A3 Haber

Alman araştırmacı Lars Schall 11 Eylül’ün 20’inci yıldönümünde yeni kitabıyla bir dünya komplosunu deşiyor

Alman araştırmacı Lars Schall 11 Eylül’ün 20’inci yıldönümünde yeni kitabıyla bir dünya komplosunu deşiyor

Alman araştırmacı Lars Schall 11 Eylül’ün 20’inci yıldönümünde yeni kitabıyla bir dünya komplosunu deşiyor
Eylül 11
17:00 2021

Uzun yıllar ve çok ayrıntılı bir biçimde üzerinde çalıştığı 11 Eylül kitabında, olayın çok taraflı bir komplonun içinden çıktığını yeni bilgilerle kanıtlamaya çalışan Lars Schall’a göre, bir dünya sistemi yerini 2001’den sonra adım adım yeni bir ilişkiler ağına bırakıyor. “Oyun alanı” Avrasya’da 11 Eylül senaristlerinin amaçları tersine çevrilmiş görünüyor. Yeni Posta’dan Osman Çutsay, “Denken wie der Feind” (Düşmanın Gibi Düşünmek) adlı kitabın yazarı Lars Schall ile konuştu… 

Yeni kitabını iki cilt halinde 11 Eylül’ün 20’nci yılında ve yaza girerken yayımlayan finans gazetecisi Lars Schall, bu tarihsel olayın bir yerlerinde Türkiye’nin de yer aldığı tezini yineledi. “Denken wie der Feind” (Düşmanın Gibi Düşünmek) başlıklı kitaba bir önsözle katkıda bulunan ünlü muhalif yazar Pepe Escobar, alt başlığı “20 Yıllık Olağanüstü Hal, 11 Eylül ve Terörün Jeopolitiği” olan bu “bomba kitapla” 11 Eylül’ün bir “iş modeli” olduğunun artık Almanca konuşulan dünyada da ayrıntılarıyla okur önüne çıkarıldığını yazdı. 2 bin 400 dipnota dayalı bu bilgilerin daha önce Almanca dünyada kamuoyuna sunulmadığını hatırlatan Escobar’a göre, kitap “terörle savaş” adı verilen bu iş modelini başarıyla çözümlüyor. Ancak bu model ABD neoconlarının rızası hilafına ve onları umutsuzluğa sevk edecek şekilde, iki on yılda Avrasya’da Rusya ve Çin arasında bir stratejik ortaklık da ortaya çıkarmış bulunuyor. Escobar, Lars Schall’ın bu oyun alanını başarıyla deştiğini ve kitabın birçok sürpriz içerdiğini belirtti.

Bir cürümün peşinde

Lars Schall, “11 Eylül bir cürümdür” görüşünden hareketle ve resmi açıklamaları çürüten bir iddiayla kaleme aldığı çalışmasında eğer Michael C. Ruppert’ın “Crossing the Rubicon” ve Peter Dale Scott’ın “The Road to 9/11” kitapları Almancaya çevrilmiş olsaydı yıllar süren bu yorucu işe girişmeyebileceğini itiraf ediyor. Schall, kriminalistik bir yöntem öneriyor: Motif, araç ve olanak. Yazar, faile veya faillere dair bu üç şeyin kanıtlanması gerektiğini belirterek, söz konusu bileşenlerin tüm kuşkuları giderecek şekilde açıklanması sonrasında, ancak o zaman, sağlıklı bir karar verilebileceğini hatırlatıyor.

Lars Schall, 11 Eylül olaylarını meydana getirmek veya onlara izin vermek için motivasyonun bileşenlerini, 11 Eylül olaylarının meydana gelmesinde asıl araçların neler olduğunu ve bu olayların icrası için hangi olanakların bulunduğunu soruyor. Binlerce dipnotun eşliğinde bu kanıtları sergiliyor.

Finansal çıkarların silahlanma emelleri, petrol savaşları ve uyuşturucu ittifaklarıyla birleştiği bir oyun alanını kitaplaştıran Lars Schall, 11 Eylül’ün 20’nci yıldönümünde Osman Çutsay’ın sorularını yanıtladı.

Bu 11 Eylül konusunda çok yazıldı, hâlâ da yazılıyor. Siz bu konuya bu kadar yıl ve emek yatırımı yapmayı neden gerekli gördünüz?

Olay giderek geri planda kalmasına rağmen, 11 Eylül hiç bitmedi. Saldırılarla siyaset yapıldı ve birçok önlem eskisi gibi yürürlükte. Saldırıların geniş bir biçimde incelenmesi ise hiç olmadı. Birçok soru açıkta, bu finansal olarak da öyle. Konu tartışmalı bile olsa, 11 Eylül’ün bir finans gazetecisi için meşru bir konu olabileceğini kanıtlamak istedim.

Her durumda komplo

11 Eylül’den mutlaka bir komplo olarak mı söz etmemiz gerekiyor? Olayların resmi açıklamalarını destekleyen ifadeleri, kitapları, makaleleri siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Resmi versiyonlar, sizce nasıl bir rol üstlendi?

Olayların resmi okunma biçimini de alsanız, 11 Eylül’ün bir “false flag” (sahte bayrak) operasyonu olduğunu da ileri sürseniz, her durumda bir komploya çarpmış olursunuz. Birçok kişi, gizli tutulması gereken bir planı gerçekleştirmek üzere bir araya gelmişti. Bu bakımdan, evet, 11 Eylül’de bir komplodan söz edilebilir. Ancak soru daha çok, komplonun ne kadar iyi veya kötü kanıtlandığıdır. Bu açıdan bakınca, 11 Eylül’ün resmi okuma biçimi için CIA tarafından işkenceyle alınan itiraflar yardıma çağrıldı. Ancak işkenceyle alınan itiraflar mahkemede geçerli olmaz. 11 Eylül Komisyonu Raporu’nun tüm dipnotlarının yüzde 25’i böyle işkence altında alınmış itiraflara dayanıyor.

Eğer paranın izini sürersek, ne görürüz? Burada ne görüyoruz?

ABD’nin askeri bütçesinin, tıpkı 11 Eylül’den önce PNAC (“Project for a New American Century”) türünden düşünce kurumları tarafından talep edildiği gibi, epey bir yükseldiğini görüyorum. ABD’nin büyük silah şirketleri 11 Eylül ile gerekçelendirilen “War on Terror”dan (Terörle Savaş) çok kazançlı çıkanlardandır. Gerek Pentagon’dan silahlanma projelerinin sözleşme tarafı olarak cebe indirdiklerine, gerekse bunların hisse senetlerinin borsadaki değer artışına bir göz atıldığında, bu böyle.

“Önemli olan kanıtlar, sadece görüş ucuz bir şeydir”

Kitabınızda inanılmaz yoğunlukta referanslar, kaynaklar vs. kullanmışsınız. İnternet arşivlerini de çok araştırdığınız kitabınızdan hemen anlaşılıyor. Bu abartılı gibi görünen kaynak zenginliğinin nedenini siz nasıl açıklıyorsunuz?

Eğer böyle tartışmalı bir konuyu işliyorsanız, ortaya koyduklarınızı belgelemek zorunda kalırsınız ve okura da denetlemek için olanak vermeniz şarttır. Kaldı ki ben tek bir görüşü her yerde anlatan kitaplara hiç değer vermem. Görüş, ucuz bir şeydir…

Derin devlet üzerine yaptığınız araştırmalar sırasında, ki bu bir “Türk kavramıdır”, Türkiye’ye rastgeldiniz mi?

Evet, gerek geçmişte gerek şimdi eroin ticaretinde Türkiye’nin anlamıyla ilgilendiğimizde elbette Türkiye’ye de rastladım. Önemli bir rolü var. Ayrıca, geçmişte El Kaide’yi finanse etmekle suçlanan Suudiler de Türkiye’de işadamı olarak faaliyet gösteriyorlar. Afganistan’da çok fazla afyon ekildiği biliniyor. Türkiye bunun Avrupa’ya naklinde bir rol oynuyor. Ayrıca, geçmişte El Kaide’yi finanse etmekle suçlananan Suudiler de Türkiye’de işadamı olarak faaliyet gösteriyorlar. Bu insanları Erdoğan kesinlikle tanıyor. Bunun dışında, Türkiye, Suriye’deki “Terörle Savaş”ın bir parçası olan içsavaşta etkili müdahale güçlerinden biri.

Bin Ladin’in rolu, Cheney’in rolü…

Kitabınız ve temel tezleri daha önce bu konuda yayımlanmış araştırmalardan, kitaplardan vs. ne gibi farkları var? Ne gibi yenilikleri kitabınızda tartışmaya açıyorsunuz?

Aslında zaman birçok açıdan benim lehime çalıştı: Bazı önemli gelişmeler, 11 Eylül üzerine daha önceki önemli kitaplar yayımlandıktan sonra gün ışığına çıktı. 11 Eylül ile “Insider Trading” (içeriden bilgi alarak alım satım) konusunu işleyen bilimsel çalışmalar, buna bir örnektir. Benim kitabımda bu konu Almancada şimdiye kadarki en kapsamlı bir biçimde işlenmiştir.

Bin Ladin bu 11 Eylül komplosuna iddia edildiği kadar derinden dahil olmuş mudur?

Gerçekten saydam ve ayrıntılı notlarıyla sunduğum gibi Usame bin Ladin’e karşı kanıt yükü çok az. Bin Ladin’i 11 Eylül’le doğırudan bağlantılı gösterecek bir kanıt, kamuoyuna sunulmuş değil. Bu, Richard Cheney’in kendisinin 2006 yılında itiraf ettiği bir gerçek.

Terörle savaş yeni bir iş modeli aslında. Peki biz, bu savaştan hangi sonuçları çıkartabiliriz? Batı zafer mi kazandı, yoksa yenildi mi?

Güneş doğudan doğuyor ve batıdan batıyor. ABD/NATO’nun askeri kampanyalar için trilyonluk tutarlar harcadığı tüm o yıllarda, ki bu harcamaların olumlu bir etkisi olmamıştır, Çin, Şanghay Kooperasyonu örgütündeki partnerleriyle tarihsel bir “karşı saldırı”ya geçti. Bu karşı saldırı, arkasından Avrasya’da bir nöbet değişimini getirecektir. Şu Belt&Road girişimi de, Pekin’de Halford Mackinder ve Zbigniew Brzezinzki’nin jeostratejik düşüncelerinin dikkatle izlendiğini gösteriyor. Washington’daki “think tank” beyinlerinin, öyle görünüyor ki, tam tersine…

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER