A3 Haber

Deniz arazileşmesi: Zenginler için gösterişli bir proje mi, yoksa insanlığın geleceği mi?

Deniz arazileşmesi: Zenginler için gösterişli bir proje mi, yoksa insanlığın geleceği mi?

Deniz arazileşmesi: Zenginler için gösterişli bir proje mi, yoksa insanlığın geleceği mi?
Ağustos 25
12:34 2020

Seasteading (deniz arazileşmesi) kavramı, “herhangi bir hükümetin bölgesi dışında kalan denizde, kalıcı mesken edinme” anlamına geliyor… Yeryüzünün bir sonraki sınırı Silikon Vadisi krallarının ve tiran korkusu olan özgürlükçülerin gözdesi haline gelen dalgaların üstündeki şehirler mi olacak? Mimari ve tasarım eleştirmeni Oliver Wainwright, The Guardian’da yayımlanan analizinde, bu sorunun yanıtlarını arıyor. Denizlerin üstüne kurulan toplumlar, nasıl toplumlar olacak, nasıl yaşayacak? Be ve benzeri sorulara yanıt vermeye çalışan Wainwright’ın analizini Ayşen Tekşen’in çevirisiyle paylaşıyoruz…

Panamanın Karayip sahili açıklarında, dalgaların üstünden batmış bir buharlı geminin bacası gibi görünen beyaz, çelik bir direk yükseliyor. Geçen ay suya indirilen bu yapı, bir gemi enkazı olmayıp kısa sürede “yüzen ev” haline gelecek olan şeyin temeli. Yapımcılarının gözünden baktığımızda ise Covid-19 sonrası açık denizde cesur bir toplum inşa etmenin ilk adımı.

Chad Elwartowski, Panama sahilindeki üssünden yolladığı son videoda “Koronavirüs, inşa ettiğimiz şeyin gelecekte gerçekten çok faydalı olacağını dünyaya göstermek için bir fırsat” diyor.

Michigan doğumlu eski yazılım mühendisi yeni bitcoin tüccarı Elwartowski, açık denizlerde bağımsız yüzen şehirler kurmayı amaçlayan özgürlükçü bir grup olan deniz arazileşmesi hareketinin önde gelen isimlerinden biri. Mevcut küresel salgın, tıpkı sığınak inşacıları ve kıyamete hazırlananlar gibi onların da uzun süredir var olan heveslerini güçlendirdi. Elwartowski “Virüsten mi yoksa virüse verilen tepkiden mi korktuğunuz önemli değil, okyanus üzerinde yaşamak bunların ikisi için de yararlı olacaktır” diyor.

Bu, Elwartowski’nin yüzen bir gelecek hayalini gerçekleştirme doğrultusunda ilk girişimi değil. Geçen yılın Nisan ayında o ve Taylandlı partneri Supranee Thepdet (diğer adıyla Nadia Summergirl), Tayland donanması tarafından basılmadan yalnızca dakikalar önce Tayland açıklarındaki ilk yüzer evlerini kaçırmak zorunda kalmıştı. “İlk deniz arazileşmesi” olarak adlandırdıkları şeyi Puket’in 12 deniz mili açıklarında inşa etmişlerdi ama yetkililer yüzen bir direk üzerine yerleştirilmiş altı metre genişliğinde fiberglas kabinin Tayland’ın egemenliğine tehdit oluşturduğuna karar verdi. Bu, ömür boyu hapis ve hatta ölümle cezalandırılabilecek bir saldırıydı. Amiral Vithanarat Kochaseni “Çift, sosyal medyada kendi özerkliklerinin, Tayland da dahil olmak üzere herhangi bir ülkenin kanunlarından ya da herhangi bir mahkemeden önce geldiğini bildirmiştir” diyerek, başkalarını da kendilerine katılmaya çağırdıklarını ekledi: “Bu gibi eylemleri Tayland’ın bağımsızlığını ihlal olarak görüyoruz.”

Tayland devriye botlarını atlatarak birkaç haftalık kaçıştan sonra Singapur’a ulaşan çift, emekli Alman uzay mühendisi Rüdiger Koch’un mali destek sağladığı şirketleri Ocean Builders’ı yeniden faal duruma getirmek için Panama’ya taşındı. Tayland’da yaşanan sıkıntının ardından açıklama yapan grup şunları söyledi: “Bu olay, çabalarımızda daha kararlı olmamızı sağladı. Tiranlık, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdeki yüzen evde yaşayan çiftin peşine düşmeyi isteyecek kadar hükümetlerimizin derinlerine sızdığından, deniz arazileşmesinin hemen şimdi gerçekleşmesi gerektiğini hepimiz net olarak görebiliriz.”

Koronavirüs salgını, özerk yeni toplumlar kurma düşlerini gerçekleştirmeleri için dünyanın her yerindeki alternatif özgürlükçü gruplara yeni bir ivme kazandırdı. Hükümetlerin dayattığı sokağa çıkma yasakları ve artan dijital gözetleme, bir yandan bu grupların devlet denetimi şüphelerini beslerken, diğer yandan günlük normların askıya alınması ve ekonomik iflas görüntüsü onların topluma yönelik yeniden düşünme çağrılarını güçlendirdi. Americans For Liberty’nin hazırladığı ve Elwartowski’nin Facebook sayfasında paylaştığı görselin sloganı “Hangi virüsün, Covid-19 mu yoksa hükümetin mutlak kontrolünden rahatsız olmayanların mı daha bulaşıcı olduğundan emin olmadığınızda…” diyor.

Seasteading Institute’ün (Deniz Arazileşmesi Enstitüsü) Patri Friedman tarafından San Francisco’da kurulduğu 2008 yılından beri sürekli büyüme gösteren, farklı bir grup olan deniz arazileşmesi topluluğunun özünde bu hassasiyet var. Kendini anarşist-kapitalist olarak adlandıran (Nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman’ın torunu) Patri Friedman, Paypal milyarderi Peter Thiel’den enstitüyü kurmak için fon almayı başardığında Google’da yazılım mühendisi olarak çalışıyordu. Kuruluş açıklamasında hedeflerini “farklı sosyal, politik ve yasal sistemler denemeyi ve yeniliği mümkün kılmak için kalıcı, özerk okyanus toplulukları kurmak” olarak belirttiler. Thiel “Hükümetin yapısının çok köklü bir biçimde değişmek üzere” olduğundan kesinlikle emindi.

Toplumu bir işletim sistemi gibi kolayca hacklenebilen ve yenilenebilen bir teknoloji olarak algılaması açısından bakıldığında, deniz arazileşmesi topluluğu tam da Silikon Vadisi yönetim anlayışını temsil eder. Bu anlayış, hükümet düzenlemelerinin yeniliği boğması nedeniyle, daha iyi bir dünyaya uzanan yolun ancak bir ideolojiler serbest piyasasında vatandaşları için yarışmak zorunda olan yeni-nesil başlangıç toplumlarını serbest bırakmakla bulunabileceği düşüncesine dayanmaktadır. Mevcut mikro toplumunuzun kurallarını beğenmiyor musunuz? Hemen bir diğerine taşının. Friedman, “İnsanlara, ellerindeki hükümete yapışıp kalmaktansa istedikleri hükümeti seçme özgürlüğü vereceğiz” diyor. Destekçileri bunu kurtuluşa uzanan yol olarak görüyor; eleştirmenleri ise “en kötüsünden bir ayrımcılığa” yol açacağını söylüyor.
Sonrası inişli çıkışlı ilerledi. Thiel’ın bağışları kısa sürede kurudu ve Friedman’ın planları hiçbir zaman Ephemerisle’yi –rakip yüzen pontonların sırılsıklam parti katılımcılarının dikkatini çekmek için yarıştığı bir festival- başlatmaktan öteye geçemedi. Ondan sonra dikkatini sudan uzaklaştırdı ve son zamanlarda karada deneysel şehirler geliştirmek için bir şirket kuruyor. Ama Seasteading Institute, yazar ve kendi tanımlamasıyla “seavangelist” Joe Quirk başkanlığında yoluna onsuz devam ediyor.

2017 yılında deniz arazileşmesi hakkında ”Yüzen uluslar nasıl çevreyi iyileştirecek, yoksulu zenginleştirecek, hastayı tedavi edecek ve insanlığı politikacılardan kurtaracak” şeklindeki iddialı alt başlıkla bir kitap yayınlayan Quirk “Dünya yüzeyinin yaklaşık yarısı sahipsiz” diyor. Bir tanıtım videosunda gezegenin okyanuslarını “daha iyi yönetim araçlarını keşfedebileceğimiz bir tür araştırma ve geliştirme bölgesi” olarak tanımlıyor ve deniz arazileşmesinin binlerce insana “birlikte yaşamaya ilişkin yeni fikirleri barış içinde denemek için fırsatlar sunarak, açık denizlerde kendi nano-uluslarını başlatmaları için gerekli teknoloji” sağlayabileceğini söyleyerek en başarılı deniz arazileşmelerinin “dünyanın her tarafında değişim için ilham veren, gelişen yeni toplumlar haline geleceğini” ekliyor.

Onun girişimleri yüzen ütopyaların geleceği konusunda şimdilik olumlu sinyaller vermiyor. Yıllar süren teknik fizibilite çalışmaları ve politik pazarlıklardan sonra, Seasteading Institute 2017 yılında karasularında ilk deniz arazileşmelerini inşa etmek için Fransız Polinezya’sıyla bir mutabakat anlaşması imzaladı. Hollandalı mimarlar Blue21’in geliştirdiği tasarımlar, engebeli yeşil manzarayla birbirine bağlanan bir dizi villayla Maldivlerde üst segment bir tesise benziyordu. Quirk, “Merkezinde Fransız Polinezya’sıyla, su yaşamı çağında dünyanın yeni bir haritasını çizeceğiz” diyordu.

Yer seçimi stratejikti. Deniz seviyesinin altında yaklaşık 120 adet dağınık ada ve atollerden oluşan Fransız Polinezya’sı, deniz seviyesinde en hafif bir yükselme durumunda bile yıkıcı sonuçlarla yüzyüze kalma tehdidi altındadır. Üzerinde ekonomik hak iddiasında bulunabileceği, dünyanın en büyük özel ekonomi kuşağıyla, kıyı şeridinden 200 deniz mili uzayabilen bir deniz alanı da Fransız Polinezya’sının gurur kaynağıdır. Beş milyon metrekareyi bulan Fransız Polinezya’sı sularının tüm Avrupa Birliği kara kitlesi kadar büyük bir alana yayılması onu su yaşamıyla ilgili yeni yetki alanı biçimlerini denemek için ideal bir yer kılar. Kuramda.

Projenin yasal anlaşmasını hazırlayan California, Orange Country’deki Chapman Üniversitesinden hukuk profesörü Tom W. Bell, “Polinezyalılara, yakınlarında yarı özerk bir alan olmasının ne kadar iyi bir şey olduğunu anlattık. Monaco ya da Hong Kong ya da Singapur’a bakın –özel yetki alanları kendi sınırları dışında büyük gelişmeler yaratır” diyor. Bell, “Bir Sonraki Hükümetiniz? Ulus Devletten Devletsiz Uluslara” adlı kitabında bir deniz arazileşmesinin öngörülen evriminin izini sürüyor. Açık denizlerde yeni bir özerk yaşam başlatmak için özgür kalmadan önce “kendi ortamını zenginleştiren ve daha da fazla yaşamı kendine çeken” bir ekonomik aktivite oluşturmaya başlayacak ve bir ülkenin karasularıyla korunan “bir mercan polipi gibi” hayata geçeceğini savunuyor. Sonunda, yüzen dalgakıranlar içinde korunan ve okyanus-ortası sırtlarda toplanan farklı ev sahibi uluslarla güçlenen deniz arazileşmeleri hayal ediyor. “Yeryüzünün son özgür yerlerinde doğan ve insanın sınırlarını daha da ileri taşıması kaçınılmaz olan yeni bir yönetim biçimi yükseliyor” diyor.

Oysa, Güney Pasifikteki gerçeklik bunu söylemiyordu. Projeyi yaşama geçirmek için Quirk’le birlikte Blue Frontiers şirketini kuran, Fransız Polinezya’sı eski Turizm Bakanı Marc Collins Chen’e göre “Tam bir çıkar uyumu söz konusu değildi.”

“Hükümet deniz seviyesinin yükselmesine ve çevresel bozulmaya çözüm ararken Seasteading Institute özerklikle ilgiliydi” Polinezyalılar zaten gelir vergisi ödemediğinden Chen, vergisiz bir yerleşim bölgesi vaadinin yerel halk için fazla çekici olmadığını söylüyor. Tahiti televizyonu mevcut durumu, gizlice Death Star’ı kurarken masum Ewokları kandıran Star Wars’daki kötü Galaktik İmparatorluğa benzetti. Özgürlükçü duruş da işe yaramadı. Collins Chen’in ifadesiyle: “Hikayeniz politikacılardan kurtulma arzusuyla ilgili olunca hükümetten destek beklemek çok zor.” Bell, geriye baktığında durumu şöyle değerlendiriyor: “Fransız Polinezya’sında insanlar zaten çok güzel bir cennete sahipler. Yerel topluluk, proje karşısında pek heyecanlanmadı ve bu da anlaşılabilir bir şeydi. Yabancıların gelip manzaralarını bozmasını istemediler.”

Ondan sonra Collins Chen, bu kez özgürlükçü vergiden-kaçınma ideolojisi içermeyen, farklı yüzen şehir projeleri geliştirecek yeni bir şirket kurmak üzere New York’a taşındı. Chen, “Bu tür projelerin gerçek bir geleceği olabilmesi için şehirlere benzemeleri gerektiğini anladım. Var olan şehir alt yapısının bir uzantısı olmalılar, bir belediye başkanı tarafından yönetilmeliler ve –varlıklılar için yerleşim yerleri olmanın aksine- vergilerini ödemeliler” diyor.

Oceanix City adlı projesi, Silikon Vadisi teknoloji şirketlerinin sevgilisi Danimarkalı mimar Bjarke Ingels tarafından havalı Ted Talk stilinde tasarlandı. Parıltılı animasyonlarıda, enerjinin dalgalar ve güneşten elde edildiği, sakinlerinin deniz yosunu ve balık diyetiyle yaşadığı, deniz yaşamının yapay resiflerle “yeniden oluşturulduğu”, birbirine bağlanan altıgen adalardan oluşan bir yüzen dünya görülüyor. Ingels, proje sunumunda “Bu yüzen şehirler bir kez tutunursa petri kabındaki bir kültür gibi büyüyebilirler” dedi. Arkasındaki ekranda, yüzen altıgenler Manhattan’dan üç kat daha büyük bir alan kaplayana kadar çoğaldı -tehlikeli bir biçimde denize yayılan düşük yoğunluklu banliyöler görüntüsü.

Collins Chen’in açıklaması şöyle devam ediyor: “Önümüzdeki 40 yılda dünyada 230 milyar metrekare yeni inşaat yapılması bekleniyor. Her ay yeni bir New York şehri eklemeye denk bir miktar. Kaçınılmaz olan bu büyümeyi arazi kazanımı ya da ormansızlaştırmanın yıkıcı etkilerinden muaf bir biçimde düzenlemenin bir yolu da deniz arazileşmesi olabilir.” Chen, bir “sürükle-ve-bırak” şehir inşası sürecinin çekici yanlarından birinin kentin biçiminin değişen ihtiyaçlara göre yeniden düzenlenebilmesi olduğunu söylüyor: “Yeni bir okul, hastane ya da üniversite ihtiyacı doğduğunda şehir bloklarından birini, sözcüğün tam anlamıyla, öteye yüzdürebilir ve yerine farklı bir tane koyabilirsiniz.”

Bu bilim kurgu çalışmalarının Nisan 2019’da proje için bir yuvarlak masa tartışmasına ev sahipliği yapan Birleşmiş Milletler sürdürülebilir gelişme kolu, UN-Habitat’ın desteğini kazanması önemli bir gelişme oldu. BM-Habitat İcra Direktörü Maimunah Mohd Sharif, küresel ısınma hızlandıkça, deniz seviyeleri yükseldikçe ve kentlerin gecekondularına daha fazla insan doluştukça “olası en iyi çözümlerden biri yüzen şehirlerdir” diyor.

Panama’ya geri döndüğümüzde, yüzen habitatların küresel konut ihtiyacına çözüm olabilmesi, en hafif ifadeyle, çok uzak görünmektedir. Ülkedeki koronavirüs tecritine rağmen Ocean Builders ekibi websitelerinde “çevreyi onarıcı özelliğe sahip, 3D olarak basılmış bir mercan resifinin çevrelediği bir sualtı odasıyla dünyanın 3D olarak basılmış ilk akıllı yüzen evi” olarak duyurulan şeyi üretmeye hazır durumdaki, Orta Amerikanın en büyük 3D yazıcısını barındıracak bir fabrikanın temellerini atmak için işbaşındaydı.

1990’lı yıllarda Florida’da, 40 bin kişilik, bir mil uzunluğunda bir gemi inşa etmeyi amaçlayan Özgürlük Gemisi projesinde çalışmış olan şirket CEO’su Grant Romundt “Küresel salgın göz önüne alındığında, gerçekten de bir tür cankurtaran botu hissi veren evler yapmaya odaklanıyoruz. Kaçmak için güvenli bir yer sunmaları ve deniz suyu arıtması, dronla atık toplama sistemi, kendi yiyeceğinizi yetiştirmek için havada bitki yetiştirme sistemleri ve tepesinde güneş enerjisi panelleriyle tamamen enerji bağımsız olmaları gerekir” diyor.

Waterstudio mimarlık ofisinden Koen Olthuis’un tasarladığı planlar, sedefli mavi, yeşil ve gri renklerde, denizden yükselen direkler üzerindeki dev motorsiklet kasklarına benziyor. Romundt “Çok füturistik, çok temiz ve akıcı görünen bir şey istedik. Evin hiçbir yerinde 90 derece köşe istemedim. Bunun kötü feng sui olduğunu düşünüyorum” diyor. Evlerin içi kusursuz, beyaz, pırıl pıril zeminlerle uzay kapsüllerini hatırlatıyor. Bu bir tesadüf değil: Çünkü şirketin kurucusu Rüdiger Koch için deniz arazileşmesi, uzayda deneme keşifleri için bir sıçrama taşı. Roketler olmadan yükü uzaya fırlatacak bir kablo “başlatma döngüsü” inşa etme planları var ve okyanusu mükemmel bir fırlatma rampası olarak görüyor.

Romundt, şirketin yasal nedenlerle Panama bandralı botlar olarak kaydedilecek ve ihtimalen devremülk olarak kullanılacak olan yüzen tatil evleri inşa ettiğinde ısrarlı: “Bu da size yavaş bir geçiş dönemi sağlar ve sonrasında daha fazla hizmet isteyen daha çok insan geldikçe daha büyük bir ekonomi oluşmaya başlar ve o da kendisini yenilemeye ve büyümeye devam eder.”

Bell’e göre, nihai hedef bu tür yüzen toplulukların açık denizde kendi bayraklarını açmalarıdır: “Şu anda, kendine özel bayrağı olan bir deniz arazileşmesinin uluslararası yasada bir statüsü olamaz. Sahil muhafaza gelir, sizin ya bir korsan ya da yüzen meth laboratuvarı olduğunuzu varsayar ve sizi yedeğine alarak karaya çeker. Ama bu toplulukların yeterli insana ve yeterli alana sahip olduğunu söyleyebildikleri ve kendilerine bayrak edinebildikleri noktada işler ilginç bir hal almaya başlar.”

Ya başaramazlarsa? Quirk şöyle söylüyor: “Deniz arazileşmelerinin en harika tarafı budur. Bir hükümet başarısız olursa orada yaşayan insanların yapabileceği fazla bir şey yoktur ama deniz arazileşmeleri başarısız olursa kişiler sadece oradan ayrılır ve -tüm o bitcoin dolarlarının yaratıldıkları kadar hızlı bir biçimde batttığını görerek- uzaklaşabilirler.”

(Çeviri: Ayşen Tekşen) 

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER