A3 Haber

Pablo Picasso’nun radikal estetiği

Pablo Picasso’nun radikal estetiği

Pablo Picasso’nun radikal estetiği
Ekim 31
20:54 2022

Sanat eleştirmeni, editör ve gazeteci Billy Anania, İngiltere’de yayımlanan sosyalist dergi Tribune’de geçen hafta yayımlanan analizinde Picasso’nun radikal estetiğini ele aldı. Anania, “Picasso’nunki elit baskıyı aşan bir eziğin hikâyesi değildir; tam aksine, onun üslup gelişimi bütün dünyanın gözlerini kamaştırmıştır. Ancak, ölümünden yaklaşık elli yıl sonra Picasso’nun en güçlü etkisi, tek başına büyüklük arayışında değil, daha iyi bir dünya için kolektif arayışta devam etmeli” diyor… Bu analizi Ayşen Tekşen Türkçeleştirdi.

Billy Anania | Picasso 25 Kasım 1881’de doğdu. Sosyalist oldu -ve baskı ve vahşete karşı mücadelede bir araç olarak sanatın gücünü kanıtlamaktan vazgeçmedi.

25 Kasım 1881’de doğan Pablo Picasso hiç kuşkusuz yirminci yüzyılın hakkında en çok konuşulan sanatçısıydı ve hâlâ da dünyanın en tanınmış sanatçısı olabilir. Estetik anlamda, devrimciydi: Mavi Dönemi’nden Kübizm ve Sürrealizmine kadar uzanan süreçte resim, baskı ve heykel alanında çeşitli popüler sanat hareketlerinin ön safında yer aldı.

Ayrıca, hayatının önemli bölümünde sosyalist bir bakış açısı benimsedi. Parti Communiste Français (PCF) (Fransa Komünist Partisi) onu üyesi kabul etti ve on dokuzuncu yüzyıl sonu ile yirminci yüzyılın büyük bölümünde, sanatın yaşamsal öneme sahip bir siyasi araç olabileceğine inanan bir dünya barışı savunucusu olarak yaşadı.

Ama bazı açılardan, kamu nezdindeki hatırası yanıtladığından fazla soru doğurur. Siyasi yelpazenin her yerinden eleştirilerin yanı sıra kadınlarla çalkantılı ilişkileri ve uzlaşmaya hazır oluşu onun karmaşıklığının canlı bir resmini sunar. O halde, sosyalizmle ilişkisini incelerken yalnızca sanatçı Picasso hakkında değil içinde yaşadığı –ve mirası konusunda buyurgan olmayı sürdüren- sanat dünyası hakkında da daha fazla şey öğrenebiliriz.

Radikal estetik

Picasso’nun kariyeri tam da Avrupa Aydınlanmasından komünist devrimin dünya genelinde yükselişine geçiş sürecine denk geliyordu. Özellikle Nazi işgalindeki Paris’te yaşamak 1944’te onu PCF’ye katılmaya yöneltti ve bir yıl içinde New Masses dergisine şahsi bir manifesto yolladı:

Bu bilginin bizi özgür kılabileceği umuduyla, desen ve renk yoluyla insana ve dünyaya ilişkin bilginin daha derinlerine nüfuz etmeye çalıştım. En doğru, en adil, en iyi ve dolayısıyla da en güzel olduğunu düşündüğüm şeyleri her zaman kendi bildiğimce ifade ettim. Ama baskı ve isyan sırasında bunun yeterli olmadığını, artık yalnızca resimle değil tüm varlığımla savaşmam gerektiğini hissettim.

Bir yıl geçmeden Federal Soruşturma Bürosu, başat düzen aleyhine çalıştığı gerekçesiyle Picasso adına dosya açacaktı. Oysa bundan onlarca yıl önce büyük bir tantanayla tam da bunu yapmıştı. “Avignonlu Kızlar” tablosu (1907), Afrika masklarından uyarlanan uyumsuz gözler ve asimetrik yüzlerle sıradan işçi kadınları sıra dışı bir biçimde betimler. Tablo bir Katalan genelevini resmettiği için de tartışma yarattı; modern Avrupalı sanatçı için, tıpkı yerli üslupları benimsemesi gibi seks işçiliği de hayatın olağan bir parçasıydı.

Bu tablo bütün olarak Picasso eserlerinin sorunlarını ve hazlarını özetler. Onun insan boyutlarını düz bir satıhta yorumlama yeteneği Avrupa ve Birleşik Devletlerin temsil anlayışını değiştirdi ve küçümseyici kişiliği tüm bunların kolay görünmesini sağladı. Hal böyleyken, Picasso’nun Avrupa standartlarının dışına çıkmasını sanat dünyasının keyifsizliğine karşı siyasi açıklamalar olarak yorumlamakta güçlük çekilmedi. Bir keresinde bir röportaj esnasında bir kâğıda “Başka insanlara kayıtsız kalmak mümkün mü ve onların bolca sunduğu yaşamdan kendinizi hangi soğuk umursamazlıkla uzak tutabilirsiniz?” sözcüklerini karaladı. “Hayır, resim evleri süslemek için yapılmaz. Düşmana karşı bir saldırı ve savunma silahıdır.”

Picasso’nun monarşinin sonlanması sırasında İspanya’da yetişmiş olmasının yanı sıra okuldaki olağanüstü şöhreti de onu bu bakış açısına hazırladı. Tartışmasız biçimde politik olan eserleri hem Barok ve Modern dönemlere yakın olan İspanyol arkadaşı Francisco Goya’dan etkilenerek, İspanyol köylülerini, sirk sanatçılarını ve müzisyenleri idealize edilmemiş bir tarzda betimlemek suretiyle Modern öncesi dünyada nadiren canlandırılan konuları normalleştirdi.

Fransa’ya taşındıktan sonra askerlik yapması için yasal bir zorunlulukla karşılaşmadı ama başyapıtlarının önemli bölümü sanatçının etrafındaki sayısız çatışmayı dile getirdi. Üretken Fransız sanatçı ve metresi Dora Maar’ı betimleyen “Ağlayan Kadın” (1937) serisinde, İspanya İç Savaşı sırasındaki kederin fiziksel dışavurumunu aktarma amacıyla değişken çizgiler ve uyumsuz renkler kullandı. Benzer şekilde, halen yapılmış en popüler savaş karşıtı resim olarak kabul edilen duvar resmi boyutundaki “Guernica” (1937), Franco rejiminin İtalyan ve Alman faşistlerin desteğiyle bir Cumhuriyetçi köyünü sistematik biçimde bombalamasına tepkidir.

Diğerleriyle birlikte bu tablo, Hitler’in Picasso’yu “yozlaşmış” bir sanatçı olarak damgalamasına yol açacaktı. Nazi subayları onun evine baskın yaparak “Bunu sen mi yaptın?” diye sorduğunda Picasso’nun ünlü “Hayır, siz yaptınız” yanıtıyla karşılaştılar. Picasso’nun bu olayları L’Humanité gibi komünist gazetelerden okumuş olması, onun “Guernica” ve soykırıma bir saygı duruşu olan benzer üsluptaki “Ölü Evi” (1944-45) gibi monokrom eserlerinin yeraltı basınının bir uzantısı hissi vermesine yol açtı.

Sovyetlerin Modernizmden hoşlanmamasına rağmen, Picasso 1950’de ve ardından da yaptığı güvercin amblemi kurumun imzası haline gelen Mouvement de la Paix’e (Dünya Barış Hareketi) katılımı için1961’de olmak üzere iki kez Lenin Barış Ödülü’nü kazandı. Arkadaşı ve Les Lettres Françaises editörü Louis Aragon’un isteği üzerine, 1953 yılında ölümünün anısına çıkarılan sayı için Joseph Stalin’in portresini çizdi. Bu eser, PCF ve Sovyet liderlerinin Picasso’nun sosyalist gerçekçilikten sapma “ayrıcalığını” eleştiren bir dizi öfkeli çağrılarına ve mektuplarına neden oldu.

Daha sonra Rusya’da sergi açması reddedilse de, 1973’deki ölümüne kadar PCF’nin kayıtlı üyesi olarak kaldı. Ancak, yıllar içinde Picasso hem komünist hem de kapitalist dünya liderleriyle dirsek teması kurmuş ve siyasi içerikli eserler oluşturarak milyonları bir araya getirmiştir. Bu nedenle, bazıları bu dönemi apolitik kariyerde bir “perde arası” ya da sınıf mücadelesi üzerinden “soyut barış” arayışı olarak değerlendirir. Öte yandan, Tate küratörü Lynda Morris, sanat dünyasının elitlerinin hâlâ “apolitik bir Picasso yorumunu koruduklarını” gözlemlemiştir.

Bireysel deha mı halkın sanatçısı mı?

Marksist sanat eleştirmeni John Berger The Success and Failure of Picasso adlı eserinde Picasso’nun “pek çok sanatçının bütün bir çarmığa geriliş hikâyesinde bulduğundan çok daha fazla acıyı tek bir at başında görebildiğini ve hayal edebildiğini” yazar. Ama sanatçının “şüpheli ayrıcalık” konumunun onun şahsi çıkarlarını aşmasını engellediğini de savunur. Berger’e göre, mirası üzerindeki kontrol ve devrimci İspanya’ya yabancılaşması Picasso’yu bir geri besleme döngüsüne hapsetmiştir:

Ülkesinden sürgün edilen; başka bir yüzyıla ait olan, içinde bulunduğu yozlaşmış toplumu yermek için dehasının ilkel doğasını idealize eden, kendine yeterli hale gelen ama kendini kendine kanıtlamak için durmaksızın çalışmak zorunda olan bir sanatçı düşünün. Ne zorluklarla karşılaşabilir? Duyguları, hisleri ya da duygulanımları tükenmeyecek ama onları barındıran konuları tükenecektir. Ve Picasso’nun yaşadığı güçlük de bu oldu. Kendisine şu soruyu sormak: Neyin resmini yapacağım? Ve bunu her zaman tek başına yanıtlamak zorunda olmak.

Berger sonunda Picasso’nun bir ürünü değil de ayrı bir hareket olarak tanınacak olan Kübizmin “diyalektik materyalizmin resimdeki tek örneği” olduğunu da ileri sürdü. Günümüzde Picasso’nun geniş kesimler tarafından hâlâ kübist kabul edildiğini öğrenmek onu hayal kırıklığına uğratacaktı; Berger sanat piyasasının bireysel deha sevdasından daha fazlasını istemekte haklıydı.

Bir sanatçının kariyer çizgisi nadiren doğrusaldır. Örneğin Picasso’nun 1950’lerde Franco İspanya’sında bir sergi açmayı ve ardından da kendi siyasetini İspanyol buluşmasının önünde bir engel olarak göstermesini düşünün. Eleştirmen Jillian Steinhauer’ın belirttiği gibi, bu gelişme takdirimizi azaltmamalı, aksine “elimizdeki resimleri tamamlamaya, sanatsal mitleri parçalamaya” yardımcı olmalı.

Picasso’nunki elit baskıyı aşan bir eziğin hikâyesi değildir; tam aksine, onun üslup gelişimi bütün dünyanın gözlerini kamaştırmıştır. Güçlü savaş karşıtı imgelemini ve sanatçıların her türden devrimci özlemleri için devlet destekli cezalarla yüz yüze kaldığı Soğuk Savaş dönemi siyasetine katkılarını hâlâ takdir edebiliriz. Ancak, ölümünden yaklaşık elli yıl sonra Picasso’nun en güçlü etkisi, tek başına büyüklük arayışında değil, daha iyi bir dünya için kolektif arayışta devam etmeli.

(Çeviri: Ayşen Tekşen) 

Billy Anania kimdir? 

Billy Anania, Brooklyn, NY’de yaşayan ve çalışmaları kültür endüstrilerinde politik ekonomiye ve küresel kurtuluş hareketlerinde sanat tarihine odaklanan bir sanat eleştirmeni, editör ve gazeteci. New Jersey’de doğup büyüdü, Villanova Üniversitesi’nden edebiyat alanında lisans ve Monmouth Üniversitesi’nden retorik alanında yüksek lisans derecesi aldı. Billy, 2015’ten beri makaleler, raporlar ve incelemeler yayımlarken gazetecilik, reklamcılık ve kullanıcı deneyimi araştırmalarında çalıştı. “Dünya Çapında Protesto Sembolü Olan Polise Saldıran Şili Köpeği” makalesi 2019 yılı için Hiperalerjik’te en popüler ikinci yazı oldu. 2021’de Boston Review’ın “Kötülüğü Müzeye Getirmek” başlıklı röportajı dergiye dahil edildi.

 

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER