A3 Haber

1922-2022: Yüzyıl sonra Türkiye hâlâ İzmir’in yıkılışını, Yunanlılar karşısındaki zaferinin yıldönümü olarak mı kutluyor?

1922-2022: Yüzyıl sonra Türkiye hâlâ İzmir’in yıkılışını, Yunanlılar karşısındaki zaferinin yıldönümü olarak mı kutluyor?

1922-2022: Yüzyıl sonra Türkiye hâlâ İzmir’in yıkılışını, Yunanlılar karşısındaki zaferinin yıldönümü olarak mı kutluyor?
Eylül 12
13:58 2022

İzmir’deki Ege ve Dokuz Eylül Üniversitelerinden iki akademisyen Engin Berber ve Erkan Serçe, Ege’nin iki yakasında milliyetçilik ve tarihin araçsallaştırılması hakkında Ioanna Kleftoyannis’in sorularını yanıtladı. Çevrimiçi dergi Popaganda’da yayımlanan bu söyleşiyi Ayşen Tekşen Türkçeleştirdi…

Ioanna Kleftoyannis

Bugün 9 Eylül. Yunanistan’a bir kez daha sesini yükselten komşu için, bu çığır açan bir tarih. Tarih madalyonunun “öteki” yüzü, yani Türklerin “İzmir’in Kurtuluşu Günü”, “Kurtuluş Savaşı” Türk 1922’sinin yıldönümü. Ankara için 1919-1922 Türk-Yunan Savaşının sonu ve Türklerin İzmir’de Yunanlılar karşısında zaferi, Yunan ordusunun ve bölgedeki Yunan unsurunun ezilmesi anlamına geliyor. Ne yazık ki resmi tarih, milliyetçilik tarafından yazılır. Türkiye’de milliyetçilik rejime bağlı olarak şekil değiştiriyor. Yunanistan’da ise gerilim.

1922-2022. İzmir’in yıkımından bu yana 100 yıl geçti. Yunanistan bu trajediyi anmalarla hatırlıyor. Karşı kıyıda Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti’yle ve onun güçlenmesinin hızlanmasıyla aynı anlama gelen “Kurtuluş Savaşını” kutluyor. Ama yüzyılın sonunda, milli tarih anlatımının ötesinde, tarihin bir simgesinden ve Türk ortak bilincinden beklenebileceği gibi davul sesleriyle değil. Çünkü 9 Eylül’ün ne olduğunu sorduğum her yaştan tüm Türklerde yanıt veremeyen çıkmadı.

Bununla birlikte, 15 Ağustosta İzmir’de yerel Türk ve Rumlarla konuşurken hiç kimsenin bu yıl özel, farklı bir şey olup olmayacağını bilmediğini gördüm. (Modern, dinamik şehrin çok az kalmış Rum cemaatinden konuştuğun hiçbir Rum 1922 trajedisini yaşayan ailelerden gelmiyordu.) İzmir’de karşılaştığım meslektaşlar, yıldönümünü umursar görünmedi. Yerelde 9 gazete yayınlanmasına ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti olmasına rağmen şehir basını hiçbir anma hazırlamamıştı.

Bazı şeyler önemli ölçüde değişti. Eylül 1999’a kadar İzmir’de “düşmanın denize dökülmesi” resmi anlamda Yunan-karşıtı nitelikteydi. 9 Eylül günü askerler Yunan bayrağını yırtıp yerine Türk bayrağını çekerek, şehrin ele geçirilmesi “kahramanlık” sahnesini canlandırırdı. Hem Yunanistan hem de Türkiye’nin depremle sarsıldığı 1999’dan beri bu sahne kutlamalardan çıkarıldı.

Kuşkusuz İzmir Büyükşehir Belediyesi yerel ölçekte kutlamalar düzenliyor. Bugün küçük bir süvari birliği şehirde geçit yapacak. Şehrin açık olan bazı okullarında –ki açık değiller- olasılıkla muzaffer milliyetçi şahlanma anlarını canlandıran gösteriler sergilenecek. Ama 9 Eylül hiçbir zaman milli bir bayram olmadı.

Ege Üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümü profesörü Engin Berber, “9 Eylül’ü resmi olarak kutlamıyoruz ama her İzmirli için önemli bir gündür. Osmanlı İmparatorluğunu yeniden canlandırmak isteyenler hariç olmak üzere, Bağımsızlık Savaşı Türkler için çok önemlidir” derken, arka planda 1922 olaylarının anlamı ve hatta bizzat kutlama konusunda Kemalistler ile anti-Kemalistler arasındaki anlaşmazlıkları vurguluyor.

Gazeteci-yorumculara göre, bugün gündelik yaşamda Türklere 9 Eylül’ü hatırlatan tek şey Dokuz Eylül Üniversitesi. Ancak, Maria Repoussi’ye göre Eylül 1922’de Rumların toplandığı deniz kenarında sert, etkileyici bir anıt var. Ben Türkçe bilmiyorum. Ama eğer tarihi olayların gerçekleştiği noktada, yüksek bir kaide üzerinde göğe yükselmiş bir bulutu andıran, çılgınca tek yöne ilerleyen bu silahlı askerler 9 Eylül anıtı değilse başka ne olabilir?

Mesut Yılmaz, Turgut Özal ve Tansu Çiler dönemlerinde ilk ve ortaokulda olan oşinoloji uzmanı Kemal Yılmaz, Tayyip Erdoğan iktidara gelmeden önce 9 Eylül anmalarının ülkedeki okullarda mihenk taşı olduğunu hatırlıyor. Yılmaz, “AKP hükümeti kutlamanın önemini azalttı. Tayyip Erdoğan ‘Zafer Günü’ olması nedeniyle 9 Eylül’den daha ağırlıklı olan 30 Ağustos’ta bile Anıtkabir’e gitmemek için yurtdışı seyahati vb. bahaneler buldu. Milliyetçiliğinin niteliğine bağlı olarak, olaylara yaklaşım hükümetten hükümete farklılık gösterdi. Bugün bile Yunan ordusunun İzmir’i işgal ettiğini inkâr eden İslamcılar olduğunu düşünün. Bağımsızlık Savaşının hiç olmadığını, bunun Kemal’in bir yalanı olduğunu söylüyorlar” diyerek Türk siyasetinin tarihi araçsallaştırmasının bir örneğini veriyor: Erdoğan’ın bölgede yaygın biçimde reklamı yapılan pan-türk bir kutlama düzenleyerek, Selçukluların Bizanslılar karşısında Malazgirt zaferini (26 Ağustos 1071) yeni bir milli tatil yapma girişimi.

Dokuz Üniversitesi tarih doçenti Erkan Serçe bizi daha da aydınlatıyor: “Başlangıçta 9 Eylül yalnızca İzmir’de değil tüm Türkiye’de kutlanırdı. Ancak, Türkiye’de kime sorsanız 9 Eylülün İzmir’in Kurtuluşu olduğunu bilir. İstanbul ne zaman kurtarıldı diye sorsanız yanıtı bilmezler. Neden İzmir’i biliyorlar? Çünkü onun kurtuluşu bir sembol.”

Serçe, “Çatışma kaçınılmazdı. Günümüzde ‘o suçlu’, ‘onlar suçlu’ demek hata. Her iki taraf da propaganda yapıyor. Ajandalarının önceliklerine bağlı olarak, her iki taraf da ya bu olguları fazla vurguluyor ya da neredeyse hiç sözünü etmiyor” diyor.

Serçe, “Ama Yunanlıların İzmir seferinin başladığı 15 Mayıs 1919’dan sonra İzmir’in hedefi Yunanlılarınkinden çok özeldi. Bu tarihten sonra artık Türkiye ile Yunanistan savaşmıyordu. Ve Kurtuluş Savaşı yalnızca İzmir’i kurtarmak içindi ve bu da otomatik olarak tüm Türkiye’nin kurtulması anlamına geliyordu. Dolayısıyla, İzmir tüm Türkiye’yi kapsayan bir semboldü. Biz ‘Tüm Türkiye’nin kurtuluşu’ diyoruz. Yalnızca İzmir’in değil. Ve bununla da Yunan ordusundan kurtuluşu kastediyoruz” diyerek netleştiriyor.

Savaşın elbette 9 Eylül’de bitmediğini kabul ediyor. “Ama Türkler bu günü Bağımsızlık Günü ve savaşın sonu olarak kabul ettiler. 10 Eylül Bursa’nın kurtuluşudur. Bunu Trakya ve İstanbul’un kurtuluşu izledi. Türkiye’de hiç kimse bu tarihleri hatırlamaz. Yalnızca İzmir vardır” diyen Serçe, iki tarafın milliyetçiliği ve bağnazlığının iletişim araçları haline geldiğini düşünüyor. “Türkiye’deki ders kitapları 100 yılda pek çok kez değişti. Hükümete bağlı olarak, kitaplar ve olaylara yaklaşımlar değişti. 20’ler ve 30’ların kitaplarında İzmir farklıydı sonra yine değişti. 2000’den sonra mevcut hükümetle bir daha değişti.”

Erkan Serçe

Yılmaz, sonraki versiyonlarını bilmeden tipik olarak şunları hatırlıyor: “Erdoğan iktidara gelmeden önce, benim öğrenciliğimdeki kitaplara göre Yunan ordusu geri çekilirken köyleri, kasabaları yakıyor, sivilleri öldürüyordu. Peşlerindeki Türk ordusu Yunanlıları gemilerine binmeye ya da kendilerini denize atmaya zorlamak için zaferden on gün sonra 9 Eylül’de şehre girdi. Sizin İzmir’in Yıkımı olarak adlandırdığınız şey bizim ders kitaplarımızda böyle ifade edilir.”

“Yalnızca mutlu değil travmatik olayların da 100. ve 200. yıl kutlamalarının birer yeniden değerlendirme, öğrenme, öz-farkındalık, onarma ve barış fırsatları olabileceğini” düşünen Ege Üniversitesi profesörü Engin Berber şunları söylüyor: “Türkiye’deki ders kitaplarında 1922 İzmir olayları içeriğinin fazla değiştiğini düşünmüyorum. Ancak, Yunan ders kitaplarında Türklerle ilgili sert ifadelerin düzeltilmesi için Andreas Papandreou ve Turgut Özal döneminde saygın girişimlerde bulunulduğunu hatırlıyorum. Herkül Millas ve Penelope Stathis’in de bu konuda çaba gösterdiğini biliyorum. İki ülkenin eğitim bakanları karşılıklı komiteler de kurdular. Birbirleriyle temasa da geçtiler. Ama kısa ömürlü oldu. Ne yazık ki, o zamandan beri benzer bir girişimde bulunulmadı. Ders kitaplarının dilinin barışçıl, insancıl, milliyetçilikten ve tarihsel olayların çarpıtılmasından uzak olması çok önemlidir.”

Berber, Yunanlıların yenilmesinden sonrasını açıklarken “Yunan ordusunun İzmir’i işgal ettiği gün emperyalizme karşı silahlı Türk Devrimi mücadelesi başladı. İzmir’in kurtuluşundan itibaren Kemalistler ile anti-Kemalistler arasındaki siyasi mücadele başladı. Kemalistler Türkiye’nin ve Türk halkının modernizasyonu için mücadele etmek zorundaydı. Ama gelenek ve fanatiklik ikisine de egemendi. Silahlı bir mücadele olmadan siyasi bir çatışma mümkün olmayacaktı.”

Birkaç gün önce Yunan Basınında İzmir’in İşgali ve Bozgun ve İzmir’de Yunanlılar kitapları yayınlanan Engin Berber sözlerine şöyle devam etti: “Osmanlı İmparatorluğunun yöneticileri devletin bölünmesine neden olacağı korkusuyla Türk milliyetçiliğini bastırdı. Nüfusun önemli bir bölümünün Türk olduğu Batı Anadolu’nun Yunanlılar tarafından işgali Türk milliyetçiliği harekete geçirdi. İşgal olmasaydı, Anadolu olasılıkla mevcut demografik yapısını korurdu. Ancak, İzmir sadece Rumlar ve Ermeniler gittiği için kozmopolit olma özelliğini kaybetmedi. Şehir Levantenler, Kürtler, Afrikalılar, Suriyeliler ve yabancılarla hâlâ kozmopolit bir şehir.”

Engin Berber

Tarih bilimi, her iki tarafın da bildik ulusal ve milliyetçi at gözlükleri olmadan araştırmaya, değerlendirmeye devam ediyor. Berber, “Çalışmalarında Yunan ve Batılı kaynaklardan daha fazla yararlanan yeni kuşak Türk tarihçileri Altılılar Davası hakkında bile yeterince çalışma yaptı” diyerek bizi şaşırtıyor. Ve kendisi de Metaxas’ın anılarını içeren Yunan Basınında İzmir’in İşgali ve Bozgun kitabının giriş yazısında hem ulusal bölünme ve Altılılar Davasından hem de bunun Yunan iç siyasetine etkisinden söz ediyor.

Araştırmacı Engin Berber, 1919-1922 olaylarının değerlendirilmesinde Yunan tarih yazımında üç hat olduğunu söylüyor. “Görebildiğim kadarıyla, Yunan tarih yazımında Küçük Asya seferi konusunda üç temel yaklaşım mevcut. Marksist tarihçiler Yunanistan’ın emperyalizm oyununa dâhil olduğunu söylüyor. Olayları kaba bir milliyetçilik açısından görenler de var. Kayıp Vatanı vurgulayanlar bunlar. Resmi Yunan tarihi, Yunan ordusunun Anadolu’da işlediği suçlardan yalnızca bazılarını kapsıyor. Örneğin, Yunan Genelkurmayı’nın yayınladığı türden hiçbir kitapta yakılan yerleşim yerleri, sürgün edilen muhacirler ve zorla el koyulan ama parası ödenmeyen mülklerle ilgili tek satır bulamazsınız.”

Sık sık ona hiç kan dökülmeyebilir miydi diye sordum. “Evet. Ancak, öyle olmadı çünkü emperyalist İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar Ankara hükümetinin Türkiye’den çıkmaları teklifini reddettiler. Aynı coğrafyayı paylaşan halkların siyasi güçleri emperyalizmin düşmanlık oyunları karşısında uyanık olmalı. Kuşkusuz, bölgesel barışı güçlendirme fırsatları karşılıklı olarak değerlendirilmeli. Tek taraflı değil. İşler o noktaya geldiğinde savaştan başka seçenek yoktu.”

Berber İzmir Yangınıyla ilgili olarak “kim ve neden başlattı şeklindeki tüm yaklaşımlar oportünisttir ve gerçeği bulmaktan ziyade müesses siyaset nizamına hizmet eder” iddiasında bulunuyor.

“İki tarafın 1922 ile ilgili görüşleri elbette farklıdır. Türkler için mutlu sondu. Ama Yunanlılar için şehrin düşüşünden beri İzmir en büyük travma. Çünkü bu kez Yunan nüfusu bir daha asla dönmemek üzere Anadolu’dan ayrıldı. Bu nedenle, Yunan siyasetçiler Yunanlı seçmene Türkiye karşısında bir zafer vermek, Yunan tarihindeki bu en büyük utançtan kurtulmak istediler. Milliyetçiliği besleyen bu durum bizi Kıbrıs olaylarına götürdü. Ama bu Soğuk Savaş döneminde Yunanistan Türkiye’yi büyüyen bir tehdit olarak görürken, Türkiye’yi yönetenlerin algıladığı tek tehdit Sovyetler Birliği idi.”

Profesör Berber’le konuşmamız, Yunanistan için felaketle eş anlamlı İzmir’in İslam dünyasındaki simgesel pozisyonuna uzandı: “20. Yüzyılda Yunanlılarla savaş, İslam dünyası tarafından Batı emperyalizmine isyan olarak ele alındı. Kuzey Afrika, İran, Afganistan ve Hindistan’da alkışlandı. Ama halifelik kaldırıldığı için Gana’da böyle karşılanmadı. Türk Devrimi Çin’de ve bazı Latin Amerika ülkelerinde de ilgi ve hayranlıkla izlendi.” Engin Berber dolaylı olarak Ukrayna’daki çatışmayı yorumlarken bize tavsiyesi şöyleydi: “Milli çıkarlar sözcüğünü duyduğumuz her seferinde durup düşünmeliyiz: Kimin çıkarı? Kendi coğrafyamızı huzurlu tutmak, onu birlikte ve adil biçimde paylaşmayı kabul etmek demektir.”

Berber 1922 değerlendirmesine devam ederken “Eylül 1922 koşullarında nüfus mübadelesi, üç yıldır birbiriyle savaşan halkların iyiliği açısından doğru karardı. On binlerce Osmanlı Rum’u Yunan ordusunda askere alındı. Askeri ceza kanununa göre bu suçun cezası ölümdü. Ayrıca, Türk Parlamentosundan geçen vatan hainliği yasasına göre, çoğunun adli mercilere sevk edilmesi gerekiyordu” diyor.

Erkan Serçe “Megali İdea nasıl ortaya çıktı? Bunun Yunanistan’da ortaya çıkışı, Jön Türkler düşüncesinin ortaya çıkışıyla tam olarak aynı şey. Onlar da yeni bir Türkiye istediler. Sorun her zaman milliyetçilik” diyerek özetliyor.

Serçe “Bugün vatandaşlar bu olayları nasıl değerlendiriyor” diye soruyor. “Eğitimlerine ve okuduklarına dayanarak. 19-22 dönemini milliyetçilik penceresinden görmekten kaçınmalıyız. Bu kısa sürece olabilecek bir şey değil. Venizelos ve Atatürk çok yaklaştılar. Ama milliyetçilik durmadı. Olduğu yerde durmadı. Hep aynı şeyler tekrarladı. Kıbrıs’ta, İstanbul’da, Trakya’da Rumlar çatışmaya başladı. Coğrafi konumumuz nedeniyle, iki ülkenin ittifakı halinde süper güç olacağımızı yazan ilk kişi Dimitris Kitsikis idi.”

Serçe “Ama bir gün her şey değişecek. Bugün yalnızca İzmir Büyükşehir Belediyesi 9 Eylül’ü kutluyor. Kutlama sadece düşük seviyede. Günbegün milliyetçilik kaybolacak. Kutlamalar tamamen de bitebilir. 1776 Amerika’nın kurtuluşu kutlaması bir rehber. 4 Temmuz bir tatil olarak kutlanıyor. Amerikalılar milliyetçiliği terk etti. Yunanistan ile Türkiye arasında siyasi çekişme bittiğinde, bizim için de kavga bitecek” derken çok iyimser.

(Çeviri: Ayşen Tekşen) 

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER