A3 Haber

Yanis Varoufakis: Kapitalizm işe yaramıyor… İşte bir alternatif…

Yanis Varoufakis: Kapitalizm işe yaramıyor… İşte bir alternatif…

Yanis Varoufakis: Kapitalizm işe yaramıyor… İşte bir alternatif…
Eylül 21
11:33 2020

Yunan ekonomist ve siyasetçi, Çipras hükümetinde maliye bakanlığı da yapan Yanis Varoufakis, birkaç hafta önce yayımlanan yeni kitabı “Another Now / Başka Şimdi”de Covid-19’un değiştirdiği bir gelecek hayal ediyor ve cesur bir demokratik sosyalizm resmi çiziyor. Varoufakis’in Guardian’da yayımlanan analizini Ayşen Tekşen’in çevirisiyle paylaşıyoruz.

Margaret Thatcher, “Tina” -1980’lerin “There Is No Alternative” (Başka Seçenek Yok)- deyişini uydurduğunda sinirlenmiştim çünkü derinlerde bir yerde onun haklı olduğunu hissediyordum: Sol, kapitalizmin ne inandırıcı ne de istenir bir alternatifiydi.

Solcular kapitalizmde neyin yanlış olduğunu saptamakta çok başarılıdır. Kişinin yeteneklerine göre verdiği ve ihtiyaçlarına göre aldığı bir “başka” dünya olasılığını ballandıra ballandıra anlatırız. Ama çağdaş kapitalizme dört başı mamur bir alternatif tanımlamak zorunda kaldığımızda, onlarca yıldır çirkin (Sovyet tipi kışla sosyalizmi) ve yorgun (finansallaşmış küreselleşmenin uygulanamaz kıldığı bir sosyal demokrasi) arasında gidip geldik.

1980’li yıllarda publarda, üniversitelerde, toplantı salonlarında, konusu Thatchercılığa karşı direniş örgütlemek olan, pek çok tartışmaya katıldım. Maggie’nin her konuşmasında, suçluluk duyarak da olsa, “Ahh onun gibi bir liderimiz olsaydı!” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Gerçeklerin elbette farkındaydım: Thatcher’ın programı despotikti, anti-sosyaldi ve ekonomik bir tuzaktı. Ama bizim tarafın aksine, bir devrim anını yaşadığımızı anlıyordu. Savaş sonrasının sınıflar arası ateşkes anlaşması son bulmuştu. Zayıfı korumak istiyorsak savunmada kalamazdık. Thatcher’ın yaptığı gibi yapmamız gerekiyordu: eski sistemi atıp yepyeni bir sistem getirmek. Maggie’ninki gibi distopyan değil ama yine de yepyeni bir sistem.

Ne yazık ki bizim takımın yeni bir sistem vizyonu yoktu. Aksine, Thatcher yepyeni vurguncu kapitalizminin önünü açmak için mezarlar kazarken biz cesetleri bandajlamakla meşguldük. Savunulmayı hak eden toplulukları savunmak için görkemli bir savaş verirken bile nedenlerimiz “anakronizm” diye bağırıyordu –kömürle çalışan kirli elektrik santrallerini ya da erkek sağcı sendikacıların Robert Maxwell ve Rupert Murdoch benzerleriyle kapalı kapılar ardında rezil anlaşmalar yapma hakkını korumak için uğraşmak.

1991 yılında Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra biz soldakilerin –sosyal demokratlar, Keynesçiler ve Marksistler- kalan günlerimizi tarihin kaybedenleri olarak geçireceğimizi hissetmemiz gibi, neoliberalizm ideolojisini benimseyenler de 2008’de Lehman’ın yıkılışıyla birlikte tarihin benzer bir güçle patladığını gördüler. Bundan birkaç yıl sonra gözetim kapitalizmi -internette karşı koyulamaz bir küresel demokratik güç gördüğünü düşünen- tekno-evangelistleri de yanılsamalarını terk etmeye zorladı.

İki yıl önce, günümüzde demokratik sosyalizmin, insani başarısızlıklarımıza rağmen ve mevcut teknolojilerimizle, nasıl işleyebileceğine dair bir anlayışa, bir modele ihtiyacımız olduğuna karar verdim. Böyle bir işe kalkışma konusunda son derece isteksizdim. Bu duyguyu aşmama yardımcı olan iki kişiden ilki hayat arkadaşım Danae Stratou oldu. Tanıştığımız ilk haftadan beri şu sorusuna yanıt veremediğim sürece kapitalizm eleştirimin hiçbir anlamı olmadığını söyleyip duruyordu: “Alternatifi ne? Ve işler –mesela, para, şirketler ve konut- tam olarak nasıl yürüyecek?”

İkinci ve en olmayacak yardım, İrlanda’nın maliye bakanı ve Eurogroup başkanı Paschal Donohoe’den geldi. Maliye bakanlığım konusunda olumlu şeyler düşünmeyen (ki bu değerlendirme karşılıklıydı) bir siyasi rakip olarak daha önce yayınlan bir kitabım için cömert bir değerlendirme yazısı kaleme alma nezaketi göstermişti. Donohoe, kapitalizm açıklamamı beğenmekle birlikte, kapitalizm sonrası toplumun bazı özelliklerini resmetmeye çalıştığım son bölümün “büyük hayal kırıklığı yarattığına” inanıyordu.

Haklı olduğunu düşündüm ve Another Now’ı (Başka Şimdi) yazmaya karar verdim.

Farklı, sıklıkla çatışan bakış açılarını sosyalist modelime dahil etme amacıyla, diyaloglarıyla hikayeyi anlatacak olan -her biri düşünce sistemimin farklı bölümlerini temsil eden- üç karmaşık karakter yaratmaya karar verdim: bir Marksist-feminist, liberal bir eski bankacı ve başına buyruk bir teknoloji uzmanı. Onların “bizim” kapitalizmimizle ilgili anlaşmazlıkları, sosyalist modelimin yansıtıldığı -ve değerlendirildiği- arka planı sağladı.

Elektromanyetizma 19 yüzyıl sonunda hisse senedi piyasalarıyla buluştuğunda, kapitalizm ciddi bir yükselişe geçti. Bu birleşme, elektrik santrallerinden ampullere kadar her şeyi üreten, Edison gibi ağ tabanlı devasa firmaların kurulmasını sağladı. Bunun sonucunda, büyük girişimleri ve hacimli hisse takaslarını finanse etmek için devasa bankalara ihtiyaç duyuldu. 1929’da önüne geleni silip süpüren gücün karşısında her şey yıkılmadan önce, 1920’lerin başında finansallaşmış kapitalizm kükrüyordu.

İçinde bulunduğumuz on yıl, tarihin akışını baş döndürücü hızla ileriye taşıyacakmış gibi görünen bir başka birleşmeyle başladı: 2008 yılından beri devletlerin finans sektörünü yeniden yüzdürmekte kullandıkları dev balon ile Covis-19’un bir araya gelmesi. Bunun kanıtını saptamak hiç zor değil. İngiliz ekonomisinin şimdiye kadar görülmemiş büyüklükte bir durgunluk yaşadığı haberlerinin çıktığı gün olan 12 Ağustosta Londra Borsası yüzde 2’den fazla yükseldi. Bu, daha önce hiç görülmemiş bir şeydi. Finansal kapitalizm, temelini oluşturan ekonomiden artık ayrışmış görünüyordu.

Another Now, 1970’lerin sonunda başlıyor, 2008 ve 2020 krizlerine uzanırken aynı zamanda hayali bir gelecek çiziyor ve 2036’da bitiyor. Kitapta, Kasım 2025’te bir Pazar akşamı hikaye karakterlerimin 2020’deki olaylara bakarak kendi koşullarını anlamlandırmaya çalıştığı bir an var. Fark ettikleri ilk şey, karantinanın insanların siyaset algısını nasıl da sert bir biçimde değiştirdiği.

2020’den önce siyaset neredeyse bir oyun gibi görülürdü ama Covid’le birlikte bütün hükümetlerin çok büyük güçlere sahip olduğu anlaşıldı. Virüs, beraberinde 24 saat sokağa çıkma yasağını, pubların kapanmasını, parklarda yürüyüş yasağını, spor faaliyetlerinin ertelenmesini, tiyatroların boşalmasını, müzikli mekanların susmasını getirdi. Sınırlarını önemseyen ve gücü bireylere bırakmaya hevesli minimal bir devlete dair kavramların hepsi uçup gitti.

Bu kaba devlet gücü gösterisi karşısında pek çok kişinin ağzı sulandı. Kamu harcamalarında en mütevazı artış önerisini bile bastırmak için ömürlerini harcayan serbest pazar yanlıları bile Kremlin’in Leonid Brezhnev tarafından yönetildiği günlerden beri ekonomide görülmemiş olan bir tür devlet kontrolü talep ettiler. Dünyanın her yerindeki devletler özel şirketlerin maaş giderlerine maddi destek verdiler, kamu hizmetlerini yeniden millîleştirdiler ve havayollarının, araba üreticilerinin ve hatta bankaların hisselerini satın aldılar. Bu salgın, politikanın altında yatan kaba gerçeği yani, bazı insanların dünyanın geri kalanına ne yapacağını söyleme gücüne sahip olduğunu açığa çıkarmak için, sokağa çıkma yasağının ilk haftasından başlayarak durmaksızın üstteki cilayı kazıdı.

Çok geniş kapsamlı hükümet müdahaleleri naif solcuları yanılttı ve onları bu yeniden dirilen devlet gücünün yararlı bir güç olacağı hayaline sürükledi. Bir zamanlar Lenin’in söylediklerini unuttular: siyaset kimin kime ne yaptığıyla ilgilidir. Şimdiye kadar tahmin edilemeyecek kadar çok sayıda onur kırıcı olaydan mahkum olmuş aynı seçkinlerin eline ölçüsüz bir güç teslim edilirse iyi şeyler olabileceğini ummayı tercih ettiler.

Virüs nedeniyle en çok acı çekenler daha yoksul ve daha koyu renkli insanlardı. Neden? Yoksullukları yetkisiz kılınmalarından kaynaklanıyordu. Bu onları daha çabuk yaşlandırdı ve hastalık karşısında daha savunmasız kıldı. Bu arada, geliştirdiği tekelleri uygulamaya sokmak ve dayatmak için daima devlete güvenen büyük işletmeler ayrıcalıklı konumlarıyla övünüyordu.

Doğal olarak, bu dünyanın Amazonları palazlandı. Geçici olarak hafifleyen öldürücü emisyonlar, atmosferi zehirlemek üzere geri geldi. Uluslararası işbirliği yerine sınırlar yükseltildi ve kepenkler indirildi. Milliyetçi liderler morali bozulmuş yurttaşlara basit bir alışveriş önerdi: ölümcül bir virüsten -ve planlar peşindeki muhaliflerden- korunma karşılığında otoriter güçler.

Katedraller nasıl ortaçağın mimari mirası olarak biliniyorsa, 2020’ler de elektrikli parmaklıklar ve vızıldayan dron filolarıyla hatırlanacak. 2020 öncesinde yükselişe geçmiş olan finans ve milliyetçilik bu dönemin açık kazananları oldu. Yüzyıl önceki atalarının aksine, kahverengi gömlek giymeye ve hatta güç kazanmak için hükümete girmeye gerek olmaması yeni faşistlerin en büyük gücüydü. Panikleyen düzen partileri –neoliberaller ve sosyal demokratlar- teknoloji devlerinin (Big Tech) gücüyle onların işini onlar adına yapmaya istekli görünüyordu.

Hükümetler yeni salgın dalgalarını önlemek için süslü uygulamalar ve modaya uygun bilekliklerle her adımımızı izledi. Öksürükleri izlemek için tasarlanmış sistemler artık gülmeleri de izliyordu. Kötü şöhretli KGB ve Cambridge Analytica gibi, gözetleme ve “davranış değiştirmede” uzmanlaşmış eski örgütleri olumlu neolitik görünüme kavuşturdular.

İnsanlığın kendini kaybettiği an hangisiydi? 1991 mi? 2008? Ya da 2020’de hâlâ bir şansımız var mı? Aniden yaşanan aydınlanma anları gibi, tarihin yol ayrımı kuramı da kullanışlı bir palavradır. Gerçek ise, yaşamlarımızın her gününde bir yol ayrımıyla karşılaştığımızdır.

Kapitalizm sonrası ekonomik demokrasiye uzanan barışçıl bir ileri teknoloji devrimi sahnelemek için 2008’i seçtiğimizi varsayalım. Nasıl bir şey olurdu? Alternatifi -bürokratların en çirkinlerini keyfi güçle donatan Sovyet-türü karneye bağlama sistemi- tarif edilemeyecek kadar kasvetli olduğundan kabul edilebilir olmak için bu devrim mal ve hizmet piyasaları önerecektir. Ama krize dayanıklı olmayı göz önünde tuttuğunda, piyasa sosyalizminin öneremeyeceği tek bir piyasa vardır: emek piyasası. Neden? Çünkü, emek zamanının bir kiralama fiyatı olduğunda, piyasa mekanizması emeğin her yanını (ve Facebook çağında boş vakitlerimizi de) metalaştırırken durmaksızın bu fiyatı aşağıya iter.

İleri bir ekonomi, emek piyasaları olmadan da işleyebilir mi? Elbette yapabilir. Bir-çalışan-bir-pay-bir-oy ilkesinin, Another Now’da kurumsal sendikalizm olarak adlandırdığım bir sistemin temelini oluşturduğunu düşünün. 19. yüzyılda evrensel oy hakkı ne kadar radikaldiyse, bugün her çalışanı (emeğinin karşılığı olmasa da) eşit bir ortağa dönüştürecek şekilde şirketler hukukunu değiştirmek de o kadar hayal edilemez bir şeydir.

Modelimde, merkez bankaları her yetişkine her ay (evrensel temel pay olarak adlandırılan)sabit bir tutarın yatırıldığı bir banka hesabı verir. Yurtiçi ödemeleri yapmak için herkes merkez bankası hesabını kullandığından, bu bankanın bastığı paranın önemli bölümü onun defteri içinde hareket eder. Ayrıca, büyüdüklerinde kullanmaları için tüm yeni doğanlara merkez bankası tarafından bir emanet fonu hibe edilir.

İnsanlar iki tür gelir elde eder: merkez bankası hesaplarına yatırılan paylar ve bir kurumsal sendikalizm şirketinde çalışarak elde edilen gelirler. Gelir ve satış vergisi olmadığından bunların ikisi de vergilendirilmez. Buna karşılık, devlet iki vergi türüyle desteklenir: kurumsal sendikalizm şirketlerinin ham gelirlerinden yüzde 5 ve tümüyle topluma ait olan arazinin zamanla sınırlı, özel kullanım için kiralanmasından elde edilen hasılatlar.

Uluslararası ticaret ve ödemelere gelince, Another Now bir yandan dengesizliklerin kargaşa ve krizlere yol açmasını engellerken diğer yandan da zenginliği düzenli olarak küresel güneye aktaran yeni bir küresel mali sistem öneriyor. Farklı para birimi kullanan bölgeler (örn, BK ve avro bölgesi ya da ABD) arasındaki tüm ticaret ve para hareketleri Kosmos adlı yeni bir dijital muhasebe biriminde gösterilir. Bir ülkenin ithalat rakamı ihracat rakamından yüksek olursa, ticaret açığıyla orantılı bir vergi öder. Ama benzer şekilde, bir ülkenin ihracatı ithalatından fazla olursa da vergi öder. Bir diğer vergi türü ise, herhangi bir ülkeye çok hızlı bir biçimde ve çok büyük miktarda paranın girmesi ya da çıkması durumunda o ülkenin Kosmos hesabına borç kaydedilen vergidir -gelişmekte olan ülkelere büyük zarar veren spekülatif para hareketlerinin vergiye tabi kılınması. Tüm bu vergiler küresel güneye doğrudan yeşil yatırım olarak sonuçlanır.

Ama bu ekonominin anahtarını elinde tutan şey, her çalışan-ortağa bir adet ticarete konu edilemez hisse verilmesidir. Eski anarko-sendikalizmin önerisine uygun olarak, çalışan-ortaklara şirketin genel kurullarında oy kullanma hakkı verme uygulaması sayesinde maaşlar ile kârlar arasındaki ayrım son bulur ve işyerlerine demokrasi gelir.

Firmanın kıdemli mühendisleri ve kilit öneme sahip stratejik düşünürlerinden sekreterlerine ve odacılarına kadar herkes temel bir ücrete ek olarak, ortaklaşa kararlaştırılan bir ikramiye alır. Bir-çalışan-bir-oy kuralı daha küçük çaplı karar alma birimlerine daha uygun olduğu için kurumsal-sendikalizm, holdingleşmelerin kendi istekleriyle küçük şirketlere bölünmesine yol açarak piyasa rekabetini diriltir. Daha da önemlisi, kütüphane kartları ya da kimlikler gibi hisseler de artık ticarete konu edilemediğinden hisse senedi piyasaları tümüyle yok olur. Hisse senedi piyasaları yok olunca da -ticari finansmanın yanı sıra- şirket birleşmeleri ve satın almalarını finanse etmede kullanılan devasa borçlar buharlaşıp gider. Ve Merkez Bankasının herkese bir banka hesabı vermesi sonucunda özel bankacılık önemini kaybeder.

Tam olarak demokratikleşmiş bir toplumla tutarlılığını sağlamak için, Another Now’ı yazarken ele almam gereken daha çetrefilli sorunlardan bazıları şunlardı: piyasa sosyalizminde bile güçlü insanların seçimleri manipüle edeceği korkusu; ataerkilliğin yok olmasını inatla reddetme; cinsiyet ve cinsel politikalar; yeşil geçişe kaynak bulunması; sınırlar ve göç; dijital haklar yasası ve benzerleri.

Bunu bir kılavuz olarak yazmak dayanılmaz olurdu. Beni, aklımda -sıklıkla da kalbimde- çözümsüz kalan savlarda taraf tutmuş gibi davranmak zorunda bırakırdı. Bu nedenle, güçlü karakterlerim Iris, Eva ve Costa’ya büyük bir teşekkür borcum var. Diğer her şeyden daha önemli olarak, en zor soru üzerinde ciddiyetle kafa yormama imkan verdiler: Thatcher’ın Tina’sını hezimete uğratan uygulanabilir bir sosyalizm tasarladığımızda onu gerçekleştirmek için ne yapmamız gerekiyor ve ne kadar ileri gitmek istiyoruz?

(Çeviri: Ayşen Tekşen) 

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER