Tarih boyunca İzmir’de salgınlar: On binlerce insan yaşamını yitirmişti
Koronavirüs salgını, dikkatlerimizi tarih boyunca yaşanan pandemilere çekti. Dünyada ve Türkiye’de geçmişte yaşanan salgınlar nasıl meydana geldi, hangi tahribatları yarattı ve nasıl aşıldı gibi sorular, daha çok merak edilmeye ve tartışılmaya başlandı. İzmir tarihi konusunda çok sayıda eser veren George Poulimenos, İzmir’deki salgınları kaleme aldı. Bu makaleyi Ayşen Tekşen’in çevirisiyle paylaşıyoruz…
Doğu’daki diğer yerler gibi İzmir de, modern dönemlerde pek çok kez veba, kolera ve çiçek hastalığı salgınlarıyla sarsılmış ve kurbanların sayısı sıklıkla binlere ulaşmıştır.
1678, 1711, 1741, 1751, 1765, 1778, 1784, 1813, 1818, 1837 ve 1838-39 yıllarında şehre veba (“kara ölüm”) hastalığı geldi. Bu salgınlardan en öldürücü olanı 1813’de yaşandı ve 100 bin sakinden 45-50 bini ölürken, 1837’deki salgında 130 bin kişilik nüfusun 5 bin 227’si etkilendi ve onların da 4 bin 831’i öldü. 1922 yazında da birkaç salgın daha oldu. O sırada katı önlemler alındı, genel zorunlu aşı emri verildi ve hastalık kısa sürede bastırıldı.
1831, 1848, 1854-1855, 1865, 1893, 1910-11 ve 1913 yıllarında kolerada artış görüldü ve esas olarak 50 yaş üstü bireyleri etkiledi. 1831’deki ilk salgında 80 bin kişilik nüfusun 17 bininde hastalık ve 7 bininde ölüm görülürken, 1848’deki salgında 100 bin kişilik nüfusta 2 bin 129 ölüm oldu.
İlk kez kayda geçirildiği 1841 öncesinde çiçek hastalığına dair elimizde fazla bir bilgi yok. Sistematik aşılamaya rağmen başta çocuklar olmak üzere çok sayıda kurban alan hastalık 1871, 1888, 1896, 1903, 1909 ve son kez de kolera salgınıyla birlikte 1913’te geri geldi.
1918 başında, savaş sürerken İzmir’de tifüs salgını görüldü ve 20 bin vakadan 2 bini ölümle sonuçlandı.
Bir salgın başladığında hastalar, “mortalar” yani, hastalığı geçirmiş ve bağışıklık kazanmış olanlar tarafından özel hastanelere (“Mortakya”) taşınırdı. 1840’dan başlayarak şehrin sınırlarına her cemaat için bir ya da daha fazla sayıda bulaşıcı hastalıklar hastanesi açılmaya başlanmıştı. Ölenler mezarlara gömülmeden önce büyük çukurlarda kireçle dezenfekte edilirdi.
Şehrin diğer sakinleri ya evlerine kapanır ya da şehri terk ederek civardaki dağlara ve banliyölere kaçar ve oranın yerlileri tarafından ya “tütsülenir” ya da üstlerine fenol sıkılırdı. Dilenciler de bundan muaf değildi: 1855 kolera salgınında hepsi geldikleri yere geri döndüler ki bu da İzmirlileri memnun etti. Sokaklarda az sayıdaki şehirli onların yaklaşmasını önlemek için büyük değnekler taşırdı.
Salgınların önlenemediği mahalleler iplerle ayrılır ve insanların öldüğü eski evler yıkılır ya da yakılırdı. Ayin kalabalıklarının toplandığı ibadethaneler değil ama okullar, kafeler ve tavernalar kapatılırdı. Başta salatalık ve marul olmak üzere sebzeler yasaklanır ve el koyulurdu. Diğer besinler ve çeşitli öğeler, özellikle de metal paralar, dezenfekte amacıyla sirkeyle yıkanırdı.
Bilimin ilerlemesi ve son yüzyılda kişisel hijyen kavramının ortaya çıkışı sayesinde insanların böyle şeyler yaşamaya alışkın olduğunu neredeyse unutmuştuk. Ama bunları tekrar hatırlatmak için koronavirüs geldi.
EVDE KALIN!
***
George Poulimenos kimdir?
Ataları İzmir/Çeşme/Çiftlik Köy’den göç etmiş olan George Poulimenos, İzmir tarihi alanında sayısız eserler vermiş bir araştırmacı ve yazardır.
Eserlerinden bazıları: İzmir Rumcası Sözlüğü, İzmir Haritası, İşgal Döneminde Miniotis Ailesi, İzmir Rıhtımı (Achilleas Chatziconstantinou ile ortak çalışma), Leon ve Emine, İzmir-1922 Seyahat Rehberi’dir.
Özellikle İzmir Rıhtımı adlı 800 sayfalık dev eser tarih boyunca İzmir rıhtımına ilişkin sayısız belge, bilgi içermektedir.
Türkçe olarak da hazırlanmış web sitesinde daha fazla bilgi bulunabilir. http://gpoulimenos.info/tr/