A3 Haber

Noam Chomsky’den Ukrayna savaşı analizi: Ukrayna’da diplomasi bertaraf edildi

Noam Chomsky’den Ukrayna savaşı analizi: Ukrayna’da diplomasi bertaraf edildi

Noam Chomsky’den Ukrayna savaşı analizi: Ukrayna’da diplomasi bertaraf edildi
Temmuz 25
07:55 2022

Ünlü yazar, dilbilimci, aktivist Noam Chomsky, Amerikalı radyo yapımcısı ve yazar David Barsamian’ın Ukrayna-Rusya savaşına ilişkin sorularını yanıtladı. Chomsky, “Kremlin tarafında suç ve aptallık, ABD tarafında ağır provokasyonlar var. Bu noktaya varmamızın arka planı budur. Bunu sonlandırmanın tek bir yolu var. O da diplomasi” dedi. Chomsky.info’da yayımlanan bu kapsamlı söyleşiyi Ayşen Tekşen Türkçeleştirdi.

Chomsky, kişisel web sitesinde yayımlanan söyleşide radyo yapımcısı-yazar David Barsamian’ın Ukrayna-Rusya çatışmasına ilişkin sorularına kapsamlı yanıtlar verdi.

İşte David Barsamian’ın soruları ve Chomsky’nin yanıtları…

İçinde bulunduğumuz ânın en net kabusuna, Ukrayna’daki savaşa ve onun küresel ölçekte etkilerine bakalım. Ama önce biraz arka plan. Başkan George H. W. Bush’un dönemin Sovyet lideri Mikhail Gorbaçov’a verdiği, NATO’nun “doğuya doğru bir milim bile ilerlemeyeceğine” dair sözle başlayalım -ve bu söz doğrulandı. Sorum şu: Gorbaçov neden bunu yazılı olarak almadı?

Centilmenlik anlaşmasını kabul etti ve bu diplomaside pek de anormal bir şey değil. El sıkışma. Ayrıca, yazılı olması hiçbir fark yaratmayacaktı. Kağıt üzerindeki anlaşmalar her zaman yırtılıp atılır. Önemli olan iyi niyettir. Ve gerçekten de H. W. Bush anlaşmaya kesinlikle saygı gösterdi. Avrasya ülkelerini kapsayacak bir barış ortaklığı kurma doğrultusunda adımlar bile attı. NATO dağıtılmayacak ama önemsizleştirilecekti. Örneğin, Tacikistan gibi ülkeler NATO’nun bir parçası olmadan buna katılabilecekti. Gorbaçov bunu onayladı. Askeri ittifakların olmadığı, ortak bir Avrupa olarak adlandırdığı şeyi oluşturma doğrultusunda bir adım olacaktı.

İlk birkaç yılında Clinton da bu anlaşmaya sadık kaldı. Uzmanlar Clinton’ın 1994’de nabza göre şerbet vermeye başladığını söyler. Ruslara “Evet, bu anlaşmaya bağlı kalacağız” derken ABD’ndeki Polonyalılara ve diğer etnik azınlıklara “Endişelenmeyin, sizi NATO’ya alacağız” diyordu. 1996-97’de Clinton 1996 seçimini kazanmasına yardım ettiği dostu, Rusya Başkanı Boris Yeltsin’e bunu oldukça açık bir dille ifade etti. Yeltsin’e “Bu NATO işinde çok ısrarlı olmayın. Genişleyeceğiz, ABD’ndeki etnik oylar için buna ihtiyacım var” dedi.

Clinton 1997’de Visegrad ülkeleri olarak bilinen Macaristan, Çekoslovakya ve Romanya’yı NATO’ya katılmaya çağırdı. Ruslar bundan hoşlanmadı ama fazla da olay çıkarmadı. Sonra Baltık devletleri katıldı ve yine aynı şey. 2008’de ilk Bush’tan farklı olan ikinci Bush, Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya davet etti. Her ABD diplomatı Gürcistan ve Ukrayna’nın Rusya’nın kırmızı çizgisi olduğunu gayet iyi anladı. Başka yerde genişlemeye tahammül edebilirlerdi ama bu ülkeler Rusya’nın jeostratejik can damarıydı ve orada genişlemeye izin vermeyeceklerdi. Hikayenin devamı olarak 2014’de, Rus yanlısı başkanı uzaklaştıran Maidan ayaklanması oldu ve Ukrayna Batıya yaklaştı.

2014’ten itibaren ABD ve NATO Ukrayna’ya silah yığmaya başladı -gelişmiş silahlar, askeri eğitim, ortak askeri tatbikatlar, Ukrayna’yı NATO askeri komutasına entegre etme hamleleri. Bu bir sır değildi. Oldukça açıktı. Yakınlarda, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg bundan övünerek söz etti. Şunları söyledi: 2014’den beri bunu yapıyoruz. Kuşkusuz, bu fazlasıyla bilinçli, kışkırtıcı bir söylemdir. Her Rus liderinin tahammül edilmez hamle olarak gördüğü şeyin sınırlarını aştıklarını biliyorlardı. Fransa ve Almanya 2008’de bunu veto etti ama ABD’nin baskısıyla gündemde tutuldu. Ve ABD demek olan NATO, Ukrayna’nın fiili olarak NATO askeri komutasına girmesini hızlandırmak için harekete geçti.

2019’da Volodymyr Zelensky, sorunun çözümü için Doğu Ukrayna ve Rusya’yla barışı sağlayacak bir plan olan barış platformuna ezici çoğunlukla -sanırım yüzde 70- seçildi. Bu konuda çalışmaya başladı ve hatta II. Minsk olarak anılan anlaşmayı uygulamak için Rusya yanlısı doğu bölgesi Donbas’a gitmeye çalıştı. Bu, Donbas’ın istediği şey olan belli ölçüde özerklikle, Ukrayna’nın federalleşmesi demek olacaktı. İsviçre ya da Belçika gibi bir şey. Zelensky çabasını sürdürmesi halinde onu öldürmekle tehdit eden sağcı milisler tarafından engellendi.

O aslında cesur bir adam. ABD’den destek alsaydı ilerleyebilirdi. ABD reddetti. Hiçbir desteği olmaması, ortada kaldığı ve geri çekilmesi gerektiği anlamına geliyordu. ABD Ukrayna’yı adım adım NATO’nun askeri komutasına sokma politikasında kararlıydı. Biden seçildiğinde bu politika daha da hız kazandı. Eylül 2021’de bunu Beyaz Saray web sitesinde okuyabiliyordunuz. Resmi olarak ilan edilmedi ama elbette Ruslar biliyordu. Biden yönetimi, NATO üyeliğine hazırlık için “geliştirilmiş program” olarak adlandırdıkları şeyin parçası olarak, askeri eğitim, askeri tatbikatlar ve daha fazla silah sürecini hızlandırmaya yönelik bir programı, ortak bir açıklamayı duyurdu.

Bu faaliyet Kasım’da daha da hızlandı. Bunların hepsi işgalden önceydi. Dışişleri Bakanı Antony Blinken, esasen bu düzenlemeyi resmileştiren ve genişleten bir tüzük imzaladı. Bir Dışişleri sözcüsü, işgalden önce ABD’nin Rusya’nın herhangi bir güvenlik endişesini tartışmayı reddettiğini itiraf etti. Tüm bunlar arka planın parçasıdır.

24 Şubatta Putin acımasız bir işgal başlattı. Bu ciddi provokasyonlar o işgali haklı çıkarmaz. Putin bir devlet adamı olsaydı çok farklı bir şey yapardı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a gider, onun deneysel önerilerine tutunur ve Avrupa ile bir uzlaşmaya varmaya, ortak bir Avrupa için adımlar atmaya çalışırdı. Kuşkusuz, ABD buna hep karşıydı. Bu, Soğuk Savaş tarihinde Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle’ün bağımsız bir Avrupa kurma girişimlerine geri uzanır. De Gaulle’ün ifadesiyle, “Atlantik’ten Ural Dağlarına”, ticari ve güvenlik nedenleriyle son derece doğal bir uyuma sahip olan Rusya’yı Batıyla birleştiren bir Avrupa. Dolayısıyla, Putin’in yakın çevresinde devlet adamları olsaydı Macron’un açılımlarına tutunur ve gerçekten Avrupa’yla bütünleşme ve krizden kaçınma olasılığını denerlerdi. Putin bunun yerine Rusya açısından aptallık olan bir politika tercih etti. İşgalin suç teşkil etmesinin yanı sıra, Avrupa’yı ABD’nin kucağına iten bir politika seçti. Aslında, bu politika İsveç ve Finlandiya’yı NATO’ya katılmaya bile ikna etti ki işgalin suç teşkil etmesi ve Rusya’nın bundan dolayı maruz kaldığı çok ciddi kayıplar bir yana, Rusya açısından olası en kötü sonuç buydu.

Dolayısıyla, Kremlin tarafında suç ve aptallık, ABD tarafında ağır provokasyonlar. Bu noktaya varmamızın arka planı budur. Bu dehşeti sonlandırmayı deneyebilir miyiz? Yoksa onu sürdürmeye mi çalışmalıyız? Seçenekler bunlar.

Bunu sonlandırmanın tek bir yolu var. O da diplomasi. Tanımı gereği, diplomasi her iki tarafın da onu kabul etmesi demektir. Diplomasiden hoşlanmazlar ama kötü seçeneklerin en zararsızı olarak kabul ederler. Putin’e bir tür imdat çıkışı sağlayacaktır. Olasılıklardan biri bu. Diğeri ise bu durumu uzatmak ve herkesin ne kadar acı çekeceğini, kaç Ukraynalının öleceğini, Rusya’nın ne kadar sıkıntı yaşayacağını, Asya ve Afrika’da kaç milyon insanın açlıktan öleceğini, insan varlığının yaşayabilmesi için hiçbir olasılık kalmayana dek çevreyi ısıtmakta ne kadar ilerleyeceğimizi görmektir. Seçenekler bunlar. Pekala, yaklaşık %100 oybirliğiyle ABD ve Avrupa’nın büyük bölümü diplomasiden uzak durma seçeneğini tercih edecektir. Bu gayet açık. Rusya’ya zarar vermeyi sürdürmemiz gerek.

New York Times, Londra Financial Times ve tüm Avrupa’da gazete sütunlarını okuyabilirsiniz. Ortak nakarat “Rusya’nın acı çekmesini sağlamak zorundayız” şeklindedir. Ukrayna’ya ya da başkalarına ne olduğu önemli değil. Elbette bu kumar, Putin’in sonuna kadar zorlanması, kaçış yolu bulamaması, yenilgiyi kabullenmeye zorlanması halinde bunu kabul edeceğini ve Ukrayna’yı yok etmek için sahip olduğu silahları kullanmayacağını varsayıyor.

Rusya’nın henüz yapmadığı pek çok şey var. Batılı analistler buna hayret ediyor. Mesela, Polonya’dan Ukrayna’ya silah yağdıran tedarik hatlarına saldırmadılar. Bunu elbette yapabilirlerdi. Bu onları kısa sürede ABD demek olan NATO ile doğrudan çatışmaya sokardı. Bundan sonrasını tahmin edebilirsiniz. Savaş oyunlarına göz atan herkes bunun nereye varacağını bilir – nihai nükleer savaşa doğru tırmanan merdiven.

Dolayısıyla, Rusya’yı zayıflatmak, yeterince acı çekmelerini sağlamak için Ukraynalıların, Asyalıların, Afrikalıların hayatlarıyla, uygarlığın geleceğiyle oynadığımız oyunlar bunlar. Bu oyunu oynamak istiyorsanız, bu konuda dürüst olun. Bunun ahlaki bir temeli yok. Aslında, ahlaki açıdan dehşet verici. Ve mevcut olasılığı düşündüğünüzde, ilkeyi savunmamıza tepeden bakanlar ahlak embesilleridir.

Medyada ve ABD ve belki de Avrupa’daki siyasi sınıfta Rus barbarlığı, savaş suçları ve katliamlar konusunda büyük bir ahlaki öfke görüyoruz. Her savaşta olduğu gibi bunda da söz konusu suçların işlendiği kuşku götürmez. Bu ahlaki öfkeyi biraz seçici bulmuyor musun?

Ahlaki öfke çok yerinde. Ahlaki öfke olmalıdır. Ama Küresel Güneye baktığınızda onlar gördüklerine inanamıyorlar. Elbette savaşı lanetliyorlar. Savaş korkunç bir saldırganlık suçudur. Sonra Batıya bakıyor ve “Bu adamlar neden bahsediyor? Bunun bize her zaman yaptıkları şeyden ne farkı var” diyorlar. Yorumlardaki bu fark şaşırtıcı. New York Times’ı ve onun büyük düşünürü Thomas Friedman’ı okuyun. Bir kaç hafta önce çaresizlikle havlu attığı bir makale yazdı. Ne yapabiliriz? Bir savaş suçlusunun olduğu bir dünyada nasıl yaşayabiliriz? Hitler’den beri buna tanık olmamıştık. Rusya’da bir savaş suçlusu var. Ona nasıl davranacağımızı bilemiyoruz. Herhangi bir yerde bir savaş suçlusu olabileceğini hiç düşünmemiştik.

Küresel Güneydeki insanlar bunu duyduğunda, kahkahaya boğulma ya da dalga geçme arasında gidip geliyorlar. Bizim Washington’da dolaşan savaş suçlularımız var. Aslında savaş suçlularımıza nasıl davranacağımızı biliyoruz. Afganistan işgalinin yirminci yılında bunu gördük. Unutmayın, dünya kamuoyunun şiddetle karşı çıktığı, provokasyonu olmayan bir işgaldi. Washington Post’un yaşam sayfalarında, daha sonra Irak işgaliyle devam eden büyük savaş suçlusu, Afganistan faili George W. Bush ile bir röportaj vardı. Post’un sözcükleriyle, espriler saçan, yaptığı ünlü insan portrelerini gösteren, torunlarıyla oynayan bu sevecen şapşal büyükbabayla bir röportaj. Hoş, sıcak bir ortam. Dolayısıyla, savaş suçlularına ne yapacağımızı biliyoruz. Thomas Friedman yanılıyor. Onlara gayet iyi davranıyoruz.

Ya da modern dönemin en büyük savaş suçlusu Henry Kissinger’ı düşünelim. Ona yalnızca kibarca değil, büyük bir hayranlıkla yaklaştık. Önünde sonunda, Hava Kuvvetlerine Kamboçya’nın kitlesel olarak bombalanması emrini veren adam oydu. “Hareket eden her şeyin üzerinde uçan her şeyi” bombalamak onun sözcükleriydi. Arşiv kayıtlarında böyle bir kitlesel soykırım çağrısının başka bir örneğini bilmiyorum. Emri, Kamboçya’nın yoğun biçimde bombalanmasıyla yerine getirildi. Bu konuda fazla bilgimiz yok çünkü biz kendi savaş suçlularımızı araştırmıyoruz. Ama önemli Kamboçya tarihçileri Taylor Owen ve Ben Kiernan olanları anlattılar. Sonra, Şili’de Salvador Allende’nin hükümetinin yıkılması ve kirli bir diktatörlük kurulmasındaki rolümüz ve daha niceleri var. Demem o ki, kendi savaş suçlularımıza nasıl davranacağımızı biliyoruz.

Buna rağmen, Thomas Friedman Ukrayna gibi bir olayı düşünemiyor. Yazdıklarına dair bir yorum da gelmedi ki bu da oldukça makul kabul edildiğini gösterir. Seçicilik sözcüğü yetersiz kalır. Bu hayret ötesi bir durum. Dolayısıyla, evet, ahlaki öfke son derece yerindedir. Amerikalıların sonunda başka biri tarafından işlenen büyük savaş suçlarına belli bir öfke sergilemeye başlaması iyidir.

Ufak bir bulmacam var. İki parçalı bir bulmaca. Rusya’nın ordusu beceriksiz ve yetersiz. Askerlerinin morali düşük ve kötü yönetiliyorlar. Ekonomisi İtalya ve İspanya’nınkiyle aynı seviyede. Bu işin bir tarafı. Diğeri ise, Rusya bizi ezme tehdidi içeren bir askeri dev. O yüzden, daha fazla silaha ihtiyacımız var. NATO’yu genişletelim. Bu iki çelişkili düşünceyi nasıl uzlaştırırsın?

Bu iki düşünce tüm Batıda standarttır. İsveç’te onların NATO’ya katılma planlarıyla ilgili uzun bir röportaj yaptım. İsveç liderlerinin sizin de sözünü ettiğiniz iki çelişkili görüşleri olduğundan söz ettim. Bunlardan biri, Rusya’nın çoğunlukla yurttaşlardan oluşan bir ordunun savunduğu sınırından birkaç mil uzaktaki şehirleri ele geçiremeyen bir kağıttan kaplan olduğunu kanıtladığı gerçeğinde keyif alıyor. Dolayısıyla, askeri olarak tamamen yetersizler. Diğer düşünce ise Ruslar Batıyı ele geçirmeye ve bizi yok etmeye hazırlar.

George Orwell buna bir isim vermişti. Aklınızda birbiriyle çelişen iki düşünce olması ve ikisine de inanma kapasitesi anlamına gelen çiftdüşün. Orwell’ın hatası bunun yalnızca 1984’de hicvettiği aşırı-totaliter bir devlette olabileceğini düşünmesiydi. Yanıldı. Özgür demokratik toplumlarda da bunu yaşayabilirsiniz. Şu anda dramatik bir örneğini görüyoruz. Ayrıca, bu bir ilk de değil.

Bu çiftdüşün, örneğin, Soğuk Savaş düşünce sisteminin tipik özelliğidir. 1950’deki NSC-68 Soğuk Savaş belgelerine dikkatle baktığınızda, bırakın ABD’yi tek başına Avrupa’nın bile askeri olarak Rusya’yla eşit düzeyde olduğunu görürsünüz. Ama kuşkusuz, Kremlin’in dünyayı fethetme niyetine karşı koymak için yine de dev bir yeniden silahlanma programına ihtiyacımız vardı. Bu belgelerden yalnızca biri ve bilinçli bir yaklaşımdı. Yazarlarından biri olan Dean Acheson, daha ileride hükümetin kitle zihniyetini alt etmesi için “hakikatten daha net” olmak gerektiğini söyledi. Bu devasa askeri bütçeyi geçirmek istiyoruz, o halde dünyayı fethetmek üzere olan bir köle devlet uydurarak “hakikatten daha net” olmamız gerekiyor. Bu düşünce tüm Soğuk Savaş dönemine yayılmıştır. Daha pek çok örnek verebilirim ama onu oldukça dramatik biçimde şimdi bir kez daha karşımızda buluyoruz. Ve senin ifaden çok doğru: bu iki düşünce Batıyı tüketiyor.

Diplomat George Kennan’ın 1997’de New York Times’da yayınlanan son derece ileri görüşlü serbest kürsü makalesinde NATO’nun sınırlarını doğuya doğru genişletmesinin içerdiği tehlikeleri öngörmesi de ilginç.

Kennan NSC-68’e de karşıydı. Aslında, Dışişleri Bakanlığı Politika Belirleme Ekibinin başındaydı. İşten atıldı ve yerine Paul Nitze getirildi. Böylesine zorlu bir iş için fazla yumuşak bulundu. Bir şahin, radikal bir antikomünist, ABD pozisyonları konusunda oldukça acımasız biriydi ama Rusya ile askeri çatışmanın anlamsız olduğunu gördü. Sonunda Rusya’nın iç çatışmalar nedeniyle yıkılacağını öngördü ve haklı çıktı. Ama tüm süreçte bir güvercin olarak görüldü. 1952’de Almanya’nın NATO askeri ittifakı dışında birleştirilmesinden yanaydı. Bu aslında Sovyet yöneticisi Joseph Stalin’in de önerisiydi. Kennan, Sovyetler Birliği büyükelçisi ve Rusya uzmanıydı.

Stalin’in girişimi. Kennan’ın önerisi. Bazı Avrupalılar bunu desteklediler. Bu çözüm Soğuk Savaşı sonlandıracaktı. Askeri bloklardan birinde yer almayan, askerileştirilmemiş, tarafsız kılınmış bir Almanya anlamına gelecekti. Öneri Washington’da toptan göz ardı edildi. Bu konuda bir kitap yazan James Warburg diye saygın bir dış politika uzmanı vardı. O kitap okunmaya değerdir. Adı, Almanya: Barışın Anahtarı. Kitapta bu fikrin ciddiye alınması gerektiğini savundu. Warburg önemsenmedi, görmezden gelindi, alay edildi. Birkaç kez ondan söz ettim ve benimle de deli diye alay ettiler. Stalin’e nasıl inanabilirsin? Arşivler açıldı. Gerçekten ciddi olduğu görüldü. Şimdi ise Melvin Leffler gibi önde gelen Soğuk Savaş tarihçilerini okuyoruz ve bu tarihçiler o sırada askerileşme uğruna, askeri bütçenin devasa ölçüde büyümesi uğruna kaçırılan, gerçek bir barışçıl anlaşma fırsatı olduğunu kabul ediyorlar.

Şimdi Kennedy yönetimine bakalım. John Kennedy göreve geldiğinde, o sırada Rusya’yı yöneten Nikita Kruşçev, gerilimlerin ciddi ölçüde hafiflemesi anlamına gelecek olan, saldırı silahlarının karşılıklı olarak büyük ölçekte azaltılması şeklinde çok önemli bir teklif sundu. O sırada ABD askeri olarak çok ilerideydi. Kruşçev Rusya’da ekonomik gelişime yönelmek istiyordu ve çok daha zengin bir rakiple askeri çatışma bağlamında bunun mümkün olmadığını anlamıştı. Bu nedenle, teklifi ilk olarak Başkan Dwight Eisenhower’a götürdü ve dikkate alınmadı. Sonra Kennedy’ye sundu ve onun yönetimi -ABD’nin zaten çok ileride olduğunu bilmelerine rağmen- barış zamanında tarihin en büyük askeri güç takviyesiyle karşılık verdi.

ABD bir “füze açığı” uydurdu. Füze avantajına sahip Rusya bizi ezmek üzereydi. Füze açığı açıklandığında ABD’nin lehine olduğu anlaşıldı. Rusya’nın bir yerlerdeki hava üssünde dört füzesi olduğu görüldü.
Bu örneklere devam edebiliriz. Nüfusun güvenliği karar vericilerin umurunda değildir. Ayrıcalıklıların, zenginlerin, şirketlerin, silah üreticilerinin güvenliği önemlidir ama geri kalan bizlerinki değil. Bu çiftedüşün kimi kez bilinçli kimi kez de bilinçdışı olarak hep vardır. Bu tam da Orwell’ın tanımladığı şey yani, özgür bir toplumda aşırı-totalitarizmdir.

Truthout’daki bir makalede Eisenhower’ın 1953 “Demir Haç” konuşmasını alıntıladınız. Orada size ilginç gelen şey nedir?

Okuyun, neden ilginç olduğunu göreceksiniz. Yaptığı en iyi konuşmaydı. 1953’de tam görevi devralırken yaptı. Temelde, dikkat çektiği şey askerileşmenin kendi toplumumuza büyük bir saldırı olduğuydu. Eisenhower ya da metni yazan kişi bunu oldukça etkili bir biçimde ifade etti. Bir jet uçağı şu kadar az sayıda okul ve hastane demektir. Askeri bütçe oluşturduğumuz her seferinde kendimize saldırıyoruz.

Bunu ayrıntılı bir biçimde dile getirerek askeri bütçede indirim çağrısı yaptı. Oldukça kötü bir sicili vardı ama bu açıdan isabetliydi. Ve bu sözler herkesin belleğine kazınmalı. Yakın zamanda Biden dev bir askeri bütçe teklifinde bulundu. Kongre, onun istediğinden de fazlasını verdi ki bu, Eisenhower’ın yıllar önce açıkladığı gibi, toplumumuza büyük bir saldırıyı temsil eder.

Bahanesi ise, yıkılmadan sınırının birkaç mil ötesine gidemeyecek kadar askeri açıdan yetersiz bu kağıttan kaplandan kendimizi korumamız gerektiği iddiası. O halde, karşı karşıya olduğumuz şiddetli varoluşsal krizlerle başa çıkmak için gerekli muazzam kaynakları israf ederek, korkunç bir askeri bütçeyle kendimize ciddi şekilde zarar vermeli ve dünyayı tehlikeye atmalıyız. Bu arada, vergi verenlerin paralarını da olabildiğince hızlı bir biçimde dünyayı yok etmeyi sürdürebilmeleri için fosil yakıt üreticilerinin cebine boşaltıyoruz. Hem fosil yakıt üretimi hem de askeri harcamalardaki sınırsız büyümede bunu görebiliyoruz. Bundan mutlu olan insanlar var. Lockheed, Martin, ExxonMobil’in yönetim ofislerine bakın, huşu içindeler. Bu onlar için bir talih kuşu. Bunun için takdir bile görüyorlar. Yeryüzünde yaşam olasılığını yok ederek uygarlığı kurtardıkları için yere göğe sığdırılamıyorlar. Küresel Güneyi unut gitsin. Eğer varsa, dünya dışı yaratıklar hepimizin deli olduğunu düşünürdü. Ve elbette haklı olurlardı.

Çeviri: Ayşen Tekşen

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER