A3 Haber

Yeni kuşak Hırvat felsefeci Srecko Horvat: Hiçbir şekilde “normale” dönmemeliyiz

Yeni kuşak Hırvat felsefeci Srecko Horvat: Hiçbir şekilde “normale” dönmemeliyiz

Yeni kuşak Hırvat felsefeci Srecko Horvat: Hiçbir şekilde “normale” dönmemeliyiz
Şubat 14
14:22 2021

Avusturya’nın en köklü yerel gazetelerinden Kleine Zeitung gazetesinden Martin Gasser’nin sorularını yanıtlayan yeni kuşak Hırvat felsefecilerden Srecko Horvat, Covid-19 pandemisiyle birlikte içine girilen yeni dönemde kültürün, sanatın ve toplumsal hallerin içine girdiği yeni durumu değerlendirdi. Bu duraklamanın dünyayı nasıl etkilediğini, yeni sanat biçimlerinin, politik sanatı kendi bakış açısıyla analiz eden Horvat’ın bu söyleşisini Ayşen Tekşen Türkçeleştirdi.

Martin Gasser | Avusturya kültürünün önemli bölümü 100 gündür daimi karantinada. Hırvat felsefeci Srećko Horvat’la kriz dönemlerinde kültür, “yaşam” ile “hayatta kalmak” arasındaki temel fark ve neden hiçbir şekilde normale dönmememiz gerektiği hakkında konuştuk.

2020 Mart ayından beri bizi salgın yönetiyor ve hükümetler onu yenmek için sert önlemler alıyor. Dünyanın büyük bölümünde yaklaşık bir yıldır kültür faaliyeti yok. Kültürel yaşamdaki bu duraklama toplumu nasıl etkileyecek?

Etkileri şimdiden çok büyük. Korku, yalnızlık, depresyon: Yaşamın zoomlaşması da dahil olmak üzere, toplumun karantinaya girmesi ve kapanması son derece tüketici bir şey. Aslına bakarsanız, bir oyun ya da konseri çevrimiçi izlemek de tüketici. Şu anda, salgının ortasında, zihinsel ve fiziksel açıdan sağlıklı bir toplumun koşulu olarak sanatın etkisini anlıyoruz. Bu fiziksel açıdan da geçerli: başka insanlarla buluşmak, başka bedenlere dokunmak, davranışlardaki kendiliğindenlik hep kaybettiğimiz şeyler. Politikacılar sık sık parti verirken biz bunların çok minik bir bölümünü süpermarketlerde yaşayabiliyoruz.

Çok sayıda kültür çalışanı dijital sanatın bir yerine-geçen olmadığına inanıyor. Dijital sanat hakkında ne düşünüyorsun?

21. yüzyılda yaşıyoruz ve dijital sanat yaşamlarımızın bir parçası halini aldı. Dijital sanat ekranda bir şey göstermek anlamına gelmez, çok daha fazlasıdır. Yeni sanat biçimlerini yaratmak kaçınılmazdır. “Oyunlaştırma” görüngüsüne, politikada “oyunlaştırmaya” ve hatta kişisel ilişkilerin “oyunlaştırılmasına” bakın. Ya da Kongre Binasındaki felaketi ve sosyal ağlarda egemen olan narsisizmi düşünün. Bütün bunlar dijitale ne kadar ciddi yaklaşmamız gerektiğini gösterir. Elon Musk, beynin doğrudan dijitale bağlandığı “Neuralink” diye bir şey geliştiriyorsa, sanatın bunda önemli bir rol oynaması gerekir.

Yeni sanat biçimleri nasıl yaratılır?

Her gün karşımıza çıkıyorlar, mem kültürüne bakın. 21. Yüzyılı temsil eden çok önemli bir sanat biçimi olduğunu düşünüyorum; çok politik ve sıklıkla yıkıcı. Ve eğlenceli.

Kriz, kültürün politika ve ekonomiye bağımlılığını artıracak mı?

Ekonominin kendisi çökerken sanat piyasaya o kadar bağımlı ki sıklıkla piyasanın kendisi haline geliyor. Bu durumda gelecekten ne bekleyebiliriz? İyi görünmüyor. Bu kısır döngüden kurtulmak gerekiyor ve salgın da bir yaratıcılık patlaması için tetikleyici görevi görebilir.

Salgın politik sanatı nasıl etkiliyor?

Her küresel felakette olduğu gibi, pek çok yan etki yaşayacağız. İzlanda’daki Laki yanardağı 1783’de patlamasaydı 1789’da Fransız Devrimi olup olamayacağını kim bilebilir? Patlamanın ekolojik sonuçları Avrupa elitlerinin beceriksizliğini belirgin kıldı Ve sanat o dönem için sistemin viral çöküşü işlevi gördü.

Kriz zenginle yoksul arasındaki uçumu daha da genişletiyor. Bu koşullarda ne yapılabilir?

Kesinlikle “normale” dönmemeliyiz. Bugün yaşadığımız sorunların nedeni o “normallikti.” Ekonominin ve toplumun işleyiş biçiminin kökten biçimde yeniden düzenlenmesine ihtiyacımız olduğu çok açık, birkaç kozmetik düzeltme yeterli olmaz.

İtalyan felsefeci Giorgio Agamben salgının ve salgına karşı önlemlerin, kendisinin ileri sürdüğü “acil durum” kuramının kanıtı olduğunu iddia ediyor. Bu kuram kabaca, iktidarın acil durumları yeni normal olarak tayin etme eğiliminde olduğunu belirtiyor. Korona salgını bunun için bir fırsat sunuyor. Agamben’in yaklaşımı hakkında ne düşünüyorsun?

Onunla bir kez birlikte olduk ve Montenegro, Kotor’da birkaç gün geçirdik. Totalitarizmi, biyopolitikayı ve “acil durumları” analiz etme ve anlama konusunda çok şey borçlu olduğumuz, günümüzün en önemli filozoflarından biri. Dolayısıyla, “salgın yazılarının” nasıl karşılandığını ve onun artık alıntılamaya uygun olmadığı görmek ilginç. Elbette bazı sorunlu şeyler söyledi ve haksız da olabilir ama mevcut “acil durumumuza” ilişkin temel düşüncesi ve normalleşmiş yaşamın yalnızca bir hayatta kalma hali olduğu görüşü geçerlidir.

Agamben’in bazen koronanın bir yalan olduğunu düşünen sağcı bir komplo teorisyeni gibi gelmesi tuhaf. Bu benzerlik nereden geliyor?

Sanırım Agamben koronanın ne olduğuyla değil bu krizin salt hayatta kalmanın ötesine geçen topluluk anlayışımız, toplu yaşamımız, sosyal ilişkilerimiz, çalışma koşullarımız ve üniversitelerimiz üzerindeki sonuçlarıyla ilgileniyor. Örneğin, Ayı piyasası parası. Komplo teorileri ilerlemede temel bir değişikliğin ürünleridir. Günümüzü anlamak istiyorsak, yıkıntılar arasında bir gelecek umudu arayan milyonlarca işsiz ve aşağılanmış insanla I. Dünya Savaşından sonraki o çılgın döneme, 1920’lere ve İspanyol Gribi salgınına bakmamız gerekir. Genellikle bunlar her türden komplo teorisi için uygun üreme alanlarıdır. Thule Cemiyetinin mitleri ve komplo teorileriyle Nazizmin yaratılmasına ortaklık etmesi gibi, şimdi de öngörülebilir bir gelecekte Nazizmden çok daha uğursuz bir şey gerçekleşebileceğine dair komplo teorileri var. Neden çok daha uğursuz? Çünkü günümüz teknolojisi o kadar ileri ki kitlesel yok oluş gibi bir şeye yol açabilir.

Avusturya’da korona önlemlerine karşı protestolar aşırı sağcılar tarafından yönetiliyor ve Trump ve Bolsonaro gibi sağcı yöneticiler korona önlemlerini pek önemsemediler. ABD’deki ayaklanmalar sol protesto gibi görünebilir ama faşistler tarafından düzenleniyor. Böyle çarpıtmalar hakkında ne düşünüyorsun?

Antonio Gramsci krizin tam da eskinin ölmesi ve yeninin doğamamasından ibaret olduğunu söyler: bu aralıkta çeşitli hastalık belirtileri ortaya çıkar. Avusturya Sigmund Freud’un vatanı olduğu için, onun hastalık belirtilerini baskıcı bir sürecin sonucu olarak değerlendirdiğini siz çok iyi bilirsiniz. Bu bastırılmış enerjiyi, bizzat bilinçdışını, kim anlar ve kullanırsa dünyayı o yönetecektir. Yalnızca ekonomi politiği değil “içgüdüler ekonomisini”, arzuları, korkuları, umutları ve bizzat bilinçdışını anlamak da önemlidir.

(Çeviri: Ayşen Tekşen) 

İlgili Haberler:

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER