A3 Haber

Türkiye NATO’nun sonu olacak: Libya kıyılarındaki Fransa-Türkiye çatışması bir erken belirti…

Türkiye NATO’nun sonu olacak: Libya kıyılarındaki Fransa-Türkiye çatışması bir erken belirti…

Türkiye NATO’nun sonu olacak: Libya kıyılarındaki Fransa-Türkiye çatışması bir erken belirti…
Temmuz 21
13:23 2020

ABD emekli deniz piyade istihbarat subayı ve eski BM silah denetçisi Scott Ritter, RT’ye yazdığı analizde Türkiye ile Fransa’nın Libya kıyılarındaki karşı karşıya gelişini, NATO’nun sonu olarak değerlendirdi. Fransa ve Türkiye arasındaki olayın, umutsuzca geçerlilik arayan NATO’nun temel zafiyetini açığa çıkardığını belirten Ritter, “Gerçek şu ki, bu ittifakın en zayıf halkası Türkiye’dir ve onun devam eden varlığı, ittifakın eceli anlamına geldiği sonunda anlaşılacak olan bir zehir hapını temsil eder. Tek soru, ne kadar zaman kaldı?” diyor. Ritter’in analizini Ayşen Tekşen’in çevirisiyle paylaşıyoruz…

Askeri müttefik olması gereken iki ülkenin arası bozulup da neredeyse kavga noktasına geldiklerinde, işin sonunun hayırlı olmadığını bilirsiniz. Bunun NATO için anlamı, bu kez sonunun gelmiş olabileceğidir.

Açık deniz entrikası, gizli silah kaçakçılığı, dost olması gereken insanlar arasında bir kavga ve dünyanın en büyük askeri ittifakı için ölümcül olabilecek olayı içeren bir hikaye için her şey fazlasıyla sıradan bir biçimde başladı.

7 Temmuz 2020’de Tanzanya bandıralı kargo gemisi CIRKIN sessizce bir Türk limanından ayrıldı ve Libya’nın Misurata limanına doğru yola çıktı.

Hiç kimse 5 bin 800 tonluk kargosunun ne olduğunu tam olarak bilmiyordu ama halı olmadığı da kesindi.

Hayır, yükü halı olsaydı dört gün süren 1000 deniz mili yolculuğunda Cirkin’e üç Türk savaş gemisinin eşlik etmesi gerekmezdi. BM’in koyduğu silah ambargosunun hilafına, geminin Ulusal Mutabakat Hükümetinin (GNA) komutasındaki Libya ordusuna askeri malzeme taşıdığı kesindi.

Üç gün sonra, Yunan firkateyni Spetsai’dan kalkan bir Yunan helikopteri gemiye yaklaşarak onu kontrol etmek için bir ekip yollama izni istediğinde işler kötüye gitmeye başladı. Spetzai gemisi ve ona bağlı helikopter, BM’in Libya’ya koyduğu silah ambargosunu uygulamak için Avrupa Konseyi’nin Akdeniz’de sürdürdüğü bir faaliyet olan Irini Operasyonu’nun bir parçası olarak görev yapıyordu. Cirkin’in Türk eskortları isteği reddetti.

Spetsai geri çekildi ve belli bir uzaklıktan Cirkin’i izledi. Kargo gemisi kısa süre sonra transpondır cihazını kapattı.
Bunun üzerinde, NATO kontrolündeki deniz güvenliği operasyonu, Deniz Muhafızı Harekatı’nın bir parçası olarak görev yapan Fransız firkateyni Courbet’ye Cirkin’in BM ambargosunu delerek silah taşıyor olabileceği bildirildi.

Cirkin’in kendisini Courbet’ye tanıtmaması ve varış noktasını açıklamayı reddetmesi üzerine, Courbet gemiye çıkmaya çalıştı. Bu noktada, Türk firkateynlerinden biri ateş kontrol radarıyla Courbet’yi üç kez aydınlattı ve bu da silah sistemlerini nişanlamaya niyetlendiğinin bir göstergesiydi.

Courbet geri çekildi ve Cirkin gemisi ertesi gün Misrata’ya vararak yükünü boşalttı.

Suçluyorum

Fransa Türkiye’nin davranışını kınadı ve NATO’ya resmi şikayette bulundu ama -ayrıntıların gizli tutulmasına rağmen- NATO’nun daha sonra yaptığı araştırma “sonuçsuz” kabul edildi. Türkiye Fransa’dan özür dilemesini istedi. Fransa ise buna yanıt olarak birliklerini Deniz Muhafızı Harekatı’ndan çekti ve NATO’dan Libya üzerindeki BM silah ambargosunu uygulama görevini ciddiye almasını istedi ki bu onu NATO üyesi olan Türkiye ile anlaşmazlığa düşürecek bir eylemdi.

Olayın kasvetli hal aldığı nokta burasıdır –görünen o ki, Deniz Muhafızı Harekatı NATO tarafından Irini Operasyonu’nu destekleyecek şekilde görev yapmak için yetkilendirilmemiş ve Cirkin’e müdahale kararı Fransa tarafından tek taraflı ve NATO yetkilendirmesinden yoksun olarak alınmış.

10 Temmuz olayını izleyen günlerde Avrupa Birliği NATO’ya başvurarak Deniz Muhafızı Harekatında görevlendirilen gemilerin, Irini Operasyonunun Libya ambargosunu uygulama olarak belirtilen görevini doğrudan desteklemek üzere yetkilendirilmesini istedi. Ancak, böyle bir yetkilendirmenin tüm NATO üyeleri tarafından oybirliğiyle kabul edilmesi gerekiyor ve Türkiye’nin kaçınılmaz vetosu bunu imkansız kılıyordu.

İşlevsiz ve derinlemesine bölünmüş

İki sözde NATO müttefikinin Libya sularında karşı karşıya gelmesine yol açan koşullar NATO ittifakında, 71 yıllık kurumun artık işe yaramadığı gerçeğini vurgulayan, bir işlevsizliğe işaret eder. Ayrıca, savunmak için yaratıldığı kurala-dayalı liberal düzenin, İkinci Dünya Savaşı sonrası transatlantik çatısı dışında bir geçerlilik arıyor olması da bu ittifakı giderek artan biçimde kendisiyle çelişkiye düşerek kendine kendine zarar verdiği bir yola sokmuştur.

Çoğu zaman, bu anlaşmazlıkların merkezindeki suçlunun Türkiye olması bu ülkenin bir NATO üyesi olarak ömrünün yanı sıra bizzat ittifakın ömrüne ilişkin sorular doğurur.

Türkiye, 1952 Şubatında NATO’ya katıldığından beri tuhaflığı nedeniyle dışlanan biri oldu. İttifak için askeri önemi büyüktü –NATO, Türkiye’yi ittifaka dahil ederek yalnızca Sovyetler Birliğiyle güney kanadını güvenceye almakla kalmadı Türkiye’nin gelecekte asla Moskova’yla işbirliği yapamamasını da sağladı.

Ancak, buna karşılık olarak, NATO’nun Türkiye’nin üyeliğinin zararlı olduğu kanıtlayan pek çok sorunu göz ardı etmesi gerekti. Türkiye-NATO ilişkisinin askeri yanı daha kuruluşundan beri çok sağlamdı –gerçekten de, Ankara 1950 yılında Güney Kore’yi savunan BD ve BM yanında savaşmak üzere bir tugay yollamıştı.

Askeri darbeler ve Rus silahı alımları

Ama Türk ordusu iki ucu keskin bıçaktı; 1960 yılında Türk ordusu demokratik şekilde seçilmiş başbakan Adnan Menderes’e karşı bir darbe düzenledi -ve Menderes 1961’de askeri mahkeme tarafından idam edildi. Ordu 1965’de sivil yönetimi geri getirdi ama 1971’de Süleyman Demirel hükümetini ve 1980’de de yine Demirel’in başkanlık ettiği bir başka hükümetini devirmek için tekrar tekrar devreye girdi .

Türk ordusu 1998 yılında “postmodern” olarak anılan bir darbeyle, anayasanın askıya alınması yoluna başvurmadan, Necmettin Erbakan hükümetinin istifasını istedi.

Bu darbeler dizisinin özünü oluşturan sivil-asker uyumsuzluğu, Türkiye içindeki laik ve İslamcı güçler arasında modern Cumhuriyetin kuruluşundan beri sürmekte olan temel iç çatışmanın yansımasıdır.

ABD ve diğer NATO müttefikleri Türk ordusunun usulüne uygun olarak seçilmiş sivil hükümetleri devirme eğilimini görmezden geldi çünkü bu müdahalelerin koruduğu sistem, -laik, Batı yanlısı hükümetler- NATO’nun temel değerlerini paylaşmayan popülist İslamcı hareketlerden daha iyi bir seçenek olarak görülüyordu.

Devrik Necmettin Erbakan’ın taraftarlarından biri olan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2003 yılında başbakan olarak seçilmesi Türkiye’yi NATO ve Batı’yla ihtilafa soktu. Kendisinin Türkiye’nin dünyadaki rolüne ilişkin Osmanlıcı vizyonu NATO’nun geleneksel transatlantik senaryosuyla çatışan başbakan Erdoğan pişmanlık bilmeyen bir İslamcıdır.

Temmuz 2016’da Türk ordusu Erdoğan’ı devirmek için başarısız bir girişimde bulunduğunda faillerin çoğu Erdoğan’ın İslamcı ajandasına itiraz eden, NATO yanlısı eğilimlere sahip subaylardı. Darbenin başarısız olmasının ardından Erdoğan, Türkiye’nin dünyadaki yerine ilişkin –sıklıkla NATO amaçlarına ters düşen- kendi vizyonuyla ideolojik olarak uyumlu olacak şekilde, Türk ordusunu yeniden biçimlendirdi.

Belki de, Türkiye-NATO uyumsuzluğunun en belirgin dışavurumu Türkiye’nin Rus S-400 karadan-havaya füzelerini satın almasıdır. Bunun üzerine, BD Türkiye’ye yaptırım tehdidinde bulunmuş ve Ankara’nın F-35 uçağı üretimine katılımını sonlandırmıştır.

Türkiye’nin Kuzey Suriye’yi istila ve işgal etmesi ve sonra da orada görev yapan ABD destekli Kürt güçleriyle çatışması; Irak hükümetinin izni olmadan gerçekleştirmekte olduğu kuzey Irak askeri operasyonu; Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (GNA) desteklemesi ise NATO ile diğer sürtüşme alanlarını oluşturmaktadır.

Fransa’yla denizdeki olaya neden olan ve bugün Türkiye’yi NATO’yla çarpışma rotasına sokan şey, silah sevkiyatı ve insan gücü olarak GNA’ya verilen bu destektir.

NATO ittifakı, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından beri kendi geçerliliği konusunda mücadele veriyordu. İttifak içindeki çok sayıda anlaşmazlık –“eski Avrupa” karşısında yeni “Doğu bloğu”, hukukun üstünlüğü taraftarları karşısında otokrat hükümetler, orijinal transatlantikçiler karşısında küresel genişlemeciler- mutabakata dayalı organizasyon tarafından bir birlik görüntüsü verme amacıyla hasır altı edilmişti. Ama Erdoğan’ın (Türkiye’nin Libya’ya müdahalesinin ardındaki itici güç olan) Osmanlıcılığı ile NATO’nun benimsediğini söylediği kurala-dayalı “liberal düzen” arasındaki içkin uyumsuzluğu o meşhur halının altına süpürmek hiç de kolay değildir.

Fransa ve Türkiye arasındaki olay, umutsuzca geçerlilik arayan bir organizasyon olan NATO’nun temel zafiyetini açığa çıkarır. Gerçek şu ki, bu ittifakın en zayıf halkası Türkiye’dir ve onun devam eden varlığı, ittifakın eceli anlamına geldiği sonunda anlaşılacak olan bir zehir hapını temsil eder. Tek soru, ne kadar zaman kaldı?

Scott Ritter kimdir?

B.D. emekli Deniz Piyade İstihbarat Subayıdır. Körfez Savaşında General Schwarzkopf’un kadrosunda, INF (Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler) Anlaşmasını uygulayan müfettiş olarak Sovyetler Birliğinde görev yaptı ve 1991-1998 arasında BM silah denetçisi olarak çalıştı.

About Author

Ahmet

Ahmet

Related Articles

TÜM HABERLER