A3 Haber

Fransa’da askerlerin bildirisini Prof. Dr. M. Şehmus Güzel yorumladı: Fransa küme mi düşüyor?

Fransa’da askerlerin bildirisini Prof. Dr. M. Şehmus Güzel yorumladı: Fransa küme mi düşüyor?

Fransa’da askerlerin bildirisini Prof. Dr. M. Şehmus Güzel yorumladı: Fransa küme mi düşüyor?
Mayıs 14
10:22 2021

Fransa’da emekli generaller ve çeşitli düzeylerde askerlerin verdiği “postmodern muhtıra” bir krize mi doğdu, yoksa bir krizi mi tetikledi? Yeni Posta’nın sorularını yanıtlayan Prof. Dr. M. Şehmus Güzel, gelişmeleri Paris’ten değerlendirdi ve Fransa siyaset sınıfının beceriksizlik, acemilik ve acizliğin elinde kıvrandığını vurguladı: “Fransa küme düşmek üzere!”

Avrupa’nın ikinci büyük gücü kabul edilen Fransa’daki toplumsal kriz belirtileri göz ardı edilebilir gibi değil. En son bir dizi askerin iç savaş uyarılı bildirisinin ortaya çıkış koşulları ve yaratacağı sonuçları Prof. Dr. M. Şehmus Güzel, Yeni Posta gazetesine anlattı… 

Covid-19’un pençesindeki Fransa’nın bir ekonomik ve siyasal krizden geçtiğini, toplumun kaynamaya başladığını söyleyebilir miyiz? Bu doğrultudaki sinyalleri nasıl yorumlamamız gerekiyor? Eğer birkaç boyutlu krizden söz edeceksek, bu tür bir “askeri yarı muhtıradan” da söz edebiliriz belki. Son gelişmeleri, “askerlerin çağrısını” ve -varsa- krizin toplumsal boyutlarını siz nasıl görüyorsunuz?

Bir yılı aşkın zamandır binlerce ölüme yol açan, ne zaman, nasıl sona ereceği maalesef henüz bilinmeyen korona belası, Fransa Cumhuriyeti’ni yönetenlerin beceriksizliğini, acemiliğini, acizliğini bir kere daha gözler önüne serdi. Dramatik boyutlarıyla. Hepimiz yazdık ve söyledik, yinelemeye gerek yok, ama sembolik bir ölçütü de ihmal etmemeliyiz: Kendini “büyük” sanan devletlerden “kendi aşısı” olmayan, aşısını üretemeyen tek devlet bu devlettir. Almanya Federal Cumhuriyeti’nin aşısı var. İngiltere’nin/Birleşik Krallığın var. Rusya Federasyonu’nun var. Çin Halk Cumhuriyeti’nin var. Var oğlu var, ama Fransa’nın yok. Pasteur’ün vatanı açısından hüzün verici.

Dahası korona belasıyla bu ülkede yoksulların da bulunduğu, en dramatik boyutlarıyla ortaya çıktı. Yoksullarla tuzu kurular arasındaki uçurum çok büyüdü.

Sonuç açık ve kesin: Fransa “küme düşmek” üzere.

Avrupa devletleri içinde, sınırı ötesindeki birçok savaşta aynı zamanda başrolleri oynamaktan yorulmayan, Lübnan gibi tarihi dostlarına horozlanmaktan çekinmeyen, uzak ve yakın komşularına, “dünyaya ve kente” ruhani çözümler öneren aynı devlet, kendi toprağında işlenen cinayetleri, suikastları önleyemiyor, kendi dertlerine çare bulamıyor.

Sorunların boyutu genişliyor, sayısı artıyor. Siyasetçiler, hele genç ve acemi reis, danışmanlarınca iyi yazılmış, edebi ve şık ve hem de pek güzel nutuklar atıyor, ama bir türlü kendi ülkesine barışı getiremiyor. Polisler gösterilere şiddetle, şimdiye kadar görülmemiş derecedeki saldırganlıkla müdahale ediyor… Kimi ailelerde, bilhassa burjuva ve “büyük burjuva” ailelerde, genç veya daha az genç kadınlar pek yakında kendilerine zorla çarşafın dayatılacağından açıkça korkuyor. Kocaları ise genç veya daha az genç, güzel ya da güzel olmayan eşlerinin “köle”leştirileceğinden çekiniyorlar…

İşte bu koşullarda askeri disiplin, askeri kurallar gereği “susmaları” emredilmiş askerler konuşmaya başladı. Bu tür perdeleri yırtarak sahneye çıkışın nedenleri daha boyutlu ve daha derin: Katolikliğin taşıdığı dinsel dışlamanın, Yahudi, “Arap”, “Müslüman” düşmanlığı, sömürgeciliğin kabartarak getirdiği ırkçılık, yabancı düşmanlığı, dinsel dürtüler de unutulmamalı.

Elbette her yurttaş gibi üniforma taşısa bile askerin de, jandarmanın da, polisin de konuşma ve düşüncesini açıklama hakkı var. Ama görev süresi bitince. Hatta andığım kategorilerdekilerin neredeyse tümünün ömür boyu, yani emekli olduktan sonra bile “susmak” mecburiyeti var.

Fransa’da orduya “La Grande Muette” denmesi bir tesadüf değil. “Büyük Dilsiz/Suskun” ağzını açınca hele darbeden, savaştan, “içsavaş”tan “sorumluğunu sizin taşıyacağınız binlerce ölüden” söz ederek iktidarı ve reisi ve başbakanını tehdit ediyorsa… Sonra benzeri, “ihtilale”/içsavaşa/darbeye çağrı yapan bir metni imzaya açıyorsa, imzayla birlikte “destekleyiniz”, Türkçesiyle “elinizi cüzdanınıza atınız” diyorsa. Ve 9 Nisan tarihinde imzacıların sayısının 229 bin 451’e ulaştığını malum ve yalanlarına sadece abonelerinin inandığı dergi sitesinde ilan ediyorsa… Ciddi bir durum var demektir. Bu hamur daha çok su kaldıracak gibi: Yakında, pek yakında göreceğiz.

Bu kadar da değil. Fransa masum ve “asil” demokratları oynasa, isteyene de istemeyene de “demokrasi” derslerini ücretsiz verse bile, uzak ve yakın siyasi tarihinde askeri darbeleri eksik olmayanlardandır. Napolyon Bonapart’ın darbesini, 1848’de cumhurbaşkanı seçilen, 1851’de kendi rejimine darbe yapan, sonra kendini imparator ilan edip 3. Napolyon adını alanınkine kadar gitmeyelim…

Evet Hocam, Cezayir’deki Fransız tarzı askeri darbe hemen aklımıza geliyor…

Evet, evet, Cezayir’deki adaletsiz ve dengesiz savaş Fransız iç siyasetini fena sarsmıştı: Mayıs 1958’de Charles de Gaulle şaibeli bir şekilde ve “askerin bastırması sonucu” başbakanlığa getirildi. Ama burada konumuz bakımından bizi asıl ilgilendiren 21 Nisan 1961’de Cezayir’de yapılan askeri darbe girişimidir. (Birkaç satırla bu darbe girişimini aktarmak mümkün. Fransızca bile olsa anlaşılıyor: “Le putsch des généraux du 21 avril 1961, également appelé putsch d’Alger, est une tentative de coup d’État, fomentée par une partie des militaires de carrière de l’armée française en Algérie, et conduite par quatre généraux cinq étoiles (Maurice Challe, Edmond Jouhaud, Raoul Salan et André Zeller). Ils déclenchent cette opération en réaction à la politique choisie par le président de la République, Charles de Gaulle, et son gouvernement, qu’ils considèrent comme une politique d’abandon de l’Algérie française.”)

2021’de, günü gününe tam 60 yıl sonra Fransa’da 18 generalin “l’appel des militaires” (“Askerlerin Çağrısı”) ismiyle bu ülkenin mazisi lekeli, en asparagasçı/yalan habercisi, en tutucu, en ırkçı, en aşırı sağcı dergisinde bir “tribune” yayınlamaları bir rastlantı değildir. Bu bir tercihidir ve bilinerek düzenlenmiştir: Bu amaçla 21 Nisan seçilmiştir. Referans verilmiştir. De Gaulle’ün Cezayir politikasını reddetmek için beş yıldızlı dört general Cezayir’de “yönetime el koymuştur”… Bu iş uzun boylu sürmedi, darbe girişimi bastırıldı, elebaşları kaçtı… Darbeciler Charles de Gaule’ü affetmemiş birkaç kez öldürmeye kalkmış (biri Kennedy’nin cenaze töreninde yapılacaktı örneğin), Fransa’da düzenlenen bir suikast ne iyi ki başarısızlıkla sonuçlanmıştır…

Mayıs 1968’te eski darbeciler ve taraftarları, gençliğin ve komünistlerin ihtilaline karşı koymak üzere malum Charles ile barışmışlar. Darbecilerin tümü affedilmiş ve hayata olanlar ülkeye dönmüştür… Yani bu meseleler biliniyor.

Bugün yapılmak istenen de bu mu? Darbeye, olası bir iç savaşa çağrı mı?

Rütbeleri yükseklerin genç ve acemi reisle hesaplaşmak istemelerinin başka nedenleri olduğunu da sanıyorum: Reis’in ordu şefi rolünü çok ciddiye almasına da tahammül edemiyorlar. Rütbeliler, “çocuk” reisin, seçilmesi sonrasındaki ilk 14 Temmuz’unda Saray’dan tören alanına üstü açık askeri jiple gitmesini es geçmediler. Yeni reisin bonapartist/tekadamcı/tekkararverici eğilimlerini/uygulamalarını da sineye çekemiyorlar.

Reis’in orduyu kendine yakın genç generallerle yönetmek arzusu, “eskilere” kapıyı göstermesi, genel kurmay başkanının istifasını önemsememesi ve benzeri ciddi kariyerist ve karmaşık etkenler de var. (5. Cumhuriyet’te ilk kez görülen bu istifa bir parantezi hak ediyor: Pierre Le Jolis de Villiers de Saintignon, dit Pierre de Villiers, est un militaire français, né le 26 juillet 1956 à Boulogne (Vendée). Général d’armée, il est chef d’État-Major des armées de 2014 à 2017, après avoir été major général des armées (2010-2014). Il démissionne de ses fonctions en 2017 à la suite d’un désaccord sur le budget des armées françaises.)

Aşırı sağcı, ırkçı bayan siyasetçinin saraya el koymak üzere olduğu (Mayıs 2022’deki “reislik seçimi” yaklaşıyor) iddiaları da bu adamlara cesaret veriyor… Onlar da kendilerine olası yeni iktidar paylaşımında yer ayrılmasını istiyorlar: Belki milletvekili, belki bakan… Bir yıl sonraki reis seçiminin hemen peşinden milletvekili seçimleri de yapılacak… Ve daha bir dizi askeri, türlü çeşitli darbeler görmüş, derdini çekmiş bizlere pek yabancı olmayan mesele var.

Fransa ve Avrupa: Sağa kayış sürüyor

Salgının da etkisiyle bugün Fransız egemen siyaset sınıfının bir “yönetememe krizine” girdiğini söyleyebilir miyiz? Nasıl bir çıkış yolu arıyorlar? Askerlerin bu “şaka gibi” muhtırasının, halk sınıflarında, burjuvazide ve siyaset sınıfının çeşitli katmanlarında nasıl bir karşılığı olabilir?

Geçenlerde “ekitap.ayorum.com” sitesinde sunduğum “Irkçı Olmaktan Utanmıyor musnuz?” isimli elkitabımda ırkçılığın, bu yüzkarasının bütün Avrupa’da bitinin kanlandığını, birkaç ülkede iktidarda tek başına veya koalisyon içinde bulunduğunu vurgulamaya çalıştım.

Bugün Fransa’da olup bitenler, genel olarak, yaşlı, Asya ile Amerika karşısında rüküşlüğü gözler önüne serilen, güçlü devletler içindeki yerinin sarsıldığının bilincine iyice varan Avrupa’daki gelişmelerden kopuk değil. Daha geçen pazar günü Madrid’de yapılan “özerk bölge” seçimini klasik sağ ama aşırı sağla dans etmeye de kalkan PP’in kazanması da bu konuda bir örnek.

Avrupa iyice sağa mı kayacak?

Evet Avrupa’da sağa ve aşırı sağa kayış sürüyor. Bu genel çerçeve içinde, Fransa’da bir yıl sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimini ırkçı partinin adayı bayanın kazanacağı söyleniyor. Kamuoyu yoklamaları malum bayanın ilk turda, 2017’deki gibi, kesinkes birinci olacağını, ikinci turda ise bugünkü acemi reisi veya başka birini mutlaka yeneceğini gösteriyor-muş. (Açık söyleyeyim buna inanmıyorum: Böyle bir olasılık gerçekleşirse bu ülkeye turist akını durur, bu devlet çöker, daha beter olur. Göreceğiz.) İşte böylesi bir olasılık içinde Fransız üst rütbeli askerlerden kimi, “Ben de -veya- biz de buradayız!” işaretini vermek istemiş olabilir. Malum aşırı sağcı derginin son sayısının kapağında “Fransa’yı ordu kurtarabilir mi” sorusunu sorması boşuna değil.

“Askerlerin Çağrısı”na karşı yöneticiler önce hiç oralı olmadı. Medya da sustu: “Üç Maymunlar”, seyircisiz, bir tiyatro sahnesine dönmüş Paris’te oynandı. Hüzün ve utanç vericiydi seyir. “Saray”dan emir gelmesini beklediler sanıyorum. Gelen emirler sonrasında ve 21 Nisan’dan üç veya dört gün sonra benim diyen medya hadiseden söz etti, utangaç bir biçimde. Fransız medyası hiç bu kadar yönetimin emir kulu olmamıştı. Yüz kızartıcıydı. Fransa’da bağımsız gazete, dergi, tv kaldı mı? sorusunu sorabiliriz yeniden. Ağızlarını açan gazetecilerin kimiyse iç savaş yanlısı askerlerin “yurtsever” olduğunu ileri sürdü…

Fransız medyasının ilk günlerdeki sessizliği bizim de dikkatimizi çekti. Nedenini tahmin etsek bile yine de şaşırtıcıydı.

Hem de nasıl. Birkaç gün sonra isimler, isimlerin “eserlerinden”, yaptıklarından söz edilerek, yayınlandı. “Çağrı”nın arkasındaki generallerden birinin geçmişte ırkçı partinin “Güvenlik Birimi”ni yönettiği, bir başkasının birkaç ay önce silahlarıyla yakalanan ırkçı suikast hazırlığı içindeki bir küme “askerin” yapılandığı küçücük bir ırkçı örgütten olduğu ortaya çıktı. Bu bilgileri yayınlayan bir günlük gazete ve birkaç bağımsız site birer yıldızı hak ediyor.

Fransa’daki önemli patronlardan, bu arada Canal Plus ve CNews isimli TV kanallarının sahibinin ırkçı partiye göz kırptığı aşikar. Bilhassa ismini andığım ikinci kanal güya tartışma programlarını sunduğu 18 ile 21 arasındaki yayınlarında aşırı sağcı ve ırkçı partinin savunucusu, malum derginin gazetecileri, sağcı veya aşırı sağcı gazetelerin kaşarlanmış, “ceketini sık sık çevirmeleri” sonucu ceketleri lime lime güya gazetecileri, “uzmanları” vesaireleriyle utanç kaynağı. Yüz kızartıcı.

Camus, Sartre, Yves Montand (bilhasa o) yaşıyor olsaydılar, bu hergeleleri evire çevire döverlerdi. Şimdi neredeyse herkes “ekmek parası işte” deyip oralı olmuyor.

“Fransa küme düşüyor” diyorsunuz sık sık…

Fransa küme düşüyor, evet. Yinelediğimi biliyorum. Ama gerçek yinelemekle aşınmaz. Kalıcılaşır. Bu güya tartışmalarda çerez niyetine Sosyalist Parti’nin eskilerinden bir veya ender olarak iki eleman da kimi zaman katılıyor ama sesleri duyulmuyor; bu da ekmek parası, “çocuğun otomobil gideri”, “metresin kuaförü” derdi olmalı. Eski bir bakanı, günlük güya solcu bir gazetenin eski bir genel yayın yönetmenini figüran rollerde görmek üzüyor veya küfrettiriyor. Tercih sizin. Seyredin göreceksiniz.

Söyleşimiz çok uzadı. Siyasi yapılanmadan kısaca bahsederek bitirelim: Bilindiği gibi, ırkçı parti, “Çağrı” üzerine çok sevindi. Başkanı malum bayan generalleri kutladı, “bize katılın” çağrısı yaptı. Çağrıya çağrı. Ama “mücadelemiz siyasi ve pasifik” olacaktır notunu düşmeyi ihmal etmedi. Darbeye VE/VEYA İÇSAVAŞA çağrıdan hakkında dava açılmasın diye. Ondan ve hatta generallerin çağrısından önce geçmiş on yılların aşırı sağcı ve koyu Katolik siyasetçisi, 1789’daki Fransız Büyük İhtilali’ne karşı savaşmışların torunlarından Philippe de Villiers “başkaldırı” çağrısını yapmıştı. Yine aynı ve malum dergide ve 17 Nisan’da. Ailesel nedenlerle siyasete yıllar önce son veren Philippe de Villiers’nin siyasete böylesine dönüşü şaşırtmadı. Onun siyaset tarzı da bu.

Elbette sistem içi sağın ve aşırı sağın sağındaki sistem dışı ırkçıların aralarında sözleşmiş mi oldukları, sorusu akla geliyor. Bunu daha sonra belki öğreniriz. Bakalım.

Anlaşıldığı kadar generaller ekmek kapılarını kaptırmak yanlısı değil. Philippe de Villires ile kimse ilgilenmedi. Malum bayanın davetine karşılık konuşan general ise, “isterse o bize katılsın” biçiminde bir yanıt verdi. Anlaşıldı ki, generaller şahsi oynamaya kararlı. Bakalım neler olacak?

Bu adamların tümü ırkçı, aşırı sağcı, katolik entegrist, sömürgecilik hastası, Fransız imparatorluğunun kendilerini öksüz bırakılmış sanan çocukları, başa bela tipler, birkaçı siyasetle iştigal ettiği için ordudan atılmış, birkaçı daha birkaç ay önce ırkçı suikast hazırlığı içindeyken silahlarıyla külahlarıyla yakalananlardan, vs… Ama neresinden bakarsak bakalım Fransız ordusu içinde çok küçük bir azınlık. Genel Kurmay Başkanı, imzacıların “anonim kişiler” olduğunu ordu içinden imza verenlerin hemen öncelikle “üniformalarını iade etmelerini” emretti. Savunma Bakanı, “haklarında disiplin kuralları uygulanacak” dedi. Başbakan “bu tür şeyler cumhuriyetçi geleneklerimizle bağdaşmaz” dedi.

Çağrıcılar şu an tek başlarına, ama toplumu ve kafaları karıştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar…

Onlar küçük bir azınlık, ama askerler, subaylar, polisler ve jandarmalar arasında birkaç gün önce yapılan kamuoyu yoklaması, ilk turu 20, ikincisi 27 Haziran’da yapılacak “Bölge” seçimlerinde oylarının yüzde 60’ını ırkçı partiye vereceğini ortaya çıkardı. İşçiler ve memurlar arasındaysa yarıya yakınının aynı partiyi terih edeceği anlaşıldı. Fransız Komünist Partisi bile en güçlü olduğu zamanlarda işçilerin ve memurların yarısı kadarından oy alamazken ırkçı partinin bu oranı bir ay sonraki Bölge seçimlerinde bir, belki iki, belki daha çok bölgenin bu parti tarafından ele geçirileceği anlamına geliyor.

Kimi alanda özerkliğe sahip bölgelerin ırkçı parti yönetiminde devlet bütçesinden aktarılacak milyarlarca avroluk bölge bütçesini nasıl kullanacakları kuşku ve tedirginlik yaratıyor. Sol, bir bütün, bir birleşik veya çoğul sol olarak, ırkçı parti adaylarının kazanmaması için yine klasik sağ parti adaylarını desteklemek üzere ikinci tura katılmayacak. Ya da son belediye seçimlerinde olduğu gibi bütün sol ve yeşillerden kızıla çalanlar birleşecek ve ipi göğüsleyecek. Önümüzdeki bir ay epey sıcak geçmeye aday. Bizi okumayı sürdürünüz.

Prof. Dr. M. Şehmus Güzel kimdir?

1947’de Ergani’de doğdu…
Eylül 1982’den bu yana Fransa’da yaşıyor.
Öğretim üyesi (Prof. Dr.), yazar, gazeteci.
1978’den beri değişik gazete, dergi ve ansiklopedilerde Türkçe ve Fransızca pek çok makale, köşe yazısı ve incelemesi yayımlandı.
Türkçe, Fransızca, Almanca ve Ingilizce birçok ortak yapıta katkıda bulundu.

Yayınlanmış kitaplarından bazıları şunlardır:

Grev, Grevin Yapısal ve İşlevsel Açıdan İrdelenmesine Katkı, Bilimsel Yayıncılık, Ankara, 1980
Grev, ( İlk kitabın gözden geçirilmiş ve iki metinle zenginleştirilmiş yeni baskısı), Sosyalist Yayınlar, İstanbul 1993.
Türkiye’de İşçi Hareketi (Yazılar-Belgeler), Sosyalist Yayınlar, İstanbul 1993.
İnsan Yılmaz Güney, Kaynak Yayınları, İstanbul 1994, yeni baskısı 2013’te sunuldu.
Devlet-Ulus, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Fransa’da Aşırı Sağ ve Irkçılık, Belge Yayınları, İstanbul, 1995.
Türkiye’de İşçi Hareketi, 1908-1984, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1996. İkinci baskısı İmge Yayınevi tarafından 2016’da sunuldu.
Kadın, Aşk ve İktidar, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1996.
Özgür Yılmaz Güney, Güney Yayıncılık, İstanbul 1996.
Cezayir ve Berberiler, Doruk Yayıncılık, Ankara 1997.
Türk Usulü “Demokrasi”, Doruk Yayıncılık, Ankara, 1997.
Kürtler Kendileri Anlatıyor, APEC Yayınları, Stockholm, 1999.
Fransa Seçimlerinde Le Pen Lekesi, Odak Kitap, İstanbul, 2002
Aşk-Olsun!, Kendi yayını, Paris, 2003.
İspanya ve Bask Gerçeği, Pêrî Yayınları, İstanbul, 2004.
Yılmaz Güney Hazinesi, Pêrî Yayınları, İstanbul, 2004.
Bu İş Yerinde Inşaat Var, Kendi Yayını, İstanbul, 2004.
Rıhtımda Ölü Var, Kendi Yayını, İstanbul, 2004.
İkinci Şiirler, Kendi Yayını, İstanbul, 2005.
Avrupa Birliği’nde Devlet ve Fransa’da Korsika, Pêrî Yayınları, İstanbul, 2006.
Paris: Sobe!, Kendi Yayını, İstanbul, 2006.
(Ç)akıl-taşı, Kendi Yayını, İstanbul, 2006.
Abidin Dino, 1913-1993. 3 cilt, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2008.
Fahri Petek: Bir Hayat, Üç Can, TÜSTAV, İstanbul, 2009.
Devlet-Ulustan Federasyona, Kardelen Yayıncılık, İstanbul, 2010.
Ergani Yürüyor, TÜSTAV, İstanbul, 2010.
Fransa Mayıs 68, Kibele Yayınları, İstanbul, 2010.
Felsefe Üzerine, Kardelen Yayıncılık, İstanbul, 2011.
Duhok Konuşuyor, Kibele Yayınları, İstanbul, 2013.
Söylemek Yazmak, Batmane Yayınevi, Batman, 2013.
İşçiler Örgütleniyor, TÜSTAV, İstanbul, 2016.

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER