A3 Haber

Yaşıyor Usta: Nâzım Hikmet’e niçin ‘öldü’ denilemiyor?

Yaşıyor Usta: Nâzım Hikmet’e niçin ‘öldü’ denilemiyor?

Haziran 03
13:47 2020

Yaşasaydı 118 yaşında olacaktı desem…
Haklı olarak diyeceksiniz, öldü mü ki?
Asla.
3 Haziran 1963’te fiziksel olarak aramızdan ayrılmış olabilir. Nâzım Hikmet’in yaşadığını, ilham vermeyi sürdürdüğünü, aydın olmanın ne anlama geldiğini öğretmeye devam ettiğini hepimiz biliyoruz.
Geniş halk kitlelerinin edilgenleştirildiği, aydınların toptan kırımdan geçirildiği, aydınlanma felsefesinin yerini postmodernizm soslu dinsel gericiliğin aldığı bir dönemde, Nâzım Hikmet olmanın neden bir zorunluluk haline geldiğini kavramamız gerekiyor.
Nâzım Hikmet bugün de öğretmeye, yol göstermeye devam ediyor.
Fiziksel olarak aramızda olması ile olmaması arasında bir fark yok.

Yaşasaydı, her şeyi ve herkesi satın alabileceğini zanneden iktidarların Dolmabahçe davetlerine, saray sofralarına nasıl gidilmeyeceğini, gidilmemesi gerektiğini, o emek düşmanı, halk düşmanı, sanat düşmanı, aydın düşmanı, akıl düşmanı egemenlerden nasıl da ödüller, övgüler, ulufeler alınmayacağını, alınmaması gerektiğini “dosta düşmana” gösterecekti… Şimdi de gösteriyor.

Yaşasaydı da, sanat ne demek, sanatçı ne demek, aydın ne demek, şiir ne demek, yazı ne demek, kalem ne demek, emek ne demek, erdem ne demek, tavır ne demek, duruş ne demek, omurga ne demek, çile ne demek, sabır ne demek, kararlılık ne demek, hepimize yeniden ve yeniden öğretecekti. Şimdi de öğretiyor.

Yaşasaydı, Türkçenin en güzel şiirlerini yazmaya devam edecekti haksızlıklara, adaletsizliklere, vicdansızlıklara, densizliklere, küstahlıklara karşı nasıl durulacağını, aynı zamanda bu duruşun şiir yazarak nasıl gerçekleşeceğini harf harf, sözcük sözcük, dize dize, cümle cümle kanıtlayacaktı. Şimdi de kanıtlıyor.

Yaşasaydı, Adnan Bey’e korkusuzca haykırdıklarını Tayyip Bey’e de haykıracaktı. Kore’ye asker gönderenler için yazdıklarını, memleketi “tarikatlara ve tekellere dayalı islamofaşist sermaye diktatörlüğü” haline getirenler için yazacaktı. Dün “Korkuyor Adnan Menderes ölülerden korkuyor / Korkuyor Adnan Menderes dirilerden korkuyor / Hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu” dizelerini, eğer yaşasaydı Nâzım Hikmet “Korkuyor Tayyip Erdoğan ölülerden korkuyor / Ali İsmail’den, Berkin Elvan’dan, Ethem’den, Abdullah’tan, Soma işçilerinden, Ermenek işçilerinden korkuyor / Korkuyor Tayyip Erdoğan ülkenin dört bir yanında direnen işçilerden korkuyor” diye yazacaktı.
İşte bu yüzden Nâzım Hikmet’e öldü diyemiyoruz, çünkü yazmaya devam ediyor.

Yaşasaydı, en güzel aşk şiirlerini yazmayı sürdürecekti. Her şey gibi aşkların da ticarileştiği, derinliksizleştirildiği, hissizleştirildiği bir dünyada en güzel aşk şiirlerini… Kalplerin sevgisizlikle felce, yüreklerinse korkuyla dumura uğratıldığı bu dünyada, aşkın bir yürek işi olduğunu tüm kalbiyle savunacaktı.

Evet… Yaşasaydı, ahde vefa nedir, dostluk nedir, arkadaşlık nedir, yoldaşlık nedir, paylaşmak nedir, sahicilik nedir, onur nedir, hepimize bir daha ve bir daha öğretecekti.
İşte tam da bu nedenlerle yaşıyor Nâzım Hikmet… Aramızda. İçimizde. Masamızda. Çantamızda. Rafımızda. Dergimizde. Kitabımızda. Ekranımızda. Perdemizde. Sahnemizde. Sokağımızda. Yolumuzda. Yordamımızda. En büyük inceliğimizde…

Şair duruşuyla, aydın kimliğiyle, komünist tavrıyla, geleceğe inancıyla boyun eğmeden yaşıyor. Tarihimiz boyun eğmeyenlerle dopdolu kuşkusuz ama o bize boyun eğmemenin şiirini yazmıştır. Şiir yazmanın, şair kalmanın, aydın olmanın ancak ve ancak boyun eğmeden becerilebileceğini kanıtlamıştır.
Bırakın boyun eğmeyi, kafa tutmanın da bir sanat, hem de incelikli bir sanat olduğunu ispatlamıştır.
Ustalık etmeye devam ediyor Nâzım Hikmet.

Şiirin dışında, Nâzım Usta’dan bize kalan inattır. Aydın inadıdır.
Nâzım yoldaşın kişiliği, tüm eksikliği ve fazlalığıyla, hâlâ göklerdeki yıldız kadar yüksektir.
Ta 1926’da, gericiliğe, hurafelere, safsatalara, idealizme öldürücü darbeler indiriyor Nâzım. Darbeler, aynı zamanda mistisizme indirilen darbeler. Mevlâna, Yunus Emre de bu darbelerden paylarını alıyorlar. İdealizmin, mistisizmin hareketsizliğine, edilgenliğine karşı kesin ve net bir dille aydın tavrını genç yaşlarda koyuyor Nâzım Hikmet. Ve o karanlığın içinde insanın kayboluşuna, yok oluşuna yüksek sesle itiraz ediyor.
Sonra… Resimli Ay dergisinde “Putları yıkıyoruz” kampanyası başlatan Nâzım Hikmet. Bir deprem etkisi yaratmıştır o aydın eylemliliği… Resimli Ay dönemi, Nâzım Hikmet’in en yaratıcı, en savaşçı dönemi. Bütün ömrü boyunca bu savaşa devam eden Nâzım, diyebilirim ki, bu savaşın zevkini en çok o zaman tatmıştır… Ben demiyorum. Zekeriya Sertel söylüyor.
Evet… Bir aydın olarak, bir savaşçı olarak Nâzım, kişiliğini bu ilerici atılımlara, kampanyalara, bir silah olarak katmak zorunluluğunu duyuyor.
Ve karşımıza ileri atılmış bir aydın olarak Nâzım Hikmet çıkıyor.
Ve Nâzım cezaevine konulduğunda, aslında ileri atılmış, gözünü budaktan ayırmayan aydın inadı aslında cezaevine konuluyordu.

Emek düşmanlığında, işçi düşmanlığında, halk düşmanlığında, heykel düşmanlığında, sanat düşmanlığında, kadın düşmanlığında, öğrenci düşmanlığında, bilim düşmanlığında ustalık dönemini ilan eden “usta müsveddelerine” karşı… Yapı nedir, duvar nedir, tuğla nedir, harç nedir, sabır nedir, emek nedir, örgüt nedir, direnç nedir öğretmeyi sürdürüyor…

Her 15 Ocak’ta ve 3 Haziran’da işte bu duygularla yaşıyor Nâzım Usta.

About Author

Ahmet Çınar

Ahmet Çınar

Related Articles

TÜM HABERLER