A3 Haber

Ortadoğu’da ‘bloklar arası gerilim’ tırmanıyor: Bir yanda Türkiye-Katar, diğer yanda BAE-Suudi-Mısır

Ortadoğu’da ‘bloklar arası gerilim’ tırmanıyor: Bir yanda Türkiye-Katar, diğer yanda BAE-Suudi-Mısır

Ortadoğu’da ‘bloklar arası gerilim’ tırmanıyor: Bir yanda Türkiye-Katar, diğer yanda BAE-Suudi-Mısır
Ocak 04
08:44 2020

Ortadoğu’da, bir tarafında Katar ile Türkiye’nin durduğu, diğer tarafında ise BAE ile Suudi Arabistan’ın Mısır’ı yanlarına alarak kurduğu iki eksen arasındaki çekişme gittikçe daha görünür hale geliyor ve sıcak çatışma ihtimalleri artıyor.

İran’ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinin ardından Ortadoğu bir kez daha savaşın eşiğine geldi. ABD’nin İran’a yönelik saldırgan hamleleri gerilimin ana kaynaklarından birini oluştururken, Washington’un bölgedeki müttefikleri arasında bazen açıktan, bazen alttan alta süregiden kavga da bölgeyi patlamanın eşiğine getirdi.

Adı geçen dörtlü, son yıllarda Libya ve Suriye’de ayrı “vekilleri” destekliyor, İran’la ilişkiler konusunda farklı rotalar izliyor, Müslüman Kardeşler’e yaklaşım konusunda taban tabana zıt politikalar uyguluyor, birbirini ekonomik olarak yıpratmaya çalışıyor, zaman zaman “saray darbeleri”, hatta işgaller tertiplemeye gayret ediyor.

Peki bu gerilimin gerekçeleri neler? Meseleyi belli başlı başlıklar altında şöyle toparlayabiliriz:

Körfez’in ekonomik gücü ve Katar’ın yükselişi

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar, 6 ülkeden oluşan Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın (KİT) motor güçleri. Krizin iyice su yüzüne çıktığı 2014 yılında, üç ülkenin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) sıralamasında da ilk üçte yer aldığını görüyoruz. Petrol ve doğalgaz zengini üç ülke, Ortadoğu ve Güneydoğu Asya’dan çektikleri ucuz işgücü sayesinde ve ABD’nin siyasi koruması altında son 40 yılda çok hızlı bir zenginleşme süreci yaşadı.

Özellikle 2000’li yıllarda, artan petrol fiyatlarının da etkisiyle baş döndürücü bir büyüme yaşayan Katar’ın ekonomik gücünü yeni yatırımlara ve siyasi nüfuza doğru da uzatması, KİT’in en büyük iki gücünün dikkatinden kaçmadı. Bununla birlikte, 2000’li yıllar boyunca şişen Körfez ekonomileri, 2014 yılından itibaren gerilemeye başladı.

Yeni durum, dramatik şekilde düşen petrol fiyatları ve küresel durgunlukla beraber, Körfez’in bu üç lokomotif ülkesinin sermayenin aşırı birikim krizini “çılgın” proje yatırımlarıyla aşma çabalarının da sonunu getirdi. Suudi Arabistan, hırslı Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın yönetiminde ekonomisini çeşitlendirmek için reform yoluna giderken, hem içeride kaynak transferine, hem de dışarıda Katar (ve Yemen’de BAE) ile rekabeti yoğunlaştırdı. 2017 yılının Haziran ayında, başını BAE ve Suudi Arabistan’ın çektiği ülkeler, “terör destekçiliği” suçlamasıyla Katar’a ekonomik abluka uygulamaya başladı. Bazı iddialara göre, BAE Katar’ı işgal edip kendi istediği bir yöneticiyi başa getirmeyi dahi planladı.

Ancak 2019 yılı itibariyle, yine ekonomik faktörlerin de etkisiyle, Katar’a yönelik ablukanın sona ereceğine dair işaretler belirmeye başladı. Birincisi, KİT ülkelerinin hayli düşük büyüme performansları (Katar: %0,5, BAE: açıklanmadı, Suud: %0,4), Suudilerin reform planının istendiği gibi gitmemesi gibi nedenler baş ağrıtıyor. İkincisi, Katar, beklenenin aksine, ekonomik partnerlerini çeşitlendirerek, krizi fazla zarar görmeden yürütmeyi becerdi. Üçüncüsü, BAE ve Suudi Arabistan’ın dış yatırıma ihtiyacı Katar’dan daha fazla, bu nedenle iki ülkenin Yemen’de tepe noktasına ulaşan saldırgan dış politikasının maliyeti iç siyasette de gerilimlere yol açıyor. Geçen Ağustos ayında Dubai Prensi’nin BAE’nin dış politikasını “kaynak israfı” olarak nitelendirmesi, bu gerilimin su yüzüne çıktığı örneklerden.

Üç ülkenin ekonomik yakınlaşmasında ilk adımın Katar’dan geleceği konuşuluyor. Katar, Kuveyt ve Umman ile birlikte KİT çapında uygulamaya konulan kemer sıkma reformunu reddetmişti. Katar’ın, yüzde 5’lik katma değer vergisini yürürlüğe koymasıyla birlikte yumuşamanın başlayacağı belirtiliyor.

Suriye, Libya ve Mısır’da ayaklara dolanan Müslüman Kardeşler

Vahhabi/Selefi ideolojiyi benimsemiş Suudi Arabistan’ın 20. yüzyıl boyunca genişletilmiş Ortadoğu coğrafyasındaki neredeyse tüm islamcı akımları himaye ettiği biliniyor. Cemal Abdül Nasır’ın Mısır’ıyla girdiği mücadelede Nasır’ın baş düşmanı Müslüman Kardeşler örgütünün yanı sıra, Afganistan’da Sovyet karşıtı militanları da destekleyen Riyad, bölgedeki seküler Arap milliyetçiliğinin ve sosyalizmin geriletilmesinde öteden beri önemli rol oynadı.

1996 yılında tüm Arap dünyasına yayın yapan El Cezire kanalını kurduktan sonra bölgede rol oynamaya başlayan Katar’sa, 2000’li yılların başından itibaren ABD’nin de desteğiyle Müslüman Kardeşler’in “ılımlı” olarak bölgeye ve dünyaya pazarlanmasında baş role yerleşiyordu. Kardeşlik’in Suudi Krallığı ile inişli çıkışlı bir ilişkisi varken, Mısır’da onyıllar boyunca yasaklı kalmıştı. Mısır İhvanı’nın bazı önemli isimlerinin (Yusuf el-Karadavi gibi) Doha’ya yerleşmesi, İhvan’ın Filistin kolu olarak kurulan Hamas üzerinden Katar’ı Filistin siyasetinde de söz sahibi haline getiriyordu. “Arap baharı”na doğru giden süreçte, ABD’nin Ortadoğu’daki geleneksel ittifak sisteminde bir yeniden yapılanma arayışına girmesiyle birlikte, Katar ve himaye ettiği İhvan da yeni döneme hazırlık yapıyordu.

AKP’li yıllarda Türkiye’nin pozisyonu da benzer bir şekilde değişti. Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” tezinin etrafında şekillenen dış politika, Türkiye’yi Arap dünyasında yeni müttefikler aramaya ve Yeni Osmanlıcılık siyasetiyle politik nüfuzunu artırarak bölgeyi uluslararası sisteme bağlamayı hedefliyordu. Önce Irak’taki Amerikan karşıtı Sünni direnişle temasa geçildi ve bu direniş ABD ile birlikte İran/Şii karşıtı bir eksene yerleştirildi. Batı’nın ve İsrail’in terörist saydığı Hamas’la gizli saklı buluşmalar tertiplenirken, Beşar Esad ile ilişkiler geliştirildi. “Van minüt” çıkışı ve Mavi Marmara Katliamı’yla Arap dünyasında saygın bir yer edinen Tayyip Erdoğan, bu esnada Müslüman Kardeşler’e yatırım yapıyor ve Beşar Esad’a İsrail ve ABD’nin taleplerini iletiyordu. ABD’nin bölgedeki arayışı, Katar ve Türkiye’nin pozisyonu ile çakıştı ve “Arap baharı” bir Müslüman Kardeşler baharına doğru evrildi.

Katar ve Türkiye ittifakı için bölgede işler ilk başta iyi gidiyordu. Mısır’da İhvan iktidara gelmişti, Suriye’de Katar-Türkiye’nin “Müslüman Kardeşler’i hükümete al” dayatmasını reddeden Esad’a karşı silahlı bir kalkışma başlatılmıştı, Libya’da NATO ile El Kaide ve İhvan bağlantılı cihatçılar kol kola Muammer Kaddafi’ye karşı savaşıyordu. 2012’nin sonuna kadar, Katar ve Türkiye CIA gözetiminde Libya ile Suriye arasında militan ve silah transferi yapıyordu.

Ancak ne olduysa, 11 Eylül 2012’de ABD Büyükelçisi’nin Bingazi’de öldürülmesiyle tersine döndü. Aralık ayında Suriye’de o zamana kadar herkes tarafından “devrimin bileşeni” olarak görülen El Kaide’nin Suriye kolu Nusra cephesi ABD tarafından “terör örgütü” listesine dahil edildi. ABD, Katar ve Türkiye’ye ihale ettiği vekalet savaşlarına ve İhvan tasarımına bir “düzeltme” yapmaya başladı.

Mısır’daki kanlı darbe, Katar’daki kansız saray darbesi, Reyhanlı Katliamı, Guta’daki kimyasal silah katliamı iddialarından sonra Obama’nın Rusya ile anlaşarak fiili olarak Esad’ı devirmekten vazgeçmesi… Hepsi 2013 yılına sıkıştı. ABD ve müttefiklerinin İhvan tasarımları, Arap halklarının ve özellikle Suriye’nin direnişine toslarken, bu noktadan itibaren ABD’nin bölgesel müttefikleri, Müslüman Kardeşler ekseninde de bölündü: BAE ve Suudi Arabistan, Mısır’ı yanına alarak İhvan’ı terörist ilan ederken, Katar ve Türkiye’nin İhvan destekçiliği sürüyor. Son olarak Libya’da da bu eksen karşı karşıya geldi: Trablus’taki İhvan ağırlıklı hükümet Katar ve Türkiye’nin desteğini alırken, Halife Hafter’in destekçileri arasında BAE, Mısır ve Suudi Arabistan yer alıyor.

Bununla beraber, bloklar arası uyumun her zaman zannedildiği kadar sıkı olduğu düşünülmemeli. Yemen işgalinde müttefik olan BAE ve Suudi Arabistan, işgalin geleceği ve “ganimetler” konusunda anlaşmazlığa düşünce, ülkeyi fiili olarak böldüler. Yine bu iki ülke ile Mısır’ın İran’a yaklaşımları birbiriyle uyuşmuyor. Bir yandan Katar Kıbrıs açıklarındaki petrol arama faaliyetlerinde Türkiye’yle ters düşerken, diğer yanda Türkiye’nin Mısır ve hatta İsrail’le Doğu Akdeniz’de anlaşmak isteyebileceği konuşuluyor.

İki blok arasındaki gerilimin yükselmesinde, ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonyasını sürdürmede çektiği zorluk ve Amerikan devletinin içinde yarılmanın da payı bulunuyor. Dünyadaki belirsizlik ve ABD’nin İran’a yönelik saldırılarının dozajının artması, Ortadoğu’daki bu iki blok arasındaki askeri bir çatışma ihtimalini de artırıyor.

Dahası, bu bloklar yalnızca Ortadoğu’da değil, örneğin Afrika Boynuzu ve Kızıldeniz’de de rekabet halinde. Sudan, Somali, Etiyopya, Eritre büyük bir oyun alanı haline gelirken, bölgedeki ABD-Çin rekabeti tozu dumana katacak gibi görünüyor.

About Author

Erman Çete

Erman Çete

Related Articles

TÜM HABERLER