A3 Haber

“Şerh” düşülmüş sorulara, İmran Aydın Tali’den “Şerh” düşülmüş yanıtlar…

“Şerh” düşülmüş sorulara, İmran Aydın Tali’den “Şerh” düşülmüş yanıtlar…

“Şerh” düşülmüş sorulara, İmran Aydın Tali’den “Şerh” düşülmüş yanıtlar…
Aralık 19
09:59 2021

İmran’ın ilk şiir kitabı “Şerh” bu yılın güz giriminde buluştu okuruyla. Bir ilk yapıt…

Bu söyleşiyi her ne kadar bir gazeteci olarak yapsam da, İmran Aydın Tali ile dostluğumuz ve dolayısıyla “Şerh” ile bağımız, bu konuşmayı bir gazeteci-şair görüşmesinden çıkarıyor, iki dostun sohbetine çeviriyor. Aslında iyi de ediyor. Şiire ve kitaba, insanlara ve insanlığa, topluma ve mücadeleye dair bir konuşma çıkıyor ortaya… Lafı uzatmak gereksiz… Şerh’e düştüğümüz şerhler aşağıda…

Bir ilk yapıtla karşı karşıyayız ama… Ama’dan sonrası önemli. Çünkü ben bu şiirleri geçen yıllar içinde, henüz kitaplaşmadan, en ham halleriyle okumamış olsaydım bile, kitapla buluştuğumda “üzerinde ince ince çalışılmış, hayli demlenmiş şiirler” izlenimimi gönül rahatlığıyla paylaşırdım. Senin şiir yolculuğunun ilk adımı bu kitap ve kişisel kanım sağlam atılmış bir adım. Adı, Şerh… Kapaktaki adın altında önemli bir not var. Bu notu hem senden dinleyelim hem de bu metnin neden şerhlerden oluştuğunu, formun neden şerh biçiminde olduğunun öyküsünü, macerasını sormuş olalım…

Şu “üzerinde ince ince çalışma” meselesinden başlayayım. Elbette verilen emeğin fark edilir olmasından memnunum fakat sence de bir tuhaflık yok mu? İnsanlara sunulmak üzere kaleme alınmış bir edebiyat eseri, hele de şiirden bahsediyoruz; elbette ince ince çalışılacaktı, ya ne olacaktı?

Adını koyalım, nitelik sorunundan bahsediyoruz. İnsanlarımızın karşısına üzerine derinlikli düşünmediğimiz, tarihsel ilerleme ve aydınlanma ile göbek bağı bulunmayan, içeriği bulanık, ne dediği belirsiz, yeni bir söz aramayan, nitelik açısından sorunlu metinlerle çıkmak suçtur. Buna süslü ifadeler, dili kıvrak ve hünerliymiş gibi yapmalar, okurun entelektüel aklını by-pass etmeler ve fonlar (asla şaşmaz) eşlik ediyorsa, bu düpedüz alçaklıktan başka nedir ki?

Buradan edebiyat değil ancak çürüme çıkar. Bize düşense gerçekten nitelikli bir sanatın yollarını aramak, bulmak. O yüzden elbette çok çalışmak, ince ince emek etmek zorundayız.

Kapaktaki nota gelince…

Bugüne kadar dünya, yaşam, insanlar, toplumlar, ilişkiler çeşitli biçimlerde anlaşılmaya çalışıldı. Biz, bunları değiştirmek gâyesiyle anlamaya çalışırız. Bu, sanatsal yaratının derinliği açısından sonsuz imkân barındırıyor. O nedenle, bu gâyenin yüzeysel ve kaba anlatımlarla sıradanlaştırılmasının da karşısındayız. Hani, marksistler ve renksizlik üzerine şu bilindik maval vardır ya. İyi de, diyalektik materyalizmin bizzat kendi özü kadar renkli şey mi var? Hayatın renklerini kavramak, anlamak, onları farklı formlarda bir araya getirip yeni biçimler yaratmak imkânında, marksizmden daha kuvvetli bir rehber mi var?

Eğer rehberiniz doğruysa, her dehlize cesaretle dalarsınız. Daldığınız her dehlizden sizi çıkışa ulaştıracak özü damıtma şansınız olur. Bugünün karanlığını kavramaya çalışırken, geçmişin koyuluğuna atılıp Eski Ahit’e gittim örneğin; güneşin altında yeni hiçbir şey olmayan yere. Niçin: Güneşin altında, bizi aydınlık bir yarına uzandıracak, yeni bir söz bulmak için. Son sözün sahipleri, henüz suskunluğu bozmadılar, diyebilmek için.

Durgunluk kanıksandı, diyor ustam. O durgunluğa şerh koymak gerekiyordu: “Eyvallah, bu düzen sizin, bu tıka basa dolu işkembe sizindir. Alınız al morunuz mor onu daha önce söyledik zaten. Eyvallah bu çağ sizin çağınız, her şeyin sahibisiniz. Bize de durgunluk, yoksulluk düştü onu da anladık… Ama biz yeni bir şey bulacağız bu göğün altında, yeni bir yarın kuracağız ve siz orada yoksunuz” demek gerekiyordu. Eh, en azından bunu hakkıyla söylemeye çalıştım, gerisi okurun takdiridir.

Form olarak da ilgi çeken bir yapıt olmuş Şerh… İlk bakıldığında bir dava dosyasını andırıyor ya da bir dava dosyası olduğuna dair göndermelerle kurulumuş iskelete sahip. Sekiz bölümden oluşuyor. Bölümler arasında “itiraz” var, itirazla başlaması kritik. Sonra “zanlılar yoklaması.” Ardından “katibin arzuhali.” Peşisıra “ertelenen”, “yalancı şahidin hakikatleri”, “avukatın son sözleri”, “hapse düşenin söyleyeceği” ve “gereği düşünülenin verdiği karar.” Nedir bu İmran, bu formdaki maksat, dert?

Bu kitabı oluşturan şiirlerin önemli bir bölümü yazıldığında, böyle bir form henüz ortada yoktu. Dosya oluşturmaya başlarken kendime şunu sordum: “X sayıda şiirimi keyfimce bir sıraya dizip, buyurun ben de bunları yazdım, mı diyeceğim, yoksa başka bir derdim mi olacak?” 22-23 yaşlarında bu soruyu sorduğumda işi gücü bırakıp bir cevap vermeye çalıştım. Neden şiir yazıyorum, neden yazacağım, şiirle ne yapmayı amaçlıyorum?

Genç bir insanın hayata, insanlara, topluma, tarihe, ilişkilere dair dertleri olur, olmalıdır. Dünyayı anlama çabasıdır bu. Dur ben önce dünyayı anlayayım da sonra anlatırım, gibi bir durum da yoktur. Onun içinde, tam ortasında iken, tarih akarken, insanlar yaşarken, olaylar senden bağımsız gelişirken, aşık olurken, düşüp kalkarken anlamaya çalışırsın dünyayı. Yolu bellidir, tektir: Mücadele etmek.

Öyleyse bu bir muhakemedir. Genç bir devrimcinin tarihsel, toplumsal, kişisel, bazen hüzünlü, yer yer öfkeli ama mutlaka inançlı ve inatçı muhakemesi. Öyleyse, dedim, kurulsun mahkeme. Suçlayan da biziz suçlanan da, savunan da biziz yargılayan da, mahkum eden de biziz mahkum olan da. Biz dediğim, tanıyorsunuz yahu, büyük insanlık. Çünkü böylesi bir muhakeme doğru yapıldığında, karanlıktan çıkışı işaret edecektir, insanlığın hayrınadır.

Sen kimsin orada, dersen. Eh, birilerinin bu mahkemenin tutanağını tutması gerekiyor. Tek bacağıyla yürüyen, tek keten gömleği hiç eskimeyen, arzuhâli sorulmamış bir kâtip… Çünkü böylesi bir muhakemenin tutanağını ancak elleri asla haraca düşmemiş bir kâtip hakkıyla yazabilir. Yok, hayır, ben değilim o kâtip. O kâtip, bu işi benden daha önce, benden çok daha iyi yapan ustalarımdır. Benimki, layık bir öğrenci olmak çabası. O da artık öğretmenlerimin takdiridir.

“İtiraz” ile başlamak elbette kritik. Bir iddia çünkü o. Yahu, siz ne dersiniz bilmem de, ben tarihe bakınca esaslı bir itiraz ile başlamayan hiçbir şey görmüyorum. Hatta, nadiren de olsa “bir insanı sevmekle” başlamamış şeylere bile rastlarız da, insanlık ayağa kalkacaksa, önce itiraz edecek; gayrı insani olana, insanın insanı sömürmesine. Bir insanı sevmek, insanın insanı sömürmesine itirazla başlayacak.

Bu anlamda “şerh” itirazla başlayan ve itirazın gerekçelerini, niteliklerini, duygusunu ortaya koymaya çalışıp nihayetinde hep birlikte itiraz etmeye çağıran; tam da bu nedenle başlangıcını kendi sonucundan alan ama sona erdiği yerde yeniden başlayan bir kitap olarak kurgulandı.

Beşinci kısımdaki “yalancı şahidin hakikatleri” bölümünün ilk şiirinden söz açasım var. Madem ki ben bir gazeteci olarak yapıyorum bu söyleşiyi. Orada “gastecinin söylediği” adlı şiiri üzerime alınıyorum. Burayı senden dinlemek istiyorum…

Yazılı röportajlarda parantez içinde “(gülüşmeler)” diye yazılır ya, hiç de hazzetmem; burada kesin gülüşmüşlerdir, diye kendi kafamda canlandırmak daha hoş bence. Ama bu soruya şen kahkahalar attığımı okuyucular bilsin isterim.

“gastecinin söylediği”ni üzerine almakta çok haklısın çünkü oradaki gasteci zaten sensin. Kabul, her şey çok hızlı çürüdü ama gazetecinin çürümüşü pek bi berbat kokuyor. Sen ve bir avuç meslektaşın “Gazeteciysen boyun eğmeyeceksin, boyun eğeceksen gazeteciyim demeyeceksin” inadını bayrak edinmiş, Abdi İpekçi’nin, Uğur Mumcu’nun mesleğinin onuruna dişinizle tırnağınızla sahip çıkıyorsunuz.

Bu anlamda; bahsettiğim, layık olmaya çalıştığım öğretmenlerimden, ustalarımdan birisin. İyi ki öylesin çünkü benim için büyük bir şans oldu bu. Meslek onuru nedir, aydın namusu nedir, onu öğrendim senden.

Peki neden o şiirin başına “Ahmet Çınar için” diye bir ifade yazmadım? Seni Lavinia misali saklamak için değil elbette. Ha, gerekirse saklar, sakınırım o başka.

Birincisi; pek sevmiyorum bir şiirin başında “x için” gibi ifadeler görmeyi. Afili bir gerekçe bulamayacağım kusura bakma, dümdüz sevmiyorum.

İkincisi; kitabın az önce anlattığım bütünlüklü formuna içkin değil bu tarz bir ifade. Pek çok kişiden, durumdan, olaydan hareketle yazılmış şiirler var elbette. Ama kitabın kendisi, tüm bunların tarihsel olması hedeflenen bir anlatının parçası kılınması çabası. Şiirlere ilham veren kişiler, olaylar, güncel veriler özgün katkılarıyla o anlatıya katıştılar, bütünleştiler. Böylece kişiler özne, olaylar olgu, güncel verilerse tarihsel hedefler formuna gelebildi.

Bana ne mutlu, isminin bu kitabın içinde anlattığım şekilde erimesinden mutluluk duyacak insanlarla kesişti hep hayatım. Ahmet Çınar, boyun eğmeyen bir gasteci olarak; öteki, üniformasına hardal dökülen bir asker olarak; beriki, Maestralar’dan bir Sierra olarak; öğretmenim, kâtip olarak; sevdiğim kadınlar, bir dağda sabit duruşuna eylendiğim birer gül olarak; beni en çok sevmiş olan, kusurlu bir masal olarak vs. vs. vs. katıldılar bu kitaba.

Ha tabii, hayatıma kattığın en önemli değer olan dostum Burak Özbayis’e sorsak, bütün şiirlerimde ondan bir parça varmış. Ne diyeyim, kitapta anlattığım her türlü insanî hâli tek bünyede toplayabilmiş şahane bir adam olduğu için herhalde.

Velhasıl; kendim dâhil olmak üzere bu kitaba çeşitli biçimlerde ilham verenlerin en kişisel, en insanî, en özel duygu ve düşüncelerini de içinde devindikleri toplumsal ve tarihsel koşullar ışığında ele almaya çalıştım. Onları gerçek kılmanın yegâne yolu da buydu zaten.

Uzun, çileli, yorucu bir sürecin sonunda elimize ulaştı bu kitap. Bunun tanığıyım. İlk adım atıldı, şerhler düşüldü… Şimdi nereye İmran Aydın Tali?

Sadece tanığı değil, yoldaşısın. İyi ki…

Haklısın, baya uzun ve çileli geçti. Bu memlekette, genç bir sanatçının iyi bir yayınevi aracılığıyla ürünlerini okura ulaştırması çok zor; söz konusu şiir ise, bin kat daha zor. Çok öğretici, bileyici bir süreç oldu. Normalde ilk kitabı yayımlanan birinin heyecan duyması gerekir, ben müthiş bir sakinlik duydum, dersem konuyu özetlemiş olurum sanırım.

Tabii, 6:45 Yayınları’na ve özellikle Kaan Çaydamlı’ya çok teşekkür ediyorum. Sadece kendi adıma değil, bugüne kadar omuz verdikleri ve bundan sonra da mutlaka verecekleri tüm gençler adına.

Nereye? Dolar olmuş x… x diyorum çünkü burada güncel kuru belirtsem, röportaj yayımlanana kadar yine değişecek biliyorum. Bu koşullarda yayınevlerinin kitap basması, insanların kitap satın alması falan…

Nereye? İşte bu saçmalığı değiştirmeye. Bu çürümüşlüğü yıkmaya.

Nereye? Daima ileriye. Bunu şiirimle yapacağım, falan da değil. Hayır, mücadele ederek. Sokakta, işte, var olduğumuz her yerde mücadele ederek. Şiir, edebiyat… bunlar da birer mücadele alanı.

Nereye? Bizim bildiğimiz, anladığımız anlamıyla insanlık tarihinin gerçekten başlayacağı güne!

Değilse, efendim, ben şiir yazmışım, ellere ne?

İmran Aydın Tali kimdir? 

İmran Aydın Tali, 1994’te İzmir Karşıyaka’da doğdu. Ege Üniversitesi Radyo TV Sinema mezunu. Şiirleri Yeni Gelen, Şiirden, Hayal, Mühür, Caz Kedisi gibi edebiyat dergilerinde yayımlandı. soL Haber, Oda Kitap, Korsan Dergi, Nadas Gazete gibi internet yayınlarında deneme ve kitap eleştirileri yazdı. “Bir Günün Muhakemesi” adlı şiir dosyası 2017’de Yaşar Nabi Nayır ve Arkadaş Zekai Özger ödül jürileri tarafından “dikkate değer” bulundu. Türkiye Komünist Partisi’nin 100. kuruluş yıldönümünde kaleme aldığı “Miras” adlı şiir, partinin resmi yayın organı Boyun Eğme’de yayımlandı. İlk şiir kitabı “Şerh” Ekim 2021’de 6:45 Yayınları tarafından basıldı.

About Author

Ahmet Çınar

Ahmet Çınar

Related Articles

TÜM HABERLER