A3 Haber

Ece Temelkuran: Orta Doğulu kadınların, kendileri “için” ayaklanmanıza ihtiyaçları yok

Ece Temelkuran: Orta Doğulu kadınların, kendileri “için” ayaklanmanıza ihtiyaçları yok

Ece Temelkuran: Orta Doğulu kadınların, kendileri “için” ayaklanmanıza ihtiyaçları yok
Mart 13
09:53 2021

Gazeteci-yazar Ece Temelkuran, The National News için kaleme aldığı analizde, orta yaşlı İngiliz bir kadının “Türk kadınları için ayaklanmalıyız” şeklindeki paylaşımına verdiği yanıttan yola çıkarak, konuyu kendine özgü üslubuyla derinleştiriyor. Temelkuran’ın bu analizini Ayşen Tekşen’in Türkçesiyle sunuyoruz…

(Çevirmenin notu: Yazının vurgularını göz önüne alarak, yazarın makalede kullandığı bazı sözcükleri yaygın anlamından biraz farklı kullanmayı tercih ettik. Bu bağlamda; ilk olarak, metinde sık geçen “stand up” terimi için “destek” yerine “ayaklanmayı” kullanarak yazarın önemle vurguladığı “for them/onlar için” ve “with them/ onlarla beraber” ayrımını vermeye çalıştık. İkinci olarak, yazarın Ortadoğulu kadın yazarlara yönelik genel yaklaşıma ilişkin cümlelerinde sık kullandığı “unveil” fiilini yaygın olan “ifşa etmek, açığa çıkarmak” anlamında değil ama söz konusu kadınların peçelerinin/örtülerinin yarattığı merak havasını göz önünde tutarak “örtüsünü kaldırmak” olarak çevirdik. İyi okumalar.)

Bir kaç gün önce Twitter’da “Türk kadınları için ayaklanmalıyız” diyen orta yaşlı, tatlı İngiliz kadına “Onlar zaten ayakta. Onlarla birlikte durun” yanıtı verdim.
Batıdaki pek çok diğerleri gibi, o da ülkemde öldürülen kadın sayısının ani yükselişiyle dehşete kapılmış ve bu yıl İstanbul’da gerçekleştirilen Uluslararası Kadınlar Günü yürüyüşünde sergilenen polis şiddetiyle çileden çıkmıştı. Görünürde önemsizmiş gibi duran bu edat seçimi, –“birlikte” yerine “için”- dünyanın tüm kadınları olarak bizlerin çok geç olmadan, hemen bugün kurtulmamız gereken bölünmüş feministliğimizin binlerce yıllık tarihini anlatıyordu.

Ben Doğu ile Batıyı birleştiren “köprünün” kadınıyım. En azından, Türkiye’de büyürken okulda bize öğretilen buydu. Her sınıfta Anadolu’yu ve Doğu ile Batının tam ortasındaki İstanbul’u gösteren bir harita vardı. Harita bize her ikisi de ama aynı zamanda hiçbiri olmadığımızı anlatıyordu. Ama arada-kalmışlığımızın, iki uca da ulaşmadan bitip tükenmez bir geçiş eyleminde kapana kısılmış bu varoluşumuzun bir ayrıcalığı da yok değildi: hala köprünün iki ucunu da bildiğimizi düşünmeyi severiz.

Şimdi geri dönüp o köprüye baktığımda, Arap felsefeci İbn-i Haldun’un bir zamanlar söylediği gibi eğer “coğrafya kaderse”, hayali bölünmeye rağmen, Doğu ve Batı’da yaşanan kadınlık deneyimini birleştirebilecek ortak bir dil yaratmanın da bir kadın Türk yazar olarak benim kaderim olduğunu düşünüyorum. Düzmece Ortadoğulu ve Batılı kadın imgeleri yaratan kesintisiz düzeneğe üstün gelecek bir söz dağarcığı olmalı. Bir “onun için” değil “onunla birlikte” ayaklanma dili olmalı.

Ortadoğulu bir kadın yazar hikayesini anlatırken, Avrupa ve Amerika’da peçe tasvirli kitap kapaklarını her gördüğümde acı bir gülümseme gelir. Batı’da taktir edilmek üzere diğerlerinden ayrılan bizim bu hikayelerimiz, yüzlerce yıl önce ilk ayrıcalıklı beyaz adamın eve döndüğünde arkadaşlarına karşılaştığı “Türk Lokumunu” anlatmak için gizlice hareme girdiği günden beri özünde hiç değişmedi.

Gerçek şu ki, artık biz kadınlar haremin içinden bilgi veriyoruz: Bölge kadınlarının özel yaşamları, saklı hikayeleri, “Oryantal güzelliğin” sırları. Ama kadınlar tarafından ve kadınlar için anlatılan bu hikayelerin bir tür “örtüyü kaldırma” olarak ilan edilmesi de bir bakıma trajiktir. “Örtüyü kaldırmak”, giderilemez, zararlı ve egzotikleştirici bir merakı besler.

Daha da önemlisi, ortak gerçeğimizi gizler: kadınların yaşayabileceği kırgınlıkları ve kırılan kadınlığın çekebileceği acıyı taşıyan kalp, Doğu’dan Batı’ya farklılık göstermez. Bu, son birkaç bin yıldır eşit ve onur insanlar sayılsaydık, şimdi olduğumuzdan çok daha fazlasını olabileceğimizi bilmenin kırıklığıdır.

Aslında, örtüsü kaldırılması gereken şey bu gerçektir. Doğu ile Batıyı birleştirmek için buna ihtiyacımız var. Ortadoğulu kadını cinselleştirilmiş kurbanlara ve Batılı kadını da 21 yüzyıl haremlerinin akılsız röntgencilerine indirgeyen bu kesintisiz düzeneği bozmamız lazım. Hepsinden önemlisi, şimdi daha büyük, daha küresel bir aciliyetle buna ihtiyacımız var. Önümüzdeki yıllarda, pek çok yerde kadınlara yönelik kitlesel saldırıdan sağ çıkabilmek için hepimizin konuşmak, örgütlenmek ve harekete geçmek amacıyla kullanabileceğimiz ortak bir dile ihtiyacımız olacak.

Beş yıl önce Londra’daki bir kitap etkinliğinde dinleyicilerle Türkiye’de yaşanan baskıyı tartıştıktan sonra bir kadın o kadar heyecanlandı ki çaresizlikle ellerini ovuşturarak ve acıyarak “Sizin için ne yapabiliriz?” diye sordu. Kalkık kaşları, acıma ile içten bir kaygı arasında hassas bir dengede sabitti.

Sahne ışıklarının altında, sorusunun görünmez bagajını açmak için bir saniye durduğumu hatırlıyorum: Beni aciz bir kurban olarak gördüğünü; benim ülkemi mahveden siyasi hastalıktan kendi ülkesinin muaf olduğuna dair güvenini; kendi siyasi çalkantısını ve ekonomik krizini yaşayan Britanya’nın herhangi birine yardım etmek için ideal konumda olduğuna ilişkin sarsılmaz kabulünü.

Hepimizin aynı siyasi cinnette boğuluyor olduğumuzu anlayamaması beni kışkırttı. Sonunda bu düşünceler karışımını düzenleyerek biraz mahcup bir yanıta dönüştürebildim: “Eh, şimdi bir web sitesi aracılığıyla evlat edinilmeyi bekleyen bir bebek panda gibi hissediyorum.”

Batı şehirlerinde kendi ülkesi hakkında konuşmaya cesaret eden Ortadoğulu kadınların çoğunun böyle bir an yaşadığından oldukça eminim. Batıdaki taydaşlarımızın hiçbir kötü niyeti taşımadığı durumlarda bile, çoğumuz kendisini evlat edinilmiş panda gibi hisseder.

Bu hayali üstte ve altta olma halinden kurtulmak için hepimizin dünyanın içinde bulunduğu koşulları net olarak görmesi lazım. Eğlence bitti. Hiçbir şey yapmazsak, bu pekala bir dağılma çağı olabilir. Katı olan her şey eriyecek ve en güçlü görünen kurumlara bile artık güvenilmeyecek.

Bu bir öngörülemezlik ve güvensizlik çağı; hukukun üstünlüğü pek çok yerde ortadan kayboluyor. Ve kaybolduğunda da, tüm insanlık tarihi boyunca olduğu gibi, ilk zararı kadınlar görüyor. Kendinize şunu bile sorabilirsiniz; böylesi koşullarda ne yapılacağını Ortadoğulu kadınlardan iyi kim bilebilir? Belirsizlikle yüz yüze olmanın hikayesini başka kim anlatabilir?

Belki de bu, Doğudaki kadınların Batıya dönüp “Senin için ne yapabilirim?” diye sorması için cazip bir zamandır.

Kitap etkinliğinde, benimle ilgili sayısız endişelerini ifade eden kadına sorusunu ters çevirip iade ettim. “Aslında, ben sizin için ne yapabilirim?”

Ama gerçekte, bu kendini beğenmişlik ve acıma oyununu daha fazla sürdürme lüksümüz yok. Bu, “birlikte” dilini bulma zamanı. Ataerkilliğin kalıcı kıldığı, kendi küpüne zararlı güç ve açgözlülük histerisine verilecek tek yanıt budur. Birbirimize karşı uydurulmuş bir merak yerine, birbirimize dikkat etmeyi, birbirimizle birlikte olmayı içerir.

Bu türden merak, bir sopayla dürtülmek gibidir. Çocuksudur ama masum değildir. Merak sözcüğü, istemeyerek de olsa, bir şekilde tacizi içerir. En saf haliyle bile merak, izleyeni izlenenden ayırır, ona yabancılaştırır.

Ama dikkat sevgiden, sahici ilgiden doğar ve sonunda insani bir bağlantıya yol açar. Yeni bir dil en az iki kişi gerektirir. İnsan onu kendi başına icat edemez. O halde, Doğudaki ve Batıdaki kız kardeşlerime sorum şu: Dişi bir dikkat dilini nasıl tasavvur edebiliriz? Bu soruyu soruyorum çünkü hikayelerin yalnızca yarısının konuşarak oluşturulduğunu biliyorum. Diğer yarısı ise susan ve dinleyen birini gerektirir. Dolayısıyla, şimdi susuyor ve sizi dinliyorum. “Birlikte” dilini nasıl konuşabiliriz?

(Çeviri: Ayşen Tekşen) 

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER