A3 Haber

BAE-İsrail anlaşması: Bölgenin Camp David’leşmesinde yeni bir adım

BAE-İsrail anlaşması: Bölgenin Camp David’leşmesinde yeni bir adım

BAE-İsrail anlaşması: Bölgenin Camp David’leşmesinde yeni bir adım
Ağustos 24
09:50 2020

Birleşik Arap Emirlikleri ile İsrail arasında atılan normalleşme adımının, doğrudan iki ülke arasında yaratacağı olanaklardan çok bölgesel ve uluslararası sonuçlarına odaklanmak gerekiyor.

Sonunda beklenen oldu ve yıllar sonra ilk kez bir Arap ülkesi İsrail ile resmi ilişkiler kuracağını dünyaya ilân etti. Resmi bağımsızlığını kazandığı 1971’den itibaren İsrail’i “düşman” olarak kabul eden Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), uzun süredir pek de gizli kapaklı sürmeyen İsrail’le ilişkileri resmiyete dökmeye karar verdi ve siyonist rejimle “İbrahim Anlaşması”na imza attı.

Açık bir biçimde ABD yönetiminin de damgasını taşıyan anlaşma ile birlikte iki ülke karşılıklı olarak elçilik açacak ve turizm, eğitim, sağlık, ticaret ve güvenlik gibi alanlarda işbirliği yapmaya başlayacak. BAE tarafı, anlaşmayı “Filistin sorununda iki devletli çözümün karşılaştığı sorunların üstesinden gelmek” amacıyla imzaladığını ve Batı Şeria’nın ilhakının -şimdilik- durdurulduğunu öne sürse de, İsrail tarafının Ürdün Vadisi’nin ilhakından tamamen vazgeçtiğine ilişkin bir emare yok.

Malumu ilam

Dahası, yukarıda da değindiğimiz gibi, BAE ile İsrail arasında devam eden gayriresmi ilişkiler pek de gözlerden ırak değildi. Örneğin, geçen sene Varşova’da yapılan ve esasında İran karşıtlarının bir araya getirildiği toplantıya Avrupalı devletlerin itirazlarına rağmen İsrail’in yanı sıra Körfez Arap ülkeleri de üst düzey yetkililer düzeyinde katılmıştı. Toplantıda Bahreyn, BAE ve Suudi Arabistan yetkilileri, bölgedeki esas tehdidin İran’dan geldiğini ve İran’ın Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen’deki faaliyetlerine dikkat çekilmişti. Bu toplantıdan dört ay sonra, bu üç ülke ile İsrail arasında gizli bir buluşma gerçekleşmişti.

Burada tekrar ABD’ye dikkat çekmek gerekiyor: BAE, 1990’da başlayan ilk Körfez Savaşı’na ABD saflarında katılmış ve aslında İsrail’le ilişkileri, bazı “gayriresmi” diplomatlar aracılığıyla on yıllardır yürütüyordu. Bunun yanı sıra, çok sayıda İsrail şirketi de yıllardır taşeronlar aracılığıyla BAE’de iş yapıyor. Yani, tekrar etmek gerekirse, BAE-İsrail anlaşması yalnızca malumu ilam ve BAE’yi diğer Körfez ülkelerinin de takip etmesi bekleniyor.

Ortadoğu’nun Camp David’leştirilmesi

Anlaşmanın malumu ilam olması, elbette değersiz olduğu anlamına gelmiyor. Bununla birlikte, BAE’nin Mısır muamelesi görmesi de doğru değil. Hatırlanacağı üzere, Mısır İsrail’i tanıyan ve onunla barış yapan ilk Arap ülkesiydi. 1978’de Camp David’de yine ABD arabuluculuğunda imzalanan anlaşmayı, 1994’te Ürdün’ün İsrail’i tanıması takip etmişti.

ABD’nin, “Ortadoğu barışı” ve “Filistin-İsrail sorununun çözümü” adı altında on yıllardır izlediği siyasetin nirengi noktası Camp David’dir. Özetle, ABD’nin Filistin sorununun çözümüne yönelik siyaseti, tüm bölgenin “Camp David’leştirilmesi”, yani İsrail’in bölgedeki varlığının ve otoritesinin tanınması ve iktisadi olarak liberalizmin yerleştirilmesidir. İran devriminden sonra Irak ve İran’a yönelik “çevreleme” siyaseti, Irak işgalinin ardından tamamen İran’a yönelmiştir.

“Arap baharı” ile birlikte bölgenin iç gerilimleri ayyuka çıktıktan sonra ve ABD’nin Obama dönemiyle birlikte odak noktasını Asya-Pasifik’e kaydırmaya başlamasıyla, Ortadoğu’daki ittifak sistemi yara almıştı. İsrail’in kadim düşmanları olan Suriye ve Irak’ın oldukça zayıf düşürülmesi, ABD’nin işgalci olarak reddedildiği bölgeye özellikle “IŞİD’le mücadele” altında dönmesi ve ABD’nin bölgedeki müttefikleri arasındaki gerilim, İsrail’i de normalleştirmeye başladı. Dahası, 80’li yılların sonundan itibaren Körfez ülkeleri aracılığıyla dünya kapitalist sistemine iktisadi olarak bağlanan bölge ülkeleri Camp David sistemine bağlanmaya doğru “emin adımlarla” ilerliyordu. BAE-İsrail anlaşmasının, bu zincirin son halkası olarak görülmesinde fayda var.

BAE ve İsrail için anlamı

Temmuz ayında Amerikan düşünce kuruluşu Atlantic Council tarafından yayımlanan bir raporda, genel olarak Körfez İşbirliği Teşkilatı (KİT) ülkelerinin İsrail’le neden şimdi ilişkilerini geliştirmeye başladığı sorusuna şu yanıtlar veriliyordu: İran tehdidi; Türkiye’nin niyetlerinden kaynaklanan ortak şüphe ve rekabet; Körfez’in güvenliği konusunda ABD’ye duyulan güven eksikliği; Filistinliler arasındaki bölünme; İsrail’in askeri gücü ve teknolojik kapasitesi.

Körfez ülkelerinin İsrail için önemli bir yatırım alanı olacağı tahmin ediliyor. Fakat bunun ötesinde, İsrail hem Arap dünyasında siyasi olarak önemli bir gedik açmış olacak, hem de kendi “güvenliği” söz konusu olduğunda artık herhangi bir devlet gücünden korkmak zorunda kalmayacak. BAE’ye F-35 satışı meselesinde ise, İsrail’in kendisinden askeri olarak daha güçlü bir Arap devletine ABD nezdinde asla izin vermeme stratejisinin değişebileceğini gösteren herhangi bir işaret bulunmuyor.

Buna ek olarak, BAE hem Körfez içi iktisadi ve siyasi rekabette bir adım öne çıkıyor, hem de birazdan değineceğimiz gibi, Libya’dan Afrika Boynuzu’na uzanan bir sahada Amerikan vekil güçlüğüne talip olduğunu, Türkiye’ye karşı eline büyük bir koz geçirdiğini düşünüyor. Elbette, tüm bunlar Kasım ayındaki ABD seçimleriyle birlikte önemli değişikliklere uğrayabilir.

Türkiye’ye düşen

Türkiye’nin BAE-İsrail anlaşmasına sert tepki gösterdiği ve artık Türk hariciyesinin standart açıklama kalıbı olan “yok hükmündedir” değerlendirmesini yaptığı hatırlanacaktır. Ankara’dan gelen “Filistin davasına ihanet” beyanları, AKP iktidarının son yıllardaki sicili düşünüldüğünde artık pek işlemiyor ve zaten konunun Filistin’le olan ilişkisi de zannedildiğinden daha az.

BAE ile Türkiye, Doğu Akdeniz meselesinde, Libya savaşında, Afrika Boynuzu’nda büyük bir rekabet içerisinde. BAE’nin yanına Suudi Arabistan da eklenebilir. Bu iki ülke, Yemen’de anlaşmazlığa düşmelerine rağmen, iktisadi ve siyasi bir rekabet içerisinde bulunmalarına rağmen Türkiye’nin hem Müslüman Kardeşler’e verdiği destek, hem de bölgede askeri olarak aktif bir siyaset izlemesi nedeniyle ittifak halinde.

İsrail anlaşması ile birlikte Abu Dabi’ye ABD’nin bölgedeki “vekilliği” görevinin verilebileceği, en azından Trump yönetiminin bundan böyle BAE’nin Libya ve Ortadoğu’daki adımlarını eleştirmekten imtina edeceği konuşuluyor. Bunun en yakın örneğini Libya’da görebiliriz. Foreign Policy’de çıkan bir makaleye göre, anlaşmayla birlikte ABD, BAE’nin Libya’da savaşı devam ettirmesine yönelik bir çek de vermiş oldu. Bunun yanı sıra, iki ülke arasında Kızıldeniz’deki askeri işbirliğine ilişkin haberler yalanlasa da, Afrika Boynuzu’nda Türkiye ile gerilimin yeniden yükseleceğini tahmin etmek zor değil.

Dolayısıyla, Türkiye bölgede agresif bir siyaset izleyip kendisinin olmadığı her anlaşmaya diş bilese de, görünen o ki karşısındaki blok da kendi açısından sağlam adımlar atmaya başladı. Aslında Ankara’nın anlaşmaya bu denli üst perdeden tepki göstermesi de, anlaşmanın Filistin’den çok bölgesel rekabet boyutunun farkında olduğunu gösteriyor. Dahası, bir süredir Türkiye ile tekrar yakınlaşma sinyalleri veren İsrail, böylece elinde birden fazla koz olduğunu da göstermiş oldu.

İsrail’in eski bakanlarından Silvan Şalom’un, Arap ülkelerine Cumhurbaşkanı Erdoğan sayesinde girdikleri yönündeki açıklaması ise işin tuzu biberi oldu. Gerçekten de, sorunun Filistin meselesi ile ilgisinin neredeyse hiç bulunmadığı bundan iyi açıklanamazdı.

About Author

Erman Çete

Erman Çete

Related Articles

TÜM HABERLER