A3 Haber

Kentsel gelişmenin ağırlığıyla batan şehirler: Nasıl batıyorlar?

Kentsel gelişmenin ağırlığıyla batan şehirler: Nasıl batıyorlar?

Kentsel gelişmenin ağırlığıyla batan şehirler: Nasıl batıyorlar?
Mart 02
11:37 2021

İklim değişikliği ve kentsel yaşam üzerine odaklanan Bloomberg CityLab yazarı Linda Poon, geçen ay kaleme aldığı bir değinide yeni bir araştırmayı gündeme getirdi. Bu araştırma, deniz seviyesi yükseldikçe büyük binaların San Francisco ve diğer şehirlerin altındaki zemini nasıl etkilediğini ölçüyor. Yazıyı Ayşen Tekşen’in Türkçesiyle sunuyoruz…

2020 sonlarında mühendisler San Francisco’nun Millennium Tower’ının daha fazla yana yatmasını ve toprağa gömülmesini durdurmayı amaçlayan 100 milyon dolarlık bir proje üzerinde çalışmaya başladı. Bu sorunlu lüks mülkün kiracıları, 58 katlı binanın 10 yıl içinde yaklaşık kırk santim battığını dört yıl önce öğrenmişti. Ama kulenin içinde bulunduğu olumsuz durum sorunun yalnızca bir parçası olup sadece Bay Area’yla sınırlı da değil: Deniz seviyesinin yükselmesiyle eşzamanlı olarak, dünyanın her yerindeki şehirler kendi kentsel gelişiminin ağırlığıyla batıyor.

Yeni bir araştırma, imarlı ortamın devasa ağırlığının -arazi çökmesi olarak bilinen bir jeolojik görüngü olan- şehirlerin batmasına ne kadar katkıda bulunduğunu ölçmeye çalışıyor. Şehirleşme bu görüngünün çeşitli nedenlerinden yalnızca biri olsa da, AGU Advances dergisindeki makalede, insanlar giderek daha fazla şehirlere taşındıkça bunun etkisinin artacağını öngörülüyor. Sonuç olarak, aşırı kalabalık şehirler daha az gelişmiş bölgelerden daha hızlı batacak gibi görünüyor.

U.S. Geological Survey’de deprem bilim uzmanı olan araştırma yazarı Tom Parsons, bu etkinin vaka çalışması olarak San Francisco Bay Area’yı inceledi. Parsons, San Francisco bölgesindeki tüm binaların toplam ağırlığının kabaca 1,6 trilyon kilo olduğunu hesapladı. Şehir büyüdükçe zeminin 80 milimetre batmasına tek başına bu ağırlık neden olmuş olabilir.
Parsons bunun tedbirli bir tahmin olduğunu söylüyor: “Şehirdeki her öğeyi hesaplamaya çalışmak oldukça imkansız ama şehirlerdeki malzemenin çoğunun binaların içinde olduğunu hesapladım.”

Bu sayıları hesaplamak için kullandığı model, San Francisco Körfez Bölgesi’ndeki her binanın yüksekliği ve taban çevresiyle ilgili kamuya açık verileri kullanıyor ve bunların yapısı ve içindekiler hakkında kapsamlı varsayımlarda bulunuyor. Çalışma, yollar, köprüler ve kaplanmış alanlar gibi diğer kütle kaynaklarını içermiyor ve insanları da hesaba katmıyor.

Bununla birlikte, tek başına binaların yarattığı basınç bölgenin batmasına katkıda bulunmaya yeterli. 2018’deki daha eski bir çalışma, 7 milyondan fazla nüfusuyla San Francisco civarında yoğun kalabalığa sahip kıyı bölgelerinin yılda 2 milimetre battığını ileri sürdü. Bazı bölgelerde bu rakam yıllık 10 milimetre. Deniz seviyesinin 2050’ye kadar neredeyse 30 cm ve yüzyılın sonunda 90 cm yükselmesi beklendiğinden, bölge felaket niteliğinde sel tehdidiyle de karşı karşıya.

Yeraltı suyunun pompalanması, erozyon ve tektonik tabakaların kayması gibi faktörler genellikle çökmenin ana nedenleri olsa da, Parsons’ın makalesi, şehirleşmenin de küçük ama önemsiz olmayan bir rol oynadığını açıklamak için San Francisco bölgesine odaklanıyor. “San Francisco şehir merkezi gibi aşırı kentleşmiş bir bölgede, küçük bir alanda çok fazla baskı var” diyor. Bu baskı, dünyanın kayalık dış kabuğunun ya da litosferin biçim değiştirmesine ve her yıl sadece birkaç milimetre de olsa batmasına yol açmak için yeterli.

Bir diğer nokta da, şehrin binalarından önemli bölümünün, daha kolay sıkışarak zeminin daha fazla batmasına yol açan toprak üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Mühendisler genellikle bu etkiyi hesaba katar. Parsons, “İlk yapıldığında bina yerleşecektir. İlk anda 8 ya da 10 milimetre yerleşebilir. Altındaki toprak -özellikle de killi toprak- zamanla kaymaya ve aşağıya doğru akmaya başladığında, başta yüksek ve ağır yapılar olmak üzere, binalar sonsuza kadar yerleşmeye devam edebilir” diyor.

Arazi çökmesine katkıda bulunan diğer etmenlerle kıyaslandığında bu aşağıya doğru basıncın etkisi düşük olabilir. Ancak Parsons, insanlar şehirlere göç etmeye devam ettikçe kentsel gelişimin ağırlığının tüm dünyada giderek daha önemli hale geleceğini ve bunun karşılığında nüfus artışını barındırmak için daha fazla gelişmeye ihtiyaç olacağını savunuyor. Bir tahmine göre, 2050 yılına kadar dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 70’i büyük kentsel alanlarda yaşayacak. “Diğer şeylerle kıyaslandığında şimdilik önemli bir endişe kaynağı değil ama devasa gelişmeleri üst üste yığmaya devam ettiğimiz sürece sorun büyüyecek. Özellikle de, kıyı bölgelerine akın eden insan sayısının yüzde 50 artabileceği, gelişmekte olan ülkelerde.”

Makale, 14 milyonun üzerindeki kentsel nüfusu önümüzdeki otuz yılda iki katına çıkması beklenen Nijerya, Lagos’a da dikkat çekiyor. Şu anda şehir yılda 2 ila 87 milimetre arasında değişen oranda batıyor. Parsons, şehrin “dayanıklılığı yeterince arttırılmamış çökeller üzerine ağır yapıların inşa edildiği” kıyı bölgelerinde daha yüksek oranda zemin çökmesi görüldüğünü yazıyor.

Gelişmiş şehirlerde kentleşmenin etkisini geri çevirmek için yapılabilecek fazla bir şey yok. Endonezya’da liderler aşırı kalabalık şehrin üzerindeki yükü kısmen azaltmak amacıyla başkenti Jakarta dışına taşımak şeklinde bir plan öne sürdü ama burası daha şimdiden dünyanın en hızlı batan metropollerinden biri. Aşırı yeraltı suyu pompalaması şehrin yılda yaklaşık 10 cm yerleşmesine ya da batmasına yol açarken daha yoksul halkın kronik selle karşı karşıya olduğu bazı kıyı bölgeleri yılda 25 milimetre batıyor.

Parsons, “Bir yeri kentleştirmeye niyetliyseniz yapılabilecek fazla bir şey yok. Aşağıya doğru ittiren yerçekimi söz konusu ve bununla savaşamazsınız” diyor. Ancak, dikkate alınması gereken bazı hafifletici önlemler de var. Nereye ve nasıl bir arazi üzerine inşa ettiğiniz uzun vadede önemli. Şehirler, kıyıya yakın yerlerde ya da çökmeye yatkın olan kazanılmış araziler üzerinde ağır inşaat planlarını yeniden gözden geçirmek isteyebilir.

Kentsel drenaj sistemlerini de yeniden düşünmek isteyebilirler. Planlamacılar toprağın üzerine kaplama yaptığında, genellikle drenajı geleneksel nehir kaynaklarından uzaklaştırmış ve ister okyanus ister körfez olsun, en yakındaki en büyük su kütlesine yöneltmiş olurlar. Parsons, “Bu durumda, normalde deltada birikmesi gereken çökelmelerin önemli bölümü doğrudan denize gönderilir” diyor. Bu, zeminin zamanla sıkışmasına neden olur ve şehrin batışını hızlandırır.
Çözüm, tüm bunları önceden düşünmektir. Aksi takdirde, “şehirler giderek kalabalıklaştıkça ve giderek daha yüksek binalar inşa edildikçe, sorunlar daha da büyüyebilir.”

(Çeviri: Ayşen Tekşen) 

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER