demokrat belediyecilik/HDP, devrimci halkçı-belediyecilik/SMF, katılımcı belediyecilik/ÖDP, sosyal belediyecilik/CHP vd.) ortak hedefin toplumcu bir belediyecilik yapmak olduğu anlaşılmaktadır. Anılan sol-sosyalist örgütlerin yerel yönetim deneyimleri incelendiğinde, iyi niyetli ve özverili çabalar sergilense de nihai olarak hiçbirinin toplumcu belediyeciliğin özellikle demokratik katılımcı, üretici ve kaynak yaratıcı politikalarını hayata geçiremediği söylenebilir. Bununla birlikte 2009 yılında CHP’nin adayı olarak seçimleri kazanan Osman Özgüven’nin Belediye Başkanlığı yaptığı dönemdeki uygulamaları nedeniyle Dikili Belediyesi, CHP’li belediyeler arasında öne çıkmayı başarmıştır. 10 tonun altında su tüketen vatandaşlardan ücret alınmaması, halk-ekmek fırını açılması, sağlık hizmetlerinde yoksulların öncelenmesi, “Barış ve Demokrasi Festivalleri”, kreş, kültür merkezi gibi uygulamalarla Dikili Belediyesi ülke genelinde kendinden söz ettirmiştir. Üretici ve demokratik katılımcı politikalar geliştirme konusunda ise eksik kalmış, toplumcu belediyecilikten ziyade sosyal belediyecilik özelliği göstermiştir.

Ovacık Belediyesi’nin 2018 yılında düzenlediği “Tohum Takas Şenliği”ne Seferihisar Belediyesi Başkanı Tunç Soyer (Şu anda İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı) olmak üzere, tarımsal üretime destek veren birçok belediyenin katılması ve diğer ortak etkinlikler toplumcu belediyeciliğin gelişmesi için umut mudur?

Ovacık Belediyesi öncülüğünde gerçekleştirilen “Tohum-Takas Şenliği” gibi etkinliklerin artması, bu kurumların piyasaya ve merkezi yönetime muhtaç kalmadan dayanışma ilişkileri sayesinde kendi iç dinamiklerine yaslanarak üretici özelliklerini beslemeleri tabi ki umuttur. Diğer taraftan sağ siyasal iktidar bloğunun devletin zor aygıtlarını geçmişte olmadığı kadar yoğun şekilde toplumsal muhalefet güçleri üzerinde kullandığı, kayyum uygulamalarının süreklileştiği, yolsuzluğun arttığı, belediyenin idari ve mali yetkilerinin kerte kerte merkezi yönetimin görev alanına kaydırıldığı, samanın bile yurt dışından ithal edilir hale geldiği böyle bir ekonomik-siyasal kriz döneminde, sol belediyecilik iddiasında olan kurumların geniş bir dayanışma ağı ile üretici seferberlik kampanyası başlatmaları önemli bir ihtiyaç olarak durmaktadır. Bu kampanyada esas amaç halkı üretim süreçleri üzerinden bilinçlendirmek ve siyasal iktidar üzerinde basınç unsurları olarak örgütlemek olmalı ve halkı asla muhtaçlığa, hantallığa ve kolaycılığa sürüklemek olmamalıdır. Çünkü sol-sosyalist örgütlerin görevi sınıfsal çelişkilerin su yüzüne çıkmasını zamanda ve mekânda öteleyen hayır kurumları gibi davranmak değil, bu çelişkileri pratik-politik mücadele süreçlerinde halka fark ettirerek yol göstermektedir.

Ovacık Belediyesi örneği, Türkiye’de yerel yönetimlerde uygulanabilir toplumcu belediyecilik modeli midir? Bu modelin önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin yerel yönetimlerine nasıl yansıyacağını beklemektesiniz?

Toplumcu belediyeciliğin günümüzde olmazsa olmaz unsurlarından birisi “üreticilik” ilkesidir. 2010 yılı sonrası her ne kadar “yeni toplumcu belediye” gibi kavramlar üretildi ise de, söz konusu kavramı uygulayamaya aday olan politik aktörlerin toplumcu belediyeciliğin “üreticilik” ilkesini hayata geçiremediği görülmüştür. Ayrıca toplumcu belediyecilik, yalnızca iyi niyetli sol-sosyalist aktörlerin iradi çabaları sonucu ortaya çıkmış bir akım değildir. Bu akımının doğup gelişmesinde dünya ve ülkemizdeki siyasal mücadelelerin büyük payı vardır. Ayrıca ölçek ekonomileri, sosyo-kültürel yapı, siyasal-sınıfsal güç dengeleri, merkezi yönetim ile olan ilişkiler ve nüfus gibi dinamiklere bağlı olarak toplumcu belediyecilik uygulamalarının farklı kentsel ölçeklerde değişen önceliklere sahip olacağı çok açıktır. Fakat her ne kadar sosyo-mekansal ölçek değişse de anılan beş temel ilke, bütün toplumcu belediyecilik örnekleri için geçerli olan ve gerisine düşülmemesi gereken politik bir eşik bırakmıştır.

Dr. Engin Bozkurt kimdir?

ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama lisans, ODTÜ Kentsel Politika Planlama ve Yerel Yönetimler yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Kent ve Çevre Bilimleri doktora mezunu. Kültür Bakanlığı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nda çalıştı. Halen İzmir Karşıyaka Belediyesi’nde şehir plancısı olarak çalışıyor.

Makalenin tamamını BURADAN okuyabilirsiniz

About Author

Serdar Öztürk

Serdar Öztürk

Related Articles

TÜM HABERLER