A3 Haber

Kendi savundukları Mecelle’ye bile uygun davranmıyorlar: Kanıtlar ortada değil mi?

Kendi savundukları Mecelle’ye bile uygun davranmıyorlar: Kanıtlar ortada değil mi?

Kendi savundukları Mecelle’ye bile uygun davranmıyorlar: Kanıtlar ortada değil mi?
Haziran 01
07:37 2022

Her şey 21 Haziran 2021’de yapılan kabine toplantısı sonrası açıklama yapan AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Müzikle ilgili kısıtlamaları akşam 12’ye çekiyoruz. Kusura bakmayın, gece kimsenin kimseyi rahatsız etme hakkı yoktur” sözleriyle başladı.
İçişleri Bakanlığı 27 Haziran 2021’de “Kademeli Normalleşme Tedbirleri Genelgesi” ile saat 24.00’den sonra müzik yapılması yasakladı.
Salgın gerekçe gösterilerek getirilen yasağa tepkiler cılız kaldı ve neredeyse bütün salgın tedbirleri kaldırılırken müzik yasağı kalıcı hale geldi.
Yaz mevsimi ve beraberindeki turizm hareketliliğine bağlı olarak müzik yayın saatinin uzatılmasına dair talepleri değerlendiren Sağlık, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği, İçişleri ile Kültür ve Turizm Bakanlığı geçtiğimiz günlerde yasağı 01.00’e kadar uzattı.
Sihirli kelimelerin “kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yoktur” olduğunun farkına sonradan vardık ama iş işten geçmişti.

Valilikler tarafından her türlü yürüyüş, oturma eylemi, stant, çadır kurma, afiş, pankart asma, konser, şenlik ve festival benzeri etkinliklerin zaman zaman yasaklanması süreci gün geçtikçe genişlemeye başladı.
Aynur Doğan, Apalos Lermi, Niyazi Koyuncu, Metin Kemal Kahraman, Ara Malikian, Mem Ararat, Burhan Şeşen, Melek Mosso, Sterka Karwan grubu gibi pek çok sanatçının konserleri “hedef gösterilmeleri” sonucu valiliklerce yasaklandı.
27 Haziran 2021’de Kademeli Normalleşme Tedbirleri Genelgesi’nin imzacısı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da yasaklar için “Bu olaylar benim dışımda. Orada terörden kaynaklanan bir irtibat görülmüşse birtakım hassasiyetlerin oluşmasını yok görmemek lazım” dedi.
Son anda “yasak” kararı alan valilikler İçişleri değil Sağlık Bakanlığı’na bağlıydı çünkü.

Gece 01.00’dan sonra yasaklanan müziğin ardından gelen yürüyüş, oturma eylemi, stant, çadır kurma, afiş, pankart asma, konser, şenlik ve festival yasaklarına yenilerin eklenmesi elbette kaçınılmaz olandı.
Öyle de oldu zaten.
Eskişehir Valiliği sorumluluğunda olan Dede Korkut Parkı’nda “yoga yapan” kadınları CİMER’e (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi) şikayetinin ardından güvenlik görevlileri tarafından engelledi.
Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine bir yıl kala, özellikle de iktidara yakın vakıf ve derneklerin başvurusu ile alınan “yasak” kararları tesadüf mü?
Elbette değil.
Nedeni de iktidarın kamu gücü ile kendine yakın gördüğü kimi cemaat ve tarikatların taleplerini yerine getirerek seçimlerde kendilerini desteklemesini sağlamak.
Sadece bu da değil elbette.
İktidarın “ümmet” anlayışı da bu yasakların temel kaynağı.

İktidarca “onaylanan” bunca yasak delinmiyor mu?
Zaman zaman deliniyor.
Bir örnek İzmir’den.
Dokuz Eylül Üniversitesi Bahar Şenlikleri üç gün boyunca Tınaztepe Yerleşkesi’nde bulunan şenlik alanında yapıldı.
Etkinlikler arasında konserler de vardı.
Onlardan biri de Isparta’da düzenlenen Gül Festivali’nde sahneye çıkması beklenirken konseri iptal edilen Melek Mosso idi.
Mosso’nun konseri Isparta’daki bazı siyasi parti temsilcileri ile sivil toplum kuruluşlarının Mosso’yu “ahlaksız” olarak niteleyerek iptal edilmesini istemesi üzerine alınmıştı.
Acaba Dokuz Eylül Üniversitesi ne yapacaktı?
Sonuçta üniversiteyi AKP’nin eski genel başkan yardımcısı ve milletvekili olan Rektör Nükhet Hotar yönetiyordu.
Beklenen olmadı.
Dokuz Eylül Üniversitesi yönetimi Melek Mosso konserini iptal etmedi.
Mosso sahneye çıktı ve üniversiteli gençlerle birlikte şarkılarını söyledi.

İşin aslı pek de göründüğü gibi değil aslında.
Üç günlük şenliklerdeki konserler dahil tüm etkinlikleri günü gününe servis eden Dokuz Eylül Üniversitesi Basın Halkla İlişkiler Koordinatörlüğü, Melek Mosso konserini görmezden geldi.
Tek bir satır haber, fotoğraf ya da görüntü servis etmedi.
Böylece konseri iptal ederek öğrencilerin ve kamuoyunun olası tepkilerini önlerken, etkinliği paylaşmayarak da “tabanını” memnun etti.
Türkçe de buna “ne şiş yansın ne kebap” derler.
Üniversite yönetiminin bu kararında Mosso’nun sahnede İzmir Marşı’nı söylemesi ile konser sırasında “Özgürlüğün, kadınların, çocukların, hayvanların, yaşlıların sonuna kadar yanındayım. Bunun için konuşmaktan, şarkı söylemekten, üretmekten asla ve asla vazgeçmeyeceğim” sözlerinin de etkisi var mıdır?
Varsa da bilemiyoruz…

İzmir’den ve üniversitelerden başlamışken devam edelim.
Yekta Saraç’ın YÖK başkanı olduğu dönemde üniversitelere eleman alımı için yayınlanan ilanlarda “belirli adayları tanımlayan özel şartlara yer verilmemesi” amacıyla yönetmelikte değişiklik yapıldı.
Türkiye’de sorun yazılı metin yerine “uygulanması” olduğu için bu değişiklikte sözde kaldı.
İktidarın “kendisinden olanları” koruyup kolladığının açık kanıtlarından biri olan bu uygulamalar nedeniyle üniversiteler bilimden uzaklaştı, adeta iktidarın yüksek öğrenim bürolarına dönüştü.
Örneğin Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalı için açılan ilanda başvuru şartı olarak “Cumhuriyet dönemi Rize tarihi üzerine çalışmalar yapmış olmak” şartı kondu.

15 Temmuz başarısız darbe girişiminin ardından İzmir’de iki özel üniversite kapatıldı.
O üniversitelerin yerine Bakırçay ve Demokrasi adında iki üniversite kuruldu.
Bu üniversiteler de YÖK’ün yönetmelik değişikliğini pek dinlemedi.
Örneğin Bakırçay Üniversitesi’nin Tarih Bölümü, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilimdalı’nda “Dr. Öğretim Üyesi” kadrosu için verilen ilanda aranan özellikler kısmında “Anma törenleri, Türk otomobil tarihi, Türkiye’deki siyasi partiler ve liderleri ile basında darbeler konularında çalışmalar yapmış olmak” şartı arandı.
İlanın bir kişiyi işaret ettiği ortaya çıktı, iptal edildi.
Daha sonra güncellenen ilanla aynı kişi üniversitede göreve başladı.

Biri yapar da diğeri durur mu?
İzmir Demokrasi Üniversitesi de geçtiğimiz günlerde öğretim üyesi alımı için ilan verdi.
Rektörlük Bilgi İşlem Daire Başkanlığı’ndaki bir kişilik kadro için “Üniversitelerin Bilgisayar Mühendisliği, Yazılım Mühendisliği, Bilişim Sistemleri Mühendisliği veya Matematik bölümlerinden lisans programı mezunu” olmak şartı getirildi.
Bu yetmedi.
Bu bölümlerin birinden en az tezli yüksek lisans mezunu olmak şartı eklendi.
Bu da yetmedi.
Uluslararası alanda CEH sertifikasına sahip olmak şartı getirildi.
Bu da yetmedi.
Siber güvenlik alanında en az 10 yıl deneyimi olmak şartı getirildi.
Maalesef bu da yetmedi ve son olarak ISO 27001 Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi-Baş Denetçi sertifikasına sahip olmak şartı da getirildi.
Türkiye’de böyle birini arasanız kaç kişidir acaba?

İktidarın “ümmet” mantığından yola çıkarak toplumu şekillendirmeye çalıştığını söyledim.
Bundan da kimi tarikat ve cemaatlerin cesaret aldığını da.
Vakıfları ve dernekleri aracılığı ile toplumu kutuplaştıran ve “İslam” adı altında iktidarın kanatları altında toplanmayı amaçlayan bu tavır da şikayetler, yasaklamalar ya da sınırlandırmalar ile kendini gösteriyor.
Oysa kendi gerçekleri bile hiç de öyle değil.

1868-1876 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından derlenen İslami özel hukuk (medeni hukuk) kurallarının yer aldığı Mecelle yazıldı.
Türkiye’de 1926’ya kadar da uygulandı.
Türk Medeni Kanunu’na ek olarak çıkarılan 864 sayılı Tatbikat Kanunu’nun 43. maddesiyle 4 Ekim 1926’da yürürlükten kaldırıldı.
Kimileri Mecelle’nin “yeniden” uygulanmasını istiyor ve savunuyor.
Bunun için ortamın da “uygun” olduğunu düşünüyorlar.
Oysa Mecelle’nin de en önemli kurallarından biri “Sui misal emsal olmaz” maddesidir.
Türkçesi “Kötü örnek, örnek olarak alınamaz…”

Toplumun bir bölümünün giyimi, kuşamı, yaşam tarzını, yediğini, içtiğini, söylediğini, savunduğunu Mecelle’ye sığınarak “kötü” görecek ve yasaklarla kendi fikrini dayatacaksın.
Öte yandan “kötü” de olsa emsal gösterip kadrolaşacak, üç beş maaş alacak, kendin dışındaki herkesi yasaklarla yok sayacaksın.
Mecelle’nin bir başka kuralı daha var aslında.
“Beyyine hüccet-i müteaddiye ve ikrar hüccet-i kasıradır.”
Türkçesi, “Kanıt herkesi, itiraf ise sadece itiraf edeni bağlar…”
Kanıtlar da ortada değil mi?

About Author

Serdar Öztürk

Serdar Öztürk

Related Articles

TÜM HABERLER