A3 Haber

Berlin’de yeni hükümet: Hizaya gel… Hazr’ol… Sağdan say…

Berlin’de yeni hükümet: Hizaya gel… Hazr’ol… Sağdan say…

Berlin’de yeni hükümet: Hizaya gel… Hazr’ol… Sağdan say…
Aralık 14
19:07 2021

Yazar Cemil Fuat Hendek, “Farenin geçtiğine yanmam, yol yapar” atasözünü hatırlatıyor: “Fareler geçiyor tek tek. Önce biri, sonra öbürü. Ve Almanya yeni baştan militaristleşiyor. Toplum bu militaristleşmeye alıştırılıyor. İşte böyle başlar… Süreç geliştikçe, göz alışır, beyin alışır, davranışlar da alışkanlıklara karışır. Hizaya gel, hazır ol, sağa bak derken…” Hendek’in Yeni Posta’daki analizini sunuyoruz…

Cemil Fuat Hendek | Bu yazımız fareler üzerine. Önce son farelerden başlayalım.

İlginçtir, lamba koalisyonunun sol imaja sahip sosyal demokratlarıyla yeşilleri ne de meraklıymış askerlere?… Kurdukları hükümetin haftası dolmadan Tümgeneral Carsten Breuer’i pandemi ile mücadele amacıyla kurulmuş kriz masasının başına getirdiler. Breuer öyle sıradan bir asker de değilmiş. Kıyasıya sürdürülen iki içsavaşta, Kosovo’da ve Afganistan’da deney biriktirmiş bir tümgeneralmiş. Kahramanımız son olarak NATO’nun Rusya’ya gözdağı vermek için düzenlediği saldırganlık manevrası Defender-Europe’da da lojistik alana komuta etmiş, askeri birliklerin Rusya sınırına yığılmasını sağlamış. Sivil ve demokratik yönetimiyle övünen koca Almanya’da bu görevi başarabilecek bir uzman yokmuşçasına, kriz yönetiminin “komuta”sını teslim ettileri Tümgeneral Breuer ülkede aşılama oranının artırılmasını sağlayacakmış. Bu işi nasıl başaracağını bilmediğimiz gibi, Kosovo ve Afganistan’da biriktirdiği deneylerden nasıl yararlanacağını da bilmiyoruz; tahmin etmek bile istemiyoruz.

Breuer’le ilgili haberlerle birlikte kamuoyunun geniş bir kesimi, bir önceki hükümet sırasında aynı görevi bir albayın yürütmüş olduğunu öğrendi.

Silahlardan arındırılmış bir federal cumhuriyet

II. Dünya Savaşı sonunda yenilen Nazi iktidarından kalan yönetim boşluğunu dört galip ülke üstlenmişti. ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği, Nazilerden kalan toprakları dört işgal bölgesine ayırdılar ve oralarda asayişi sağlama görevini de üstlendiler. Ortak hedefleri ülkeyi tamamen silahlardan arındırmaktı.

Nitekim, Sovyetler’in “birleşik bir Almanya” için tüm çabalarına karşın müttefiklerden üçünün oldu bittiyle kurulduğunu ilan ettikleri Federal Almanya Cumhuriyeti’nin, belinde silah taşıyan tek bir memuru kalmamıştı. Ne ordusu, ne polisi… Sıradan bir bekçi teşkilatı kurması bile yasaktı. Ülkede toplumsal hayatın güvenliği, sokakta asayişin temini işgal kuvvetlerine aitti. Çoğu Alman esirlerinden oluşan silahlı bir “Yardım Birliği” İngilizlerin komutası altında çalışıyordu.

Öte yandan, bu durumun unutulmaması gereken tek bir kuraldışı noktası vardı: O sıralarda tamamen illegal olarak ve çok sıkı gizlilik koşullarında, sözde bir Sovyet saldırısına ya da komünist ayaklanmaya karşı koymak üzere örgütlenmiş, yaklaşık 1000 eski ordu ve SS Birlikleri mensuplarından oluşan “Schnez Birliği”. Gizlilik bir yana, o sıralarda Batılı müttefiklerin bunu bilmemiş olması mümkün değildi. Onlar tarafından “atandığını” varsaymamız gereken ilk Başbakan Konrad Adenauer’in de bu birliğin varlığından haberdar olduğunu itiraf ettiğini biliyoruz.

Uzatmayalım: Almanya’nın yeni baştan bir ordu kurma çabaları, önce gizli olarak başlayan iniş çıkışlı görüşmelerle 1955’e dek sürdü. Bu süreç içinde, 1950’de müttefiklerin sınır koruması için bir paramiliter örgüt kurulmasına izniyle Almanya’nın tekrar silahlanmasına ilk köşetaşı konmuş oldu.

Sinsiliği kanıtlı Alman emperyalizmi

Aslında, pek sinsidir Alman emperyalizmi. Afrika’da etki alanları koparmakta geç kalmış olduklarından sinsi yöntemlere başvurmuşlardı. Sömürgecilerin kabalıklarına karşın halklara demokrasi, özgürlük, ekonomik kalkınma sözü vererek girdiler Afrika’ya. Sonunda en korkunç katliamları yaptılar. Osmanlıları İngiliz ve Fransızlardan uzaklaştırmaları da öyle olmamış mıydı?

II. Abdülhamit’i Almanların Osmanlılara karşı çok saygılı olduğuna, ilişkilerini eşitlik üzerine kurduklarına inandırmayı başardılar. Ne var ki, aslında emperyal çıkarları için yeni topraklar, “güneşte bir yer” arayışındaydılar. Sonunda Osmanlıları savaşa sokarak ülkenin felaketine hız verdiler. Bu arada Ermeni Tehciri’nin akıl vericisi olduklarını da halen büyük bir gizlilik perdesi arkasında saklıyorlar. Federal Cumhuriyet’in silahlanması da işte öyle oldu. Sinsice, yavaşça, adım adım…

Ve sonunda Adenauer hükümeti 1952 şubatında tüm karşı gösterilere rağmen parlamentodan yeni bir ordu kurma kararını geçirmeyi başardı. (Bu oylamada sosyal demokratların karşı oy kullandıklarını da kaydedelim.) Zaten 1949’da NATO’nun kurulması ve üç Batılı müttefik tarafından Soğuk Savaş’ın ilan edilmesiyle birlikte Almanya’nın da bu saldırganlık paktına katkı yapması talepleri yükselmişti. Sonuçta, 1955’te Federal Almanya bir ordu sahibi oldu. Aynı yıl NATO üyeliği de kabul edildi. 1956’da da 18 yaşını aşmış Alman gençlerinin boynuna mecburi askerlik prangası takıldı.

Yaşasın Almanya savunması!

Dedik ya, Almanya’nın sinsilikte üstüne yoktur. Sözcük anlamı savunmaya işaret eden “Bundeswehr” sözde sapına dek demokratik olacaktı. Komutası en tepede, seçilmişler arasından bir sivile bağlanacaktı. Sözde bu orduda Nazi kalıntılarına da yer verilmeyecekti. Tabii hiç de yazılan ve söylenenler gibi olmadı. Komuta kademesinin neredeyse tümüne eski SS ve Nazi Almanya döneminin ordusundan subaylar doluştu. Bu orduya karşı kamuoyunun çoğunluğundaki tutumu daha uzun yıllar sürecekti. Halkın orduyu benimsemesi, ona sempatiyle bakması için epey çaba gerekiyordu.

Orduya sempati yaratmak için ilk fırsat 1960’da Fas’daki büyük depremle geldi. Federal Ordu’nun oraya yardım için gidişi bu ordunun ülke dışına ilk çıkışı oldu. Oradaki yardım etkinlikleri de bazı yurttaşların sempatisini kazandı. İşte bir fare geçmişti! Bundan sonraki fare de 1962’de Kuzey Almanya’yı sarsan büyük su taşkınında ordu birliklerinin yardıma çağrılmasıyla geçmiş oldu. Helmut Schmidt’in, ordunun ülke içinde her türden faaliyetini yasaklayan Federal Anayasa’yı delme pahasına kapı açtığı ve saldırı birliklerinin katıldığı bu yardım seferberliği de ülkede orduya karşı yeni sempati rüzgârları estirdi.

Böylece ordunun hem ülke dışında, hem de ülke içinde faaliyeti için kapılar aralanmış oldu. Bu süreç, Almanya’nın 1999’da da Yugoslavya içsavaşına katılmasına, 2001 sonundaki SPD ve Yeşiller koalisyon hükümeti döneminde Afganistan’a asker gönderilmesine dek uzadı. Artık bu alanda birden fazla fare geçmiş bulunuyor. Almanya’nın Birinci Irak Savaşı harcamalarına 16,9 milyar mark katkıda bulunduğu, Doğu Akdeniz’e savaş gemileri yığdığı da unutulup gitti. Afrika’da, Akdeniz’de, Pasifik Okyanusu’nun güneyi ve Hint Okyanusu’ndaki askeri varlığını sorgulayan tek tük insan kaldı.

Tabii bu faaliyetlerin tümü özgürlük için, o bölgelerde barışın tesisi ve korunması için, insani yardım için… Afganistan’daki askeri harekâta verilen isim gibi: “Operation Enduring Freedom” (Özgürlüğü Kalıcılaştırma Operasyonu)!

Militaristleşmede büyük propaganda hamlesi

İlk kurulduğunda ordu ilginç bir işverendi. İşsizliğin kalıcılaştığı ve gençlerin meslek eğitim yeri bulamadıkları, gelecekte de çok uzun süre işsiz kalacaklarını fark ettikleri andan itibaren bu konu tekrar gündeme getirildi. Geniş bir propaganda faaliyetine girişildi. Her yere ordudaki kariyer olanaklarını gençlerin gözüne sokan afişler, reklam spotları saçıldı. Sokaklar, meydanlar, özellikle üniversiteler… Orta dereceli okullarda propaganda toplantıları düzenlendi. Öylesine ki, çocuk yuvalarına dek girdiler. Öyle ya, insanın sosyalizasyonu, yani toplumsal şartlanması daha oradan başlıyordu. Böylece “ilginç işveren” yeni baştan popülarite kazanmaya başladı.

Bir zamanlar özellikle yüksek eğitim görmüş aydınlık kafalı gençler “vicdani ret hakkı”ndan yararlanırken(*), şimdi işsiz ve mesleksiz gençler ordunun kapılarına yığılmaktalar.

“Fakir” Almanya’nın askersel harcamaları

Parasız hiçbir şey olmuyor. Bu ordu büyüdükçe, silahlanma tırmandıkça, ülke dışında operasyonların sayısı arttıkça daha çok paraya gereksinim duyulmasından doğal bir şey olabilir mi? Ne var ki, sürekli olarak art arda gelen dünya çapındaki ekonomik krizlerin zaman zaman Almanya’nın bütçesini de zorladıkları bir gerçekti. Fakat o da nesi? Bütçe istediği kadar zorlanabilirdi. Askersel harcamaların bundan etkilenmesine asla izin verilemezdi!

Bu görüş, hangi parti iktidarda olursa olsun değişmedi. Bu alana ayrılan pay her yeni bütçede biraz daha arttırıldı. Ve…

Yıllar içinde “parasızlık” nedeniyle kamusal hizmetler azaltılırken silahlanmaya ayrılan pay dev boyutlara ulaştı. Formül apaçık ortada: Daha az çocuk yuvası ve kreş, daha az gençlik evi, daha az kütüphane, daha az kamuya açık yüzme havuzu, daha az çocuk oyun alanı, daha az kadın sığınma yurdu vb., vb… Ve tabii daha çok silah!

Bütün bunlara para yoktu ama Alman ordusu Afganistan’dan çekilirken rezaletin büyüğü gözler önüne serildi: Almanya Afganistan’da 12,5 milyar avro harcamıştı! Orduya para yeter mi? Artık biliyoruz: Her bütçe görüşmeleri öncesinde güdümlü Alman medyasında ordunun ne denli eksiklikleri olduğu üzerine yazılar çıkmaya başlıyor. Nitekim, Ursula von der Leyen, savunma bakanı olduğu 2013-2019 yılları arasında aynı teraneyle orduya para istemiş ve 39,8 milyar olan bütçe payını 49 milyara yükseltmişti. Bu da yetmiyor, yetmeyecek. Geçen yıl onaylanan bütçe, 2022 için 50,3 milyar avro öngörüyor.

Eskiyen araç ve gereçler, paslı gemiler, motoru bozuk tanklar, yetersiz silahlar… Zamanın gereklerini yerine getirmekten aciz zavallı bir ordu! Peki, zamanın gerekleri neymiş? Bunu da Almanya ve dünya kamuoyuna eski Cumhurbaşkanı Horst Köhler açıklamıştı: “…(B)izim büyüklüğümüzdeki, böylesine yurtdışına yönelmiş, dolayısıyla dış ticarete bağımlı bir ülkenin çıkarlarını korumak, örneğin ticaret yollarını ve işyerleri, gelir gibi olanaklarımıza muhakkak olumsuz yansıyacak bölgesel istikrarsızlıkları önlemek için endişe verici, acil durumda askersel operasyonun kaçınılmaz olduğu bilinmelidir.” (Köhler’in Afganistandaki askerleri beklenmedik ziyaretinden dönüşte uçakta Almanya’nın Sesi ile yaptığı söyleşi.) On yıllardır titizlikle korunan tabuyu yıkan bu itiraftan sonra Köhler’i alelacele alaşağı ettiler.

Artık savaş sonrasındaki gibi ordunun varlığını sorgulayan yok. O, federal cumhuriyetin doğal bir parçası haline gelmiş bulunuyor, kamuoyunda genel kabul görüyor. Ordunun yurtdışı operasyonları keza. Ne var ki, “üniformalı yurttaşlar” üniformalarıyla kamuya açık yerlerde pek fazla görünmemeye dikkat etseler de… Federal çapta sivil çalışmaların başına getiriliyorlar. Kimse de doğru dürüst tepki göstermiyor.

Fareler geçiyor tek tek. Önce biri, sonra öbürü. Ve Almanya yeni baştan militaristleşiyor. Toplum bu militaristleşmeye alıştırılıyor. İşte böyle başlar… Süreç geliştikçe, göz alışır, beyin alışır, davranışlar da alışkanlıklara karışır. Hizaya gel, hazır ol, sağa bak derken… Bir gün bakarsınız emirler değişivermiş: “Süngü tak! Hücum!”

(*) Aile ve Toplum Bakanlığı’nın verilerine göre özellikle Irak’ın işgali ardından 2012 sonuna dek, 1 milyon 179 bin 691 milyon genç Vicdani Red Yasası’ndan yararlanmak için başvuru yapmış. Bunlardan yaklaşık 32 bini o sırada silah altında bulunmaktaymış ve silahlı çatışmalara katılarak insan öldürmeyi reddetmişler.

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER