A3 Haber

Arakçıyan esnafından evde rakı üretenlere: Türkiye’de rakının serüveni

Arakçıyan esnafından evde rakı üretenlere: Türkiye’de rakının serüveni

Arakçıyan esnafından evde rakı üretenlere: Türkiye’de rakının serüveni
Ocak 30
12:40 2020

Bir zamanlar, hüzünlü ya da bol kahkahalı sohbetlerin, şairlerin ve yazarların toplandığı meyhanelerin vazgeçilmeziydi rakı. Masadaki “bir büyük”tü her zaman. Yeşilçam filmleriyle bugüne gelenler bilir, rakı demek Yaşar Usta demekti. Kenar mahallede oturan yoksul bir babanın kese kağıdına sardırarak eve geldiği, sevincine ve kederine yoldaş ettiği içkiydi rakı.

Şimdilerde ise insanların yüksek fiyatlardan dolayı ulaşmakta güçlük çektiği, bu yüzden daha çok evde ürettiği bir içki durumuna geldi.

Peki rakının adı nereden geliyor? Anadolu insanı rakıyla nasıl tanıştı?

Rakı sözcüğünün nereden geldiği ile ilgili birkaç görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan ilki, rakının adını, iri, uzun taneli ve kalın kabuklu Razaki cinsi üzümden aldığıdır. Diğer bir görüş ise Arak sözcüğünden bugüne evrildiğidir. Arak, Levant yöresine özgü üzüm, hurma veya şeker kamışından damıtılarak üretilen anasonlu bir içkidir. Ve bu görüşün doğru olma ihtimali çok daha yüksektir.

Rakının bilinen en iyi tarihine, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde rastlarız

Seyahatname’nin ilk cildini tamamen İstanbul’a ayıran ve 1630’da kaleme alan Evliya Çelebi, mutlaka İstanbul’un şarap kokan sokaklarına ve meyhanelerine uğrayacaktır. Ünlü gezgin, kitabında arak satan esnaflara yer vermiştir. Seyyahın, Arakçıyan esnafı ile kastının, bugünkü bilinen rakının atasını üretenler olduğu düşünülür. Metinde arak sözcüğü ile rakı sözcüğünün de birlikte kullanılması, bu içkiye günümüzdeki adının verilmesinin en büyük kaynağı denebilir.

Evliya Çelebi’nin notlarına göre; o dönem İstanbul’da 100’e yakın arak satan dükkan ve bu dükkanda çalışan yaklaşık 300 kişi bulunmaktadır.

Yine Evliya Çelebi, Arakçıyan esnaflarının dışında içki içilen başka meyhanelerden de bahseder ve içkilerin içeriği ile ilgili şöyle bilgiler verir: Tarçın, hardaliye, karanfil, nane, hurma, sudina.

Buradan anlaşılacağı üzere, o dönemde insanlar birçok bitki türünden içki denemiş, sonunda da hammaddesi anason olan rakıda karar kılmıştır.

Osmanlı’da kuruldu, Cumhuriyet’te yaygınlaştı: AKP özelleştirdi, vergiyi artırdı, içki kültürüne saldırdı

Meşrutiyetin ilanı ve ardından gelen özgür ortam ile birlikte içki tüketiminde artış yaşanmıştır. İlk rakı fabrikası, 1800’lü yıllarda Abdülhamit döneminde, Sarıcazade Ragıp Paşa tarafından Tekirdağ yolu üzerinde Umurca Çiftliğinde kurulmuştur. Umurca Rakı Fabrikası’nda üretilen Umurca Rakısı ve Deniz Kızı rakısı dönemin en kaliteli rakılarıdır.

Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte rakı üretimi, 1926 yılında devlet tekeline alınmış ve yurdun birçok yerinde rakı fabrikaları açılmıştır. AKP iktidarıyla birlikte ise Tekel özelleştirilmiştir. Bu özelleştirme ve sistematik bir şekilde artan vergiler, halkı içki tüketmek için başka yollara itmeye başladı.

Fiyatlar 10 yılda en az altı kat arttı

Rakı fiyatları son 10 yılda en az altı kat arttı. Birkaç yıl önceye kadar fazlaca işittiğimiz “sahte rakı” haberleri yerini, evde kendi içkisini imal edenlerin hikayelerine bıraktı.

Her beş dublenin dördü vergi!

Rakı içenler, her beş dublenin dördünü devlete vergi olarak ödüyor. 2017 yılında devletin vergi geliri 536 milyar TL iken, bunun yüzde 67’si dolaylı vergilerden oluştu ve yaklaşık 138 milyar TL’si ÖTV’den toplandı. Toplanan ÖTV’nin 10 milyar TL’sini ise alkollü içkilerden alınan ÖTV oluşturdu.

Sistematik bir şekilde artan vergilerle birlikte evlerde içki üretimi, turşu kurmak kadar sıradan bir olay haline geldi. Bugün Türkiye’de evde kendi içkisini imal edenlerin sayısı yüz binleri bulmakta. Sosyal medyada her biri en az 10-15 bin üyeye sahip birçok “evde içki yapımı” grubu görmek de mümkün.

“Kendin yap kendin iç” dönemi

Denizli’nin Tavas ilçesinde, ormanlık bir arazide bir işçi çadırı… Mustafa Eren, 24 yıllık orman işçisi. Diğer üç arkadaşıyla beraber çadırda kalıyorlar.

“Bizimkisi ağır bir iş, akşama kadar testereyle geziyoruz, odun yüklemeyle uğraşıyoruz. İş bitiminde çadıra döndüğümüzde birkaç bira içmek hakkımız ancak bu artık mümkün değil” diyor Eren.

İki yıl önce çadırında içki yapmaya başlamış. “Günlüğüm 80 lira benim. Bir büyük açıp, yanına da et almam için üç gün çalışmam gerekiyor. Bizim gibi emekçiler için artık tekelden içki almak bir hayal. O yüzden şimdi kendim yapıyorum içkimi. Bir litre içkinin maliyetini kırk liraya düşürdüm” diye anlatıyor hikayesini orman emekçisi.

“Fabrika üretimi rakıdan farkı oluyor mu” diye soruyorum, “Bence bir fark yok, arkadaşlarımla birlikte içiyoruz zaten. Hatta içki yapmaya başladım başlayalı çadırımdan misafirim eksik olmuyor” diyor.

Ürettiği içkinin bir kısmını da ek gelir için sattığını söylüyor.

“İki yılda kendimi bu konuda epey geliştirdim. Bir gelen zaten abone oluyor. Mesela, burada düğünler içkili olur. Düğün yapacak olanlar beni bulur hemen. Bulmayıp ne yapsınlar? Onca şişe rakının maliyetini düşünebiliyor musunuz? Ama insanlar mutlu olacağı günde içmek istiyor kardeşim, ben de onlara yardımcı oluyorum” diye ekliyor Eren.

“AKP iktidarı içki içen yurttaşlara baskı uyguluyor”

Ulaş Şahan, Manisa’da bir avukat…

26 yıldır içki alıyor ancak eskisi gibi keyifle içememekten şikayetçi.

“Eskiden istediğimiz zaman hem de lüks sayılabilecek yerlere gidip içebiliyorduk. Ben Manisa’da oturan bir yurttaş olarak arkadaşlarımla birlikte İzmir’e gidip rahatlıkla içki içebiliyordum. 2012’lerden sonra özellikle de 2017 yılından itibaren içkili mekanlara neredeyse dürbünle bakar hale geldik. Yılda en fazla bir kez o da azami iki bira içmek için gidebiliyorum. Önümüzdeki yıllarda bunu dahi yapma gücümüz kalmayacak gibi görünüyor” diye sözlerine başlıyor Ulaş Şahan.

Bugünkü içki pahalılığının aslında laik yaşam tarzını benimsemiş yurttaşlar üzerinde oluşturulmak istenen baskıdan kaynaklandığını belirtiyor.

“Bana göre AKP-MHP iktidarı açısından baskın olan boyut cezalandırmaktır. Bana göre içkiye konulan ve sistematik hale getirilen vergiler de facto şeriat vergileridir. Laik yaşam tarzına sahip yurttaşlar üzerinde ekonomik baskı uygulamak ve pratik düzeyde laikliği olabildiğince yok etmek istiyorlar. Zaten gece 22.00’den sonra içki satışı yasal olarak yasaklanmış durumda. Bu da içki içen yurttaşlara uygulanan büyük bir baskıdır. Bu iktidar dinsel bir rejim kuruyor. Dinsel rejimin tabanı, kütlesi dinselleşmiş bir toplumdur” diye ekliyor.

“Evde içki yapımı iktidarın içki politikasına karşı bir direniş midir sizce” diye soruyorum Şahan’a, şöyle yanıt veriyor: “AKP-MHP iktidarının din temelli yasakları yurttaşları direnişe zorluyor. Örgütlü, laik, cumhuriyetçi, sol iktidarı hedefleyen bir politik muhalefetin yokluğunda yurttaşlar el yordamıyla kendiliğinden direniyorlar. Evde içki yapımı da iktidarın islamik zorlamalarına karşı yurttaşların kendiliğinden direnişidir. Yurttaşlar islamik bir yaşamı reddediyorlar. Laik bir düzende yaşamak istiyorlar. İnsanları evde içki yapmaya mecbur ve mahkum eden AKP-MHP iktidarıdır ve bunu da islamcı bir düzen, rejim kurmak istediği için yapmaktadır. Türk tekelleri laikliğe kesinlikle karşıdır. Laik cumhuriyeti de onlar yıktılar.”

Meyhaneciler ve tekel bayileri de kan ağlıyor

Elbette, içki fiyatlarının artışı sadece akşamcıları etkilemedi. Bunun yanı sıra meyhane ve tekel bayi işletmecileri de fahiş içki fiyatlarından oldukça şikayetçi.

Meyhanelerin birçoğu, “İçki sizden meze bizden” kampanyasıyla ayakta durmaya çalışıyor. Tekel bayilerde ise durum daha da vahim. Saat 22.00’dan sonra içki satışının yasaklanması ve yüksek fiyatlar tekel bayi işletmecilerini oldukça zor duruma sokuyor.

Ahmet Parlak, Adana’da 20 yıllık meyhane işletmecisi.

Meyhanesinde, müşterilerine, kendi deyimiyle “gerçek rakı” satıyor. Ancak, son beş yıldır meyhanesinde “gerçek rakı” tüketiminin çok azaldığını söylüyor.

“Adamlar da haklı. Bir büyük açtırsalar, birer de kebap söyleseler en az 300-400 lira hesap ödemek zorunda kalacaklar. Kim günde bu parayı kazanabiliyor? O yüzden ‘Rakı sizden meze bizden’ kampanyası yaptık. Yoksa ayakta kalmamız mümkün değil” diyor.

Parlak, müşterilerinin çoğunluğunun ev yapımı rakıyla mekanına geldiğini bildiğini, ama ses edemediklerini belirtiyor.

“Ne diyebiliriz ki? 100’lük rakıyı dışarıdan alsa zaten 200 lira kardeşim. Peki ben bu adama o rakıyı kaça satacağım? Ee? Bu adam daha kebabını söyleyecek, yanına mezesini isteyecek. Evde 35 liraya mal edilen bir rakıdan söz ediyoruz. Müşterilerimiz rakı şişesiyle geldikten sonra sorun etmiyoruz” diyor.

O anda masanın birinden “Kimse kusura bakmasın, ben o kadar parayı tekel rakısına veremem” diye bir ses işitiyorum. Sonra o ses, yanımızda bitiyor. İnsanlar dolu, bu konuda herkesin söylemek istediği bir söz var aslında.

Yüksek fiyatlar, kahkahalı masaların yerini kimi zaman umutsuzluğa bırakıyor. Birkaç kadeh içki içmek isteyen herkes, bu hakkının gasp edildiğini düşünüyor.

Onlardan birisi de Sebahattin Bey. Soyadının yazılmasını istemiyor. Evde içki yaptığı için başına bir iş gelebileceğinin endişesi içinde. Evde içki imal eden arkadaşlarından birisi baskına uğramış. Onu hatırlatıyor. Sonrasında gülüyor.

“Gerçi iktidar bizim masayı dinlese hepimizi toplarlar da” diye ekliyor.

45 yıllık akşamcıymış Sebahattin Bey. “Şu masaya her oturduğumda geçmişi hatırlıyorum. Özlüyorum. Rakı bu toprakların geleneğidir. Dostluğu, bizi bir arada tutan bir gerçektir rakı. Ama şimdi bu bağı koparmak istiyorlar. Hatırlıyorum. Çocuktum. Babamlar billur bardaklarda rakı içerlerdi. Ne güzel günlerdi. Hiçbir şeyin eski tadı kalmadı. Kentlerin de. Meyhanelerin de” diye tamamlıyor sözünü.

Tekel bayilerinin yaşadıkları…

Meyhaneden çıkıyorum. Gözlerim tekel bayii arıyor. Yürüyorum. Burası bir kenar mahalle. Biraz ileride küçük bir tekel, adımımı atıyorum içeriye doğru. Duyduğum ilk şey içki kokusu… Biraz sonra da sigara dumanları geliyor burnuma. Muhtemelen burası aynı zamanda bir tektekçi. Yani, tekel bayinin arka odasında insanlar içki içiyor.

Önce bir paket sigara istiyorum. Sonra konuşmaya çalışıyorum işletmeciyle. İlkin oralı olmuyor. Meyhaneciyle tanıştığım için onun adını veriyorum. Yasakları, vergileri, fiyatları konuştukça, Hüseyin Bey, kayıtsız kalamıyor. Onun da tek şartı var, soyadının kullanılmaması.

Bir korku imparatorluğu… Herkes konuşmak istiyor ve herkes endişeli…

Hüseyin Bey, 14 yıldır tekel bayi işletiyor. “Önceden işlerimiz iyiydi. Bira satışımız fazlaydı. Keza rakı da. Son birkaç yıl içinde bira satışlarım yarı yarıya düştü. Rakıyı saymıyorum bile. Toptancımdan rakı talep ettiğim çok azdır. Gel bak şu rakı şişesine. Üzerinde toz bile görebilirsin” diye başlıyor sözlerine Hüseyin Bey.

22.00’den sonra içki satışının yasaklanması onu çok fazla etkilemiş. “İçen insan zaten o saatten sonra içiyor. O saatlerde içki sattırmazsan ben ne zaman satacağım. Zaten fiyatlar pahalı. Şimdi bir de bekçi olayı çıkardılar. Polisi bekçisi aman vermiyor. Birçok tekel bayi işleten arkadaşım 22.00’dan sonra içki sattığı için yüklü miktarda ceza aldı ve dükkanlarını kapatmak zorunda kaldı. Bu hak mı şimdi? Biz bu saatin 24.00 olmasından yanayız” diyor.

Sohbet ilerledikçe, merak ettiğim soruyu sormamın vaktinin geldiğini düşünüyorum. Arkada içki içilip içilmediği sorusunu yöneltiyorum Hüseyin Bey’e. Duraksıyor. Sonra gülüyor.

“Nerede içecek bu insanlar kardeşim” diyor önce, devam ediyor: “Birahaneye, meyhaneye gitsen, iki katı fiyatlar. Zaten normal satış fiyatı da pahalı. İçecek sokak mı bıraktılar? Bir ara müşterilerimden böyle bir talep oldu.Yaptık böyle bir şey. Herkesi almam ama odaya. Daimi müşterilerim var. Şarabını, birkaç birasını içer giderler. Keşke buna mecbur bırakılmasaydık.”

Öğrenci evlerindeki içki imalat düzenekleri

Evde içki üretimi elbette rakıyla sınırlı değil. İnternetten kit satın alıp şarap ve bira üretenlerin, meşe odunu yardımıyla viski imal edenlerin de sayısı artıyor.

Bir öğrenci evine konuk oluyorum. Gençler, pek de güneş almayan küçük bir odaya davet ediyor beni. Burada 23 litrelik iki tane bidon görüyorum. Üzerinde çeşitli aparatlar. Ne olduğunu soruyorum.

“Birisine bira, diğerine şarap kurduk” diyor gençler. Ancak bira ve şarabın belirli bir bekleme süresi var. Ortalama üç hafta. Böyle bir işe nasıl giriştiklerini merak ediyorum.

“Üç yıl önce barda iki bira içebiliyordum, şimdi yanından geçemiyorum”

Öğrencilerden Gökhan, “Üç sene önceye kadar barda iki şişe bira içebiliyordum. Şimdi barın yanından geçemiyorum. Kredim yattığında uğrayayım dedim. Bir bira 20 lira. Öğrenci için büyük bir yük. İnternetten araştırdık sonra. Kit ve aparatlarını aldık. Şimdi kendimiz üretiyoruz. Bir birayı 2-3 liraya mal ediyoruz. Hem de koyu bira, buğday birası, yüksek alkollü bira gibi çeşitli biralar da üretebiliyoruz” diyor.

Adana’daki zorbalık: Rakı varsa festival de yok!

Aralık ayının ikinci haftasına girilirken, Adanalılar, Kebap ve Şalgam Festivali için hazır. Büyüksaat esnafının dolapları etlerle ve rakı ile dolmuş durumda. Esnafın beklentisi büyük. Şehir dışından gelerek festivale katılacak binlerce insan, otellerden yer ayırtmış…

13 Aralık 2019’da Adana Valiliği’nden yapılan açıklamayla, festivalin iptal edildiği duyuruluyor. Gerekçe olarak da terör eylemleri gösteriliyor. Onca hazırlığın ve beklentinin ardından, yurttaşlar, festivalin yapılacağı sokaklara gitmek istese de, TOMA’larla, uzun namlulu silah taşıyan polislerle karşılaşıyor. Sokağın her yanı tutulmuş. Büyüksaat’e giriş yasak.

Rakı festivaline gitmek isteyen ve polis engeliyle karşılaşan Tunç Uslular ile konuşuyorum.

“Bu işin buraya geleceği belliydi” diye sözlerine başlıyor Uslular, devam ediyor: “Festival, 2010 yılında, Rakı Festivali adıyla başladı. Önceleri katılım azdı ama ulusal çapta gündem olunca, insanların ilgisini çekmeye başladı. 2015 yılında da, ilk yasağa tanık olduk. Önlem olarak, festivalin adı, Kebap ve Şalgam Festivali olarak değiştirildi. Tam da bu yıl, sokakta içip eğlenen, şarkılar söyleyen insanların arasına dalan iki kişi, ‘Size rakı içirmeyeceğiz’ diye bağırıp, pompalı tüfeklerle kalabalığa ateş açtı. İşin ilginç yanı, festivale katılanların çoğu sokaktan ayrılmadılar. Ve eğlence sabaha kadar sürdü. Şunu söylemek istiyorum; hükümete festivali yasaklamak için bir gerekçe lazımdı, onu da buldular. Saldırının bir tesadüf olduğunu düşünmüyorum. O yıldan sonra festival üzerindeki baskı giderek arttı zaten.”

“Sokakta rakı içmek Adana’da asırlık gelenektir”

Sokaklarda rakı içmenin Adana’da asırlık bir gelenek olduğunu söyleyen Uslular, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Festivalin yapıldığı sokaklarda, yani Büyüksaat’te pazar günü sabah beşten itibaren insanlar rakı içmek için toplanmaya başlarlar. Pazar olmasının nedeni diğer esnafların dükkanlarını açmaması. Boş sokaklara masalar atılır. Gün doğarken, ciğer yenip, rakı içilir. Bu, Adana’nın kadim bir geleneği. Zaten bu gelenek festivale dönüştü. Çıkış noktası aslında, gün ağarırken içilen rakıdır.”

Yasaklanan festival, Türkiye gündemine oturdu. Olay, ayrıca meclis gündemine de taşındı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, festivalin yasaklanmasına sahip çıkarak, “Ne geleneklerimizde, ne göreneklerimizde, ananelerimizde ne de herhangi bir durumla örtüşebilir değildir” diye açıklama yaptı.

Akademisyen-yazar Fatih Yaşlı: İçki düşmanlığı politik bir tutumdur, içki içme özgürlüğünü savunmak gerekir

İktidarın, yasakçı tutumunu ve nedenlerini akademisyen ve yazar Fatih Yaşlı’ya soruyorum.

“Türkiye İslamcılığı bir semboller siyasetidir” diye sözlerine başlıyor Yaşlı.

Devam ediyor: “Türban Türkiye İslamcılığı için ne kadar sembolikse içki de öyledir. Atatürk’ün içki sofrasına yönelik üretilen efsanelerden tutun, Erdoğan’ın bir zamanlar kurduğu ‘iki ayyaşın yaptığı yasa oluyor da, Kuran hükmü neden yasa olmuyor’ ifadesine kadar, içki siyasal İslam’ın söyleminde karşı tarafı, Türkiye’nin seküler, ilerici, sol kesimlerini yaftalamak için kullanılan bir semboldür. Dolayısıyla içki düşmanlığı, politik bir tutumdur ve tam da bu nedenle, içki içmeyi değil ama içki içme özgürlüğünü savunmak, içki içmenin kriminal bir hadise haline getirilmesine, bir suçmuş gibi sunulmasına itiraz etmek gerekir. İçkinin kamusal alanda görünür olması, kadınlı erkekli sofralarda oturulması, içki üzerindeki yasakların kaldırılması ve vergilerin düşürülmesi talebi, bunların hepsi günümüz Türkiye’sinde politik taleplerdir.

Türkiye’de iktidar partisi eliyle yeni bir rejim kurulmaktadır ve bu rejim adı konulmasa da, üst ilke olarak dini ve onun hükümlerini kabul etmekte, siyasal ve toplumsal yaşayışı da fiili olarak bu hükümlere göre düzenlemektedir. Adana’daki festivale yönelik yasağının gerisinde de tam olarak bu vardır. Bu dinsel rejime karşı mücadele edilirken, iktidarın diliyle konuşmak, iktidarın suç ve günah saydıklarını suç ve günah olarak kabul etmek yerine cepheden bir karşı çıkış şarttır. İşte tam da bu nedenle içkiye yönelik her türlü dinsel saldırıya karşı ‘içiyorsam ben içiyorum, sana ne’ diyen bir tavır göstermek, ‘siz önce kendi yediklerinizin, içtikleriniz hesabını verin’ demekten kaçınmamak gerekmektedir. Gerçek bir politik mücadele ancak bu tür bir tutum üzerine inşa edilebilir.”

“İçki içenlerden alınan yüksek vergi, Osmanlı’da gayrimüslimlerden alınan cizye vergisine benziyor”

İktidarın içkiden alınan yüksek vergilerin büyük bölümünü “laik, seküler” kesimlerin üzerine yıkmak istediğini, bunun da Osmanlı döneminde gayrimüslimlere uygulanan ‘cizye vergisi’ne benzediğini söyleyen Yaşlı, yurttaşların evde içki yapmasını da bir tür ‘pasif direniş’ olarak yorumluyor.

“İktidar içkiyi kriminalize, içenleri de marjinalize etmeye çalışıyor”

Akademisyen Yaşlı sözlerini şöyle tamamlıyor: “Kimden vergi alacağınız siyasal bir tercihtir. Bugün Türkiye’de vergi gelirlerinin yüzde 70’i dolaylı vergilerden, yüzde 30’u ise doğrudan vergilerden elde ediliyor. Eğer bir ülkede dolaylı vergiler, yani tüketim üzerinden alınan vergiler bu kadar yükselmiş, doğrudan vergiler, yani gelir üzerinden alınan vergiler bu kadar düşmüşse, o ülkede vergi adaletinden söz edilemez. İktidar sermayeden, ranttan, faizden, servetten vergi almak yerine, vergi yükünü halkın omuzlarına bindiriyor. Bunu yaparken de bir siyasal tercih daha yapıyor ve özellikle içki ile sigaradaki vergiyi artırıyor. Sigara değil ama içkiden alınan vergi ise vergi yükünün önemlice bir bölümünü ‘laik, seküler’ kesimlerin üzerine yıkmak anlamına geliyor. Böylece iktidarın istediği hayat tarzına sahip olmayan kesimlere adeta Osmanlı’daki gayrimüslimlere getirilene benzer bir “cizye vergisi”, yani baş vergisi getirilmiş oluyor. Adı konulmamış bir şeriat yasası hükmünce, bu kesimlere bir tür ceza kesiliyor. Halk tarih boyunca her zaman yoksulluğa karşı stratejiler üretmiş, yüksek vergilere karşı da direnmiştir. Şimdi benzer bir durum söz konusu. Yurttaşlar, içkinin getirdiği maliyetten kaçınmak ve aynı zamanda bu iktidara vergi vermeyi reddetmek için evlerinde içki üretiyorlar. İktidar içkiyi kriminalize ettikçe, içki içen kesimleri marjinalleştirmeye çalıştıkça, halk da buna karşı çeşitli tepkiler geliştiriyor. Marketten daha az içki alıyorlar, dışarıda da daha az içiyorlar ve içkiyi evlerinde yapıyorlar. Ben burada bir tür “sivil itaatsizlik”, bir tür “pasif direniş” görüyorum ve bunu iktidarın dinselleştirme politikalarına karşı savunulması gereken bir mevzi olarak değerlendiriyorum.”

Öğrencisinden emeklisine, işçisinden memuruna içki içenlerin aynı zamanda birer kimyager olduğu bir Türkiye’ye doğru yol alıyoruz. Herkes mutlu işlediği suçtan, herkes birbiriyle paylaşıyor suç tariflerini…

Anason ayarı, şeker miktarı, meyveli votkalar… Daha ucuz içkiyle daha çok sevişilen geceler… Baskılar ve bizim ona olan direncimiz… Umudumuz… Bir zincirin parçası şimdi Türkiye’nin dört yanındaki kimyagerler… Sessizce, evlerinde. Ve bekliyorlar, bir gün güzel günler için içki yapıp içmeyi…

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER