A3 Haber

Politik ölümsüzlük için aldıkları son kararların telafisi mümkün olmayacak: Erdoğan, Putin, Netanyahu, Xi…

Politik ölümsüzlük için aldıkları son kararların telafisi mümkün olmayacak: Erdoğan, Putin, Netanyahu, Xi…

Politik ölümsüzlük için aldıkları son kararların telafisi mümkün olmayacak: Erdoğan, Putin, Netanyahu, Xi…
Temmuz 17
08:37 2020

Gelir dağılımı ve eşitsizlik konularındaki çalışmalarıyla tanınan Sırp-Amerikan ekonomist Branko Milanovic, bugün otoriter liderlerin aldığı tarihi kararların, gelecekte telafisi imkansız bir miras olarak kalacağını iddia ediyor. Social Europe ve IPS-Journal’ın ortak yayını olarak yayımlanan analizde, Putin, Xi Jinping, Netanyahu ve Erdoğan’ın son dönemlerde aldıkları kararlar masaya yatırılıyor ve karşılaştırılıyor. Milanovic’in bu analizini Ayşen Tekşen’in çevirisiyle paylaşıyoruz.

Dört önemli dünya liderinin -alınmış ya da çok yakında alınacak olan- son dört politik kararı, söz konusu kararları geri alınamaz kılarak kendilerinden sonra gelenlerin elini bağlama ve böylece kendi politik ölümsüzlüklerini sağlama alma girişimleridir.

Kastettiğim şey, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Kırım’ı ilhak etme; Çinli mevkidaşı Xi Jinping’in Hong Kong’un özerkliğini iptal etme; İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun işgal altındaki Batı Şeria bölgelerini ilhak etme ve Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Ayasofya’yı camiye dönüştürme kararları. Bu adamların hepsi de politik miraslarını düşünme yaşındalar: Erdoğan (17 yıldır iktidarda), Putin (20 yıldır) ve Xi (7 yıldır) 66-67 yaşlarındalar, Netanyahu (14 yıldır iktidarda) onlardan üç yaş daha büyük.

Erdoğan’ın Ayasofya kararını geri almak, yerine gelen kişi için çok zor olacaktır

En sonuncusuyla başlayalım –(daha öncesinde 900 yıl boyunca dünyanın en büyük Hıristiyan kilisesi olan) bir müzenin camiye dönüştürülmesi. Erdoğan’ın Türk Danıştay’ı tarafından otomatik olarak onaylanan isteği, Türkiye’nin laik tek parti lideri Kemal Atatürk’ün kilise/cami etrafında dönen dini kavgadan kurtulmak için burayı bir müze haline getirme şeklindeki yaklaşık 90 yıllık kararını iptal ediyor.

Erdoğan, 2003 yılında iktidara geldiği günden beri düzenli olarak Kemalist mirası ortadan kaldırıyordu. Orduyu disipline etmesinin ve onu siyasetin kontrolüne sokmasının sadece demokrasinin gereğini yapmak anlamına geldiğini iddia ederek, başlangıçta bu tasfiye işlemini Batının desteğiyle yaptı. Ancak Türkiye’nin nihai üyeliği Avrupa Birliği tarafından pek çok kez reddedildiğinden, oldukça anlaşılır bir biçimde, dikkatini Ortadoğu güç simsarı rolünü üstlenmeye çevirdi. Ülke dışında, Osmanlı mirası ve Türkiye’nin yumuşak gücünü öne çıkardı; ülke içinde, mensubu olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi’nin islami kökenleri ve referanslarını giderek daha güçlü bir biçimde vurguladı.

AKP’nin İstanbul büyükşehir belediye başkanlığını kaybetmesinin yarattığı son utançtan sonra Ayasofya’nın “yeniden ele geçirilmesinin” Erdoğan’ın alt tabaka islami seçmenler arasındaki konumunu güçlendireceği kesindir. Türkiye, eski dünya devleti statüsünü ve onurunu geri kazanıyormuş gibi algılanacaktır. İsterse en laik ve mezhep farkı gözetmeyen parti olsun, Erdoğan’ın yerine geçecek olan herkes, cami kararını geri almayı fazlasıyla zor bulacaktır. Böyle bir parti iktidara gelirse ve geldiğinde, ele alması gereken başka acil sorunlar olacak. Erdoğan’ın son kararından geri dönmeye çalışmak -olası kazançlar karşısında fazlasıyla orantısız kayıplarla- gereksiz bir cephe açmak olacaktır. Erdoğan kazandı –ve cami kararını değiştirmek bir yüzyıl daha alabilir.

Putin de Kırım kararıyla kendisinden sonra gelenin elini kolunu bağladı

Putin’in 2014’te Ukrayna’daki Kırım’ı ilhak etmesi de aynı düşüncelerin ürünü olmakla birlikte çok daha önemli olduğu gayet açık olan coğrafi ve tarihsel savlar bu olayda öncelikli rol oynar. Ama ne kadar liberal olursa olsun kendisinden sonra gelen hiç kimse bu kararı geri alamayacaktır –yalnızca, Kırım’da (ve elbette Rusya’da) buna karşı çıkılacağı için değil ama Rusya, liderlerinin ulusal topraklarda alışveriş yapmasına izin vermeyecek iki tarihsel travmanın acısını yaşadığı için. Bu travmalar 1917 ve 1991 dağılma süreçleridir. Her ikisinde de -ama özellikle ikincisinde- Rusya diplomatik kartlarını çok kötü oynadı.

Hangi çizgiden olursa olsun her Rus ulusal elitini ele geçiren korku şudur: Rusya kendi bölgesi olarak kabul ettiği yerin bir santimini verecek olursa ülke 1991-92’de Sovyet Rusya’da olduğu gibi dağılmaya başlayabilir. Ve böyle bir dağılma nerede biter? Dolayısıyla, Rusya bir başka devrim ve parçalanma süreci yaşamadıkça Kırım’ın iadesi akıllardan çıkarılabilir. Erdoğan gibi Putin de kendisinden sonra gelecek olanların elini kolunu bağlamıştır.

Netanyahu’nun ilhak kararı da aynı mantığı taşıyor

Netanyahu’nun ilhak teklifi de aynı mantığı izler. Görünürde 1990 Oslo mutabakatından beri Filistin Otoritesinin kontrolünde olan Ürdün Batı Şeria’sı bir kez İsrail topraklarına katıldığında bir daha asla geri verilmeyecektir. Yerleşimci nüfus buna karşı çıkar. İsrail siyasi partileri, hatta ilkesel olarak Netanyahu ve ilhaka karşı olanlar bile, mücadele etmek için başka, daha önemli siyasi konular bulacaktır. Ayrıca, İsrail’in Arap komşularıyla yaptığı 1967 savaşından beri devam eden işgal sürecinde olduğu gibi, zaman ilhakı kalıcı kılma lehine işleyecektir.

Buraya giderek daha fazla yerleşimci (kendi de geçersiz hale gelecek olan bir terim) geldikçe –başka bir İsrail hükümeti bunu yapmaya çalışsa bile- onları ilhak edilen bölgeden çıkarmanın maliyeti fahiş olacaktır. Hiç kimse bunu yapmayı göze alamaz. Yeni bölgelerin İsrailli/Yahudi özelliği ancak İsrail’in büyük bir askeri yenilgi yaşaması halinde tehlikeye düşebilir –ki şimdilik hayal bile edilemeyecek bir olasılık. Dolayısıyla, güçlü bir lider burada da kendi eserinin bozulmamasını sağlayacaktır.

Hong Kong kararı

Hong Kong’un Birleşik Krallıkla yapılan 1997 anlaşmasında garanti altına alınan özerkliğinin Xi tarafından feshetmesi de bu gruba girer. Çin’in süper güç olması nedeniyle bu kararın geri alınması diğer üçünden daha da zordur. Bir süper gücün başka, daha küçük güçlerin yapılmasını istediğine boyun eğmesi mümkün değildir. Hiç kimse Çin’in geri adım atacağını düşünmüyor: Rusya gibi Çin de sıkıntılı bir yakın tarihin pençesinde. Sömürgeye uzanan geçmişe sahip bir konuda teslim olmanın bir küçük düşme olarak algılanacağı kesindir.

Tibet için bağımsızlık ya da Uygurlar için insan hakları konusunda yumuşaması pek olası değil ama –en karanlık “afyon savaşları” günlerini çağrıştıran- küçük düşme açısından bakıldığında bu meselelerden hiçbiri Hong Kong konusunda bir U-dönüşünün yanına bile yaklaşamaz. Bu konuda da, ancak Çin’in parçalanması ya da bir demokrasi veya 19. yüzyılda olduğu gibi bir tâbi devlet haline gelmesi durumunda Hong Kong’un özerk (ve hatta bağımsız) olmasını bekleyebiliriz. Ufukta bunlardan hiçbiri görünmüyor. Otokrat bir lider, kendi iktidarının son bulmasından sonra bir gerçekleşecek olası bir değişikliği önceden engeller.

Tarih rüzgarı

Çıkarılacak bir ders var mı? Evet, Otto von Bismarck’ın ünlü ifadesiyle, tarihin rüzgarını doğru biçimde hissederseniz, aynı yönde yapacağınız güçlü bir hamle politikalarınızın tersine çevrilememesini ve politik ölümsüzlüğünüzü garantiye alacaktır. Bugün pek çok insanın güce tapan otokratların eserleri olarak gördüğü ve daha “makul” politik liderler tarafından tersine çevrilebileceğini düşündüğü kararlar ne yazık ki uzun süre geçerli olacaktır.

Bir politikanın kalıcı olmasının en büyük garantisi, onu ancak acı bir ulusal yenilgi yaşanması durumunda tersine çevrilebilecek şekilde oluşturmaktır ve yukarıdaki dört olayın üçünde bu koşul geçerlidir. Bu yalnızca politikayı daha sağlam kılmakla kalmaz ama bir mağlubiyet olasılığında bile bir kuşağı onun için güvenceye alır. Yenilgi sonrası kuşaklar, dünyanın geri kalanının hoşuna gitse de gitmese de, ülkelerinin liderlerinin cesur kararlar alabildiği döneme hayranlıkla bakacak, bu liderlerin ulusal kahramanlar anıtındaki yerleri böylece sağlamlaşacaktır -ülkelerinin felaketi pahasına da olsa.

(Çeviri: Ayşen Tekşen) 

 

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER