A3 Haber

Alman yazar Bittner: AB ve özellikle Almanya, ABD entrikalarıyla Ukrayna savaşının içine çekildi

Alman yazar Bittner: AB ve özellikle Almanya, ABD entrikalarıyla Ukrayna savaşının içine çekildi

Alman yazar Bittner: AB ve özellikle Almanya, ABD entrikalarıyla Ukrayna savaşının içine çekildi
Mayıs 10
15:11 2022

Son günlerde PEN Başkanı Deniz Yücel’in kendisine yönelik saldırılarıyla gündeme gelen Alman yazar Wolfgang Bittner, Ukrayna’daki savaşın Avrupa ve Almanya için çok ağır sonuçları olacağına dikkat çekti. Yücel’in adeta Üçüncü Dünya Savaşı’na davet çıkaran Ukrayna çağrılarını PEN Almanya adına yapamayacağını hatırlatan ve eleştiren Bittner’e göre, savaşın arkasında Amerikan planları yatıyor ve gerçeklerin üzeri örtülüyor, halk kışkırtılıyor. Yazar Bittner, Yeni Posta’nın sorularını yanıtladı…

Federal Almanya’da aydınların ana akım medyaya itirazları giderek sertleşiyor. Çeşitli dallarda yaklaşık 80 kitabın yazarı Dr. Wolfgang Bittner, sadece Almanya’nın değil tüm Avrupa’nın Amerikan çıkarlarına feda edilmek üzere olduğunu belirtti. Gazete, dergi, radyo ve televizyon gibi birçok yayın kuruluşunda görev yapan Dr. Bittner’in son çalışmaları arasında 2015 tarihli “Die Eroberung Europas durch die USA” (Avrupa’nın ABD Tarafından Fethi), 2019 tarihli “Der neue West-Ost Konflikt” (Yeni Batı-Doğu Çatışması) ve 2022’de üçüncü baskısı yapılan “Deutschland – Verraten und Verkauft” (İhanet Edilmiş ve Satılmış Almanya) gibi kitaplar bulunuyor.

Rusya’nın Ukrayna’yı istilasıyla başlayan yeni sürecin temel nedenlerini ve sonuçlarını tartışmaya açan, bu arada klasik suçlamalara da maruz kalan Wolfgang Bittner, Ukrayna’daki savaşın boyutlarını ve bu arada PEN-Almanya Başkanı Deniz Yücel ile arasındaki tartışmayı Yeni Posta’ya anlattı.

Bir savaş var ve giderek daha bir kaotik hal alan koşullar kapının önünde değil, artık Avrupa’nın orta yerinde. “Kaotikleşmiş ve demokrasisizleştirilmiş” Avrupa, ilk sırada da Almanya, sizce nereye gidiyor? Neredeyiz, bizi Avrupa ve Almanya’da bekleyen nedir?

Şunu söylemek, abartı olmaz: Ortada bir ölüm-kalım savaşı var. Ukrayna’da, Rusya’ya karşı ABD tarafından yıllardan beri sistematik olarak tertiplenmiş bir vekalet savaşı hüküm sürüyor; bu savaş içinde de Ukrayna paramparça oluyor. NATO bu savaşın içine çekilmiş olsaydı, sadece Avrupa nükleer atıklara bulanmış bir yangın ve yıkıntı alanı olmakla kalmayacaktı. Fakat ihtilafın yerel sınırlamalar içinde kalması durumunda bile sonuçlar korkunç olacaktır. Savaş müthiş tutarlara mal oluyor. Buna bir de gerek Rusya Federasyonu’na gerekse Batı Avrupa’ya özellikle de ihracat ülkesi Almanya’ya yönelik yaptırımların etkileri eklenebilir. Daha şimdiden gıda ürünleri ve sanayi için de hammadde eksikliği çekiliyor. Yoksul insanlar daha da yoksullaşacak ve orta sınıflar bundan çok fazla etkilenecek. Enflasyon yükselecek, hükümetler dijitalleşmeyi, halkın gözetim altına alınmasını ve izlenip kaydedilmesini ilerletecek, insanların kişisel ve yurttaşlık haklarına daha güçlü bir biçimde müdahaleler olacak. Olup bitenler ve bunların gelişimi, bir sorumsuzluğa karşılık geliyor.

Avrupa dediğimiz sahnede aslında savaş yıllardır gündemdeydi. Peki bu “birdenbire” ortaya çıkan savaşı isteyen kim? Siz yıllardır Amerikan hükümetinin ve Amerikan oligarklarının böyle bir çatışmadan özellikle çıkarları olduğunu yazıyorsunuz. Neden? Bunların hedefi ne? Bu işin sonu, sizce, nereye varacak?

Daha 1999’da Avrupa’da Yugoslavya’nın parçalara ayrılması sonucunu vermiş bir savaş gerçekleşti: ABD’nin tipik bir hareket tarzıydı; bu tarz “Parçala ve hükmet!” sloganı altında savaş sonrası parça parça edilmiş ülkeler geriye bırakır. 2008’de Gürcistan’da yine aynı şekilde ABD’nin yol açtığı bir savaş oldu. Ukrayna’da işin Rusya ile ABD arasında bir vekalet savaşına dönüşeceği 2014’teki rejim değişikliğinden beri öngörülebiliyordu. O dönemde milliyetçi ve kısmen de faşist güçler iktidara gelmişti, bunlar Rusça konuşan yurttaşların dillerini yasaklamak istiyordu ve Kırım ile Doğu Ukrayna’daki insanlar üzerinde baskı uyguluyorlarda. Bu yüzden Kırım, bir halkoylamasından sonra Kiev Ukraynası’ndan ayrıldı ve Donetsk ile Lugansk’taki insanlar da Ukrayna içinde daha çok otonomi talep ettiler. Bu talepleri yerine getirmek yerine dönemin iktidar sahibi Petro Poroşenko, ki kendisi ABD’nin bir kuklasıydı, Doğu Ukrayna’ya tanklar gönderdi.

“Rusya’nın kapısı önünde yangın çıkartıldı”

Böylelikle de, ABD ile anlaşarak, Rusya’nın kapısı önünde bir yangın çıkarılmış oldu. Ukrayna en modern silahlarla donatıldı ve Rusya, sözde güvenlik garantileri talep ettiğinde savaş tırmandı. İstenen buydu. Joseph Biden daha 2014’te, Rusya’nın eğer Batılı sermaye çıkarlarına kendisini açmazsa, yıkılmasının istendiğini söylemişti. Şimdi ellerini ovuşturabilir, çünkü gerek kendisinin gerekse arkasındaki adamların hedefi Rusya’ya boyun eğdirmek ve dünyanın bu en büyük ülkesindeki zengin kaynakları ele geçirmektir. Ancak hâlâ artan sayıda insanın uyanacağı ve olup biteni kavrayacağı umudum var.

Peki, bir “jeoekonomik güç” (Hans Kundnani) olarak Almanya, böyle bir savaş tuzağına direnebilecek durumda değl mi? Tuzak kurucuların Transatlantik dünyadan kaynaklandığı çok açık. Bunlar, Berlin’in son tahlilde boyun eğmek zorunda kalacağı kadar güçlü mü gerçekten? Almanya Başbakanı Olaf Scholz gerçi sonunda bir onay verdi, ama…

ABD gizli servis şebekelerinin mahir entrikaları ve önlemleriyle, AB, ama özellikle Almanya, Ukrayna savaşının içine çekildi. Geçen zaman içinde Rusya’ya karşı bu çıldırmış saldırganlıklara şaşıran insan sayısı az değildir ve bunlar, Alman hükümetinin neden bu saldırganlığa katıldığını soruyorlar. Bu konuda bilinmesi gereken şey, şu: Almanya, 1945’ten bugüne kadar sadece bir nüfuz alanı değil, fakat işgal altında bir ülkedir. Bir dönemin müttefiklerinin, özellikle de ABD’nin işgali altında bir ülke.

1945’e kadar var olan Alman İmparatorluğunun bölünmesinden ve doğu bölgelerinin Polonya tarafından işgalinden sonra bir barış anlaşması imzalanmasına karşı direnildi ve direniliyor. 1918 ve 1945’ten bu yana Almanya, devlet toprağının yaklaşık üçte birini yitirdi. Birinci Dünya Savaşı için tazminatlar Versailles Anlaşması nedeniyle 2010 yılına dek ödendi. O halde ABD, Büyük Britanya ve Fransa ile bir ateşkes statüsünde yaşıyoruz bugün. Tabii Rusya’yla da… Rusya, 1990’da iki Alman devletinin birleşmesini sağlamış ve bir barış anlaşmasına onay vermişti. (O dönemde daha Sovyetler Birliği’ydi) Görünen o ki, bunu, Rusya ve Başkanı Vladimir Putin’e iştahla, benzeri görülmemiş bir şekilde saldıran politikacılar bilmiyor. Bilmedikleri bir başka şey de, Almanya’nın BM Bildirgesi 53 ve 107’nci maddelerine göre hukuken hâlâ İkinci Dünya Savaşı’ndaki hasımlarıyla ilişkisinde bir düşman olduğudur. Bunun artık kullanılmadığı, yani işin mahiyetinin bu olmadığı belirtiliyor, ama öyle olsaydı, BM Bildirgesi’nin bu bölümlerinin silinmesi çoktan mümkün olurdu. Düşman devlet özel hükmü, eğer Almanya gerektiğinde askeri müdahaleleri içerecek şekilde yeniden saldırgan bir siyaset izleyecek olsaydı, zorlayıcı yaptırımların BM Güvenlik Konseyi tarafından özel yetki olmaksızın konulması mümkün olabilirdi.

Gerçi Almanya’ya 1990’daki Birleşme Anlaşması (2+4 Anlaşması) aracılığıyla “tam egemenlik” verildi, ama bu uzlaşma ek anlaşmalarla, örneğin birliklerin konuşlanması ve askeri işbirliği, yeniden önemsizleştirildi. Eğer içinde bulunduğumuz jeopolitik durum karşısında bu gerçekler hesaba katılırsa, bir şey daha açıklık kazanır: Washington, baskı uygulama ve Alman hükümetinin kararlarına etkide bulunma konusunda, ki bu sürekli gözlenmektedir, önemli olanaklara sahip. ABD’nin müdahale ve yaptırım listesindeki Çin, Suriye, Venezüella, İran ve daha başkalarına karşı Almanya’nın da katıldığı saldırgan politika, bir başka türlü görünmeye başlar. Ancak bu, Annabela Baerbock, Christina Lamprecht, Norbert Röttgen veya Ursula von der Leyen gibi, Rusya’ya karşı nefret yüklü tiratlar için her fırsatı kullanan politikacıların kötücüllüğünü açıklamış olmuyor.

“Halkın beyni yıkanıyor, kışkırtılıyor”

Bugün, Ukrayna Savaşı’nın tam orta yerinde, medyanın hizaya sokulmasından söz edebilir miyiz?

Almanya için kuşkusuz şunu saptamak mümkün: Artık bir tartışma kültürüne sahip değiliz. Bu, kendisini açık bir şekilde daha korona pandemisi sırasında gösterdi ve Ukrayna’daki savaş üzerine haberler açısından çok daha net bir biçimde gösteriyor. Siyasette ve medyada sadece tek bir taraf konuşuyor: CIA’in, Beyaz Saray’ın ve NATO’nun hizmet acentalarınca desteklenen Ukrayna tarafı… Buna karşı bir yol izlemesi gereken medya kuruluşları düzene sokulmuş durumda, öyle ki, bunların ABD’nin nüfuzuyla başa çıkması hiç mümkün değil. Ancak medya büyük ölçüde özel sermayenin elinde ve Almanya da 1945’ten beri tüm toplumsal kesitleri ve kurumları etkileyen, ipleri ABD’deki 100’ü aşkın şebekeyle kaplı olduğundan, arzulanan ve kabul gören bu tek düşünce egemendir, belirleyicidir. Kamuya ait medya da artık çoktandır herhangi bir istisna oluşturmuyor. Şu anda ARD Tagesschau (Haberler) içinde en çok izlenme saatinde 10-15 dakika tek yanlı savaş haberciliği yapılıyor. Bu habercilikle halkın beyni yıkanıyor, kışkırtılıyor adeta ve bir panik havasına sokuluyor.

O zaman, özgür ve ana akım medyadan farklı bir düşünce ifadesinin böylesine şeytanlaştırıldığı bu demokrasiyi nasıl tanımlayabiliriz? Asıl önemlisi: Bütün bu gelişmeleri “Die Abschaffung der Demokratie” (Demokrasinin Yok Edilmesi) başlıklı bir kitap da yazmış bir yazar olarak, siz nasıl görüyorsunuz?

Siyasetin eleştirel gözlemcileri ve analistleri, çoktandır bunun acısını çekiyor: Ana akım medyada, ki sistemin medyası oldu, artık hiç yayın yapma olanağı kalmadı. Siyasi kitaplarımda da betimlediğim gibi, bu gelişim, toplumu yeni bir faşizm yönünde zorlayan bir çarpık yol demektir. Olup biten korkutucu boyutlar aldı ve bunun demokrasiyle hemen hiçbir ilgisi yok. Toplumda daha çok bir mahalle bekçisi mantığı egemen; ihbar, vesayet, farklı düşünenlerin aşağılanması ve yaptırıma tabi tutulması son derece yaygın. Kerameti kendinden menkul otoriteler, lider pozisyonundaki siyasetçilerden daha alt düzeydeki memurlara ve polise kadar, hava basıp duruyorlar.

Sorun, bunların nasıl göğüslenebileceğidir. Bu, korona salgınında da bir anda kanıtlandığı gibi, çok güç olabilir. Başlangıçta temel hakların kaldırılması kararını parlamento almadı, hükümet, her şeyden önce de başbakan, kararname yoluyla, yani hukuka aykırı bir şekilde, en temel, devredilemez yurttaş haklarını geçersiz ilan etti. Kamu güvenliğini düzenleyici kurumlar ve polis, bugüne kadar temel haklara dikkat çeken aykırıları izleyip kovuşturmakta, talimatla çalışması gereken savcılar hükümetin hukuk dışılığı yüzünden soruşturma açmamakta, mahkemeler de, ki bunlar sözde bağımsızdırlar, hükümetin yönergelerine uygun hükümler vermektedir. Yani sadece yasama ve yürütme değil, yargı da işlemediğinden, Almanya’da bir süredir hukukun olmadığı bir mekânda yaşıyoruz. Bilinçli insanların artan biçimde köşeye sıkıştırıldığı bir durum bu.

ABD, tek kutupluluk iddiası ve kaos

Çalışmalarınızda sürekli dikkat çekiyorsunuz: Gelişmiş Batı’da “kaos ve demokrasisizleşme” ne anlama geliyor? Bu kaosa ve demokrasiden arındırma işlemine kimin ihtiyacı var?

Kültür, bilim, toplumsal çıkarlar, altyapının korunması ve hatta bizzat ekonomi giderek geri kalıyor. Tek tek ekonominin sektörleri çoktan bir yıkımla karşı karşıya. Eğer Almanya’nın Rusya’dan alınan gaz ve petrolden vazgeçmesi gibi Ukrayna, Polonya ve Baltık ülkelerinden gelen küstah talepler Alman siyasetçilerce istekli bir biçimde üstleniliyorsa, bu, kendi halkının çıkarlarını mutlak bir biçimde göz ardı edildiğinin kanıtıdır. Bu, “halk temsilcilerinin” ettiği, halkın refahına hizmet etmeyi ve ona yönelecek zararları önlemeyi içeren makam yemininin de bozulması anlamına geliyor.

Çok açık ki, Avrupa’nın ve özellikle de Almanya’nın kaotikleştirilmesi ABD’nin çıkarları doğrultusundadır. ABD, tek kutupluluk iddiasıyla tüm dünyayı kaosa sürüklüyor. “America first!” (Önce Amerika!) ilk kez Donald Trump’ın seçim kampanyası için slogan olmuş değildir. Bu ilke, bir uzun vadeli stratejiyle, ABD sahneye çıktığından beri, dünya ölçeğinde uygulanmaktadır.

Yıllardır, eğer bu işler böyle giderse, Rusya’yla savaşın iyice yaklaşıp kaçınılmazlaşacağını yazıyorsunuz. Savaş artık neredeyse evimizin içinde patlamış bulunuyor gerçekten de ve böyle bir ortamda şu soruyu yöneltmek istiyoruz: Bunun suçlusu kim ve buna karşı ne yapılabilir?

ABD, kendi yararı için, 1 numaralı dünya gücü kalmak istiyor ve bunun için de sözcüğün tam anlamıyla cesetler çiğniyor. ABD’nin etkili düşünce kuruluşlarından Stratfor’un eski başkanı George Friedman, 2015’te Şikago’daki bir konferansında, ABD’nin temel endişesinin Alman sermayesi ve Alman teknolojisi ile Rus hammadde kaynaklarının ve Rus işgücünün bağlantı kurması olduğunu belirtmişti. Friedman’a göre, bu ekonomik ve askeri açıdan ABD’nin bir asırdır engellemeye çalıştığı bir rekabet olurdu. Bu yüzden Baltık bölgesi ile Karadeniz arasında bir sınır çizgisi çekmek ve Rusya’nın etrafına da bir güvenlik kuşağı (“Cordon Sanitaire”) oturtmak isterlerdi. Bu, ABD’nin Avrasya kıtasındaki saldırgan yöntemini ve niyetlerini açığa çıkarmaktadır.

Rusya ve Çin, ABD’nin önderlik iddiasına karşı çıkıyor. Bu iki ülke, kendi banka ve ödeme sistemlerini kurmak üzere. Buna ek olarak, “Yeni İpek Yolu” diye anılan “Belt and Road” girişimi var. Bununla dünya ticaretinde yeni mesafeler alınıyor. Ekonomi ve finans analizlerine göre, bu, yakın tarihin en büyük altyapı programı. Vladivostok’tan Çin ve Sibirya üzerinden Atlantik’e kadar uzanan, şimdiye dek kenarda kalmış bölgelerin, kaynaklarıyla birlikte, ulaşım açısından olduğu gibi ekonomik açıdan da açılması buna dahildir.

ABD’nin korkusu: Ondan bağımsız bir iç pazar

Eğer proje başarılı olursa, ABD’nin uçak gemilerinden bağımsız olarak Pasifik ve Atlantik’te dünyanın birbiriyle bağlantılı en büyük arazilerinde devasa bir iç pazar ortaya çıkmış olacaktı. Bunun sonucu, ABD’nin sadece aşırı silahlanmış bir bölgesel güç olarak kendi kıtasında ve dünya denizleri arasında kalakalması olurdu. ABD bu projeyi her aracı kullanarak geri itmeye çalışıyor. Bu araçlardan biri, Avrupa Birliği’nin Rusya’dan kopmasıdır ki, bu sadece ABD’nin çıkarınadır. Bir diğer araç da, ekonomik gücün çekilip alınmasıdır. Bugün etkin olan Avrupalı politikacıların çoğu, kendi uluslarının zararına olarak, bunun farkında görünmüyor.

Avrupa’nın da kendisini en kısa zamanda mutlaka ABD’nin vesayetinden kurtarması şart olurdu. Zira eğer Washington’dan gelen planlama ve talimatları takip etmeyi sürdürürse, jeoekonomik bir güç olarak herhangi bir anlamı kalmayacak, orada bitecektir.

Alman aydınları, sizce, Almanya ve Batı Avrupa devletlerine yönelik kaotikleştirici ve demokrasisizleştirici bu saldırı karşısında nasıl bir tutum alıyor?

Alman aydınları, yazarları, sanatçıları ve bilim insanlarının esas olarak Ukrayna’daki savaşın bitmesi için çağrı yapan ve atom savaşına karşı da uyaran bir çağrısı var. Ancak bana göre, sayısı şimdiden yüz binleri aşan imzacıların çoğunun, olup bitenin nedenleri ile arka planları hakkında pek bir bilgileri yok, eksikleri var. Dolayısıyla, bu protestolar ve dilekçeler sonuçsuz kalıyor, başarısız oluyor. Hükümet edenler, ABD’nin bizim politikamızı da belirleyen sertlik yanlılarıyla uzlaşarak, istediklerini yapıyorlar. Alman aydınları arasındaki düşünme yeteneğinin ne kadar az olduğunu, kültürel örgütlenmelerde de gözlemek mümkün. Bu örgütlenmeler büyük ölçüde bir beyin yıkamaya maruz kalmıştır ve Rusya düşmanı olarak faaliyetteler. Şu sıralarda, bunu bir zamanların seçkin PEN Yazarlar Kulübü başkanlığı ile ihtilafımda da yaşıyorum.

PEN-Almanya Başkanı Deniz Yücel ile tartışmanız hakkında biraz daha bilgi verebilir misiniz?

Elbette, seve seve… Bu, zaten birkaç haftadır yayıncılık ve yazarlık çalışmalarımı engelliyor. PEN Almanya Başkanlığı siyasi yayınlarım gerekçesiyle nisan ayı başında bir basın bildirisi yayımladı ve orada “gerekli şekil ve tarzda” benimle arasına mesafe koydu. Facebook üzerinden yapılan açıklamada, benim, diğerlerinin yanı sıra, “Putin’in acımasız saldırı savaşını” savunduğum ve Rusya’ya karşı delice bir propaganda kampanyası yürütüldüğünü tahmin ettiğim iddiası yer alıyor. Bunun, PEN Bildirgesi’ne uymadığı, söz konusu Bildirge’ye göre, PEN üyelerinin kendilerini “bütün güçleriyle her türlü nefret biçimine karşı mücadeleye” vermekle yükümlü oldukları belirtiliyor. Burada benimle ilgili olarak yayılan, iftiradan başka bir şey değil. On yıllardır tüm gücümle nefretin her biçimine karşı ve barış için mücadele ediyorum. Bana isnat edildiği gibi , Ukrayna’daki savaşı asla savunmadım, tersine, gelişmesini 8 yıldır yoğun bir biçimde yakından izlediğim Ukrayna’daki gerçek koşulların ve nedenlerin temeline indim.

Bu konuda, medyada ve birçok politikacıda da görüldüğü gibi, farklı düşünmek mümkündür, ancak benim tavrım, şu andaki PEN Başkanı’nın kamuoyu önünde itibarımı zedeleyici açıklamalar yapmasının nedeni olamaz. Ben ne Rus yanlısıyım ne de Amerikan karşıtı. Ama jeopolitik açıdan neler oluyor ve üzerimize doğru gelen nedir, görüyorum; bu konuda üç kitap yazdım.

Deniz Yücel’in savaş çağrısı

PEN Başkanı Deniz Yücel, ki şu sıralarda tartışmalıdır ve Die Welt gazetesinde çalışmaktadır, Türkiye’de tutuklanmasıyla tanındı. Birkaç yıl önce, Almanya’nın haritadan silinmesini “en güzel tarafından bir halklar ölümü” olduğunu yazmıştı. Yücel, Ukrayna’da uçuşa yasak bölgeden yana. Bu, NATO’nun savaşa girmesi ve Üçüncü Dünya savaşı çıkması anlamına gelecekti. Yücel, bu şekilde PEN Başkanı olarak bir pozisyon aldı, ancak böyle bir yetkisi yok. Mayıs ortasında yapılması öngörülen bir podyum toplantısına o ve hiç tartışmasız bir şekilde “lümpen pasifistlerden” söz eden ve Mahatma Gandhi’yi de “efsanevi patlangaç” diye tanımlayan bir tartışmacı katılacak. Yücel, kendisini ahlak yargıcı gibi gösteren ve diğer insanları karalayanlara tipik bir örnektir. Burada şu “araya mesafe koyma” ile ne olacağı, benim düşünceme göre, hiç öyle önemsiz değil. Son derece açık bir biçimde, Almanya’da içinde bulunduğumuz siyasi ve toplumsal durumu karakterize ediyor.

Bundan sonraki gelişmeleri nasıl görüyorsunuz? Avrupa’yı neler bekliyor, neler olacak?

Durum hiç de iyi görünmüyor, korkutucu. Avrupa’da ve Avrupa’yla şu sıralarda olup bitenler, onun varlığını tehlikeye atan bir şey. Kıyameti, bir kıyamet çağının ruh halini içinde taşıyor, felç edici bir yanı var ve bir çiğ gibi de tüm toplumun üzerine serpilmiş bulunuyor. Her şey bir araya gelip üst üste birikiyor ve Almanya’daki toplumsal yaşamı boğuyor. Uzun yıllardır bu canice siyasetle meşgul oluyorum ve bunun üzerimde giderek bir ağırlık oluşturduğunu itiraf etmeliyim. Politikacılarımızın -az ya da çok bilincinde olarak- hemen hemen bütün bu bayağılıklarda ve insanlık suçlarında payları var.

Pek severek silahla da “demokrasilerini” taşımak istedikleri başka ülkeleri, “insan haklarını ve güçler ayrılığını ihlal ettiler” diye riyakârca suçluyorlar. Her şey yanlış biçimde, tersyüz ediliyor, yalanlar söyleniyor, kışkırtmalar yapılıyor ve kaosa neden olunuyor. Eğer insan bunu görebiliyorsa, buna uzun süre tahammül etmek nasıl mümkün olabilir? Birçok kez söyleyip yazdığım gibi, gerçek bir delirme haliyle kuşatılmış durumdayız.

Bunun bizlerle birlikte acısını çeken bazıları gibi geri çekilmiyorum gerçi, ama biraz yoruldum artık, fazlaca uyandım meseleye ve hayal âleminden çıktım: Evet, bundan sonra ne, nasıl olacak? Çok daha sıkı bir sansür, çok daha fazla militaristleşme, kaos ve savaş görünüyor, ayrıca büyük bir hızla artan şekilde toplumun faşistleşmesi var ufukta, öyle görünüyor. Perspektif günden güne daha da kötüleşiyor, ama halkın büyük kısmı, sonuçta yükselen enflasyonu ve artan yoksulluğu kavrıyor. İnsanlar korkutulmuş ve beyni yıkanmış durumda, sözü edilebilecek bir direniş çıkmıyor. Umut edilir ki, artan acıların baskısıyla bütün bunlar değişir. Yoksa uygarlığımız son bulacak.

GÖRSEL: Ömer Yaprakkıran

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER